Cumartesi Nisan 27, 2024

BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz

Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.

Günlerden 6 Ağustos idi. O ana kadar benim için her şey olağan seyrindeydi. Günün anlamının şahsımda yarattığı, hasretle harmanlaşmış sevinç ile savaş tünelimizde çalışmaktaydım. Akşamın karanlığı henüz inmişti dağların üzerine. Zarfın üzerindeki el yazısından parti yönetimimizden gelmiş olduğunu anladığım notu yoldaşlar verdiler. Yüreğimde bir çarpıntı…Güne kederin bulaşacağı besbelli. İçerisindeki katlanmış kağıdı açtığımda fotoğrafında asılı kaldı gözlerim. Ağustos’un altısında buz kesti yüreğim.

BORAN,

Düşünceye dönüşse benim etim kemiğim

Yolum kurban gitmez hoyrrat mesafelere:

Ben, tüm uzaklıkları aşıp erişeceğim

Sınırsız ötelerden, senin olduğun yere.

Varsın, sımsıkı bassın ayağım topraklara

Dünyada bir köşede, senden uzak mı uzak,

Çevik düşünce sıçrar, dinlemez deniz, kara.

Ulaşır özlediği yere hayal kurarak.

Ben, düşünce değilim: ah düşündükçe bunu

-sen gittin, ben uçamam- bu öldürüyor beni;”

Hep yoldaştı bana, hep abi. Hep yoldaşıydım, hep kardeşi. Avusturya İşçi Marşı’nın sözleri gibi sanki doğmuştuk bir anadan. 14 yaşımdaydım Boran’ı tanıdığımda, o ise 20’li yaşlarının başında bir delikanlıydı. Uzun saçları vardı. Parti’ye adımımı attığımda tanışmak üzere elimi uzattığım ilk devrimciydi. Elimi tuttu. O günden beri avuçlarında tutuludur elim. Bir kere yola çıktı mı sonuna kadar gidenlerdendi o. Her şeyi yaratmak için istemek, gerçekten istemek ve istenilen şeyi yaratmak için uğraşmak gerektiğini biliyordu. Mutluluğun özgürlük için mücadele etmek demek olduğunu biliyordu. Ve bu nedenle o, 35 yıllık yaşamında mutlu yaşadı. Özgürlük için mücadele ederek yaşadı. Devrimciliğin mücadelenin zorluklarına, ağır bedeline hazır olmak olduğunu gösterdi. Hep ileriye doğru attı adımlarını, hep zafere doğru yürüdü. Göğü fethe çıkanlara daima bağlı kaldı. Kanatlarını ateş kuşlarının diyarına çırptı. Yarattığı fırtına ile tutuşturdu tüm yürekleri.

Cigaramı sardım karşı sahile / Yaktım ucunda acıları

Ağları attım anılar doldu / Ağlar hasretimin kıyıları

Yareme tuz diye yakamoz bastım

Tek şahidim aydı –aman aman

Bir elimde defne bir elimde sevdan/ Kalbim Ege’de kaldı

Kadehimi vurdum karşı yakaya / Efeler kalktı şerefe

Sevgimi attım dostlar tuttu / Bir ağıt yaktık kadere

Yoldaşım,

Bütün yaralarıma, dertlerime şifa bildim varlığını. Bir hayat yaşadık yan yana, omuz omuza, soluk soluğa. Her an’ı devrimin zaferine adanmış bir hayat yaşadık. Sofrada ekmeğimizi bölüştük, barikatta kavgayı, cephelerde savaşı. Adına sevda dediklerimizin özlemiyle ısındık yıldızların aydınlattığı en soğuk gecelerde. Mevzilerde şafak sökerkenki kızıllığı karşıladık. Kandiller yaktık denize karşı. Şarkılar, türküler söyledik kendini rüzgara katanlar için. Devrim siperlerinde savaştık. Ve şimdi bir hüzün örtüyor bütün yaşanılanların üzerini, yağmurdan sonra yükselen toprak kokusu gibi doluyor ciğerlerime keder. Yan yana geçirdiğimiz 15 yıl içerisinde çok şey öğrettin. Kostik hazırlamayı, afiş asmayı, kavga etmeyi, savaşmayı, yoldaşlığı, komutanlığı, yüreğe sevda diye girenlerin hiç eskimeyeceğini…En komik olanlarındandı bana araba kullanmayı öğretişin. “Rojava caddelerinde araba kullanmayı öğrenirsen, her yerde sürebilirsin. Çünkü trafik kurallarının ve ihlallerinin kurallaştığı bir yer burası” demiştin. Rojava caddelerinde araba kullanmaya başladığımda anlayacaktım ne demek istediğini. Ne güzeldi seninle sabahın serinliğinde yollara çıkmak ve o yollarda şarkılar dinlemek, “Kalbim Ege’de Kaldı” demek. Bir de beraber mutfakçı olmalarımız var. Senin mutfaktaki profesyonelliğin aşikardı, bense başlangıçta yalnızca getir-götür vb. geri hizmetle sınırlanmış acemi bir çıraktım ama azimli bir çıraktım. Hiç anlam vermez, kızardın bombalardan değil de düdüklü tencerenin patlamasından korkuşuma. Çünkü benim neznimde düdüklü tencereler bombalardan daha tehlikeliydi. Yemek yapmayı da diğer pek çok şey gibi seninle sevdim ben, senden öğrendim. Şimdi bütün hatıralarımızın üzerine göz yaşlarım damlıyor.”Güzel olan her şeye sinmiş o kederden.”

Paylaştıkça çoğalan bir hayattı bizimkisi. Paylaşmak… Paylaşmak, kendinden çıkıp başkası olma, başkasına yaşam suyu akıtmaktır. Başkasında yaşamaktır. Bu olmadan insanında olmayacağını, varoluşun da olmayacağını bilmektir. Paylaştık biz seninle, güzele dair ne varsa, yüreğimize ne aldıysak. Heybemize doldurduklarımızla yürüdük yolumuzu. Seninle birlikte adımladığımız yollarda şimdi hatıralarımızla yürüyorum. Yürek yangın yeri… O zaman için son olduğunu bilmediğim, son sarılmamız geliyor hatırıma. Medya Savunma Alanları için görev aldığımda, Avrupa’ya geçmek üzere yol bekliyordun. Seninle gelmemi istiyordun. Ama görev yerine getirildiğinde ayrılığın zor olmadığını da bana sen öğretmiştin. Üstelik ilk defa gitme önceliği bendeydi, kalan sen oluyordun. “Abi ben şimdi gidiyorum. Yüreğimi sana yoldaş ederek gidiyorum. Birkaç güne sende yola çıkacaksın. Ve böylece ikimiz de bizi buluşturan Rojava topraklarından sevdalarımızla, özlemlerimizle, sevinçlerimizle, acılarımızla.. velhasıl tüm yaşanmışlıklarımızla ayrılmış olacağız. Seninle burada kavuşmak büyük bir mutluluktu, şimdi aynı yerde ayrılıyor olmak da bir o kadar büyük bir hüzün benim için. Hatıralarımız ayak izlerimizi bıraktığımız, terimizi, kanımızı döktüğümüz bu topraklarda duracaklar. Gittiğin yerde kendine çok iyi bak, bir nevi memlekete dönüyorsun sayılır. Bana ait iki can emanet ediyorum sana, onlara iyi bak. Sevdiklerime, İzmir’e selam söyle. İzmir’in ışıklarına baktığında bir gün mutlaka yeniden sokaklarında dolaşacağımızı düşle. Elimizde Komünar bayrağı ile. Seni çok seviyorum.”

“Sen şimdi gidiyorsun. İsterdim ki benimle gel. Ama sen dağları istiyorsun. Peki öyleyse git. Söz vereceksin. Kendine iyi bakacak, kendini koruyacaksın. Duyarım ki sana bir şey olmuş o vakit gerisini sen düşün.” Gözlerim dolmuştu, “tamam savaş uçaklarından hızlı koşacağım.” demiştim, gülmüştük. Görüyordum, kaygılıydın geride bırakıyor olduğun için. Çünkü sanırız ki ölüm haberleri hep savaş mevzilerinden gelir. Öyle olmadı. Birkaç ay sonra İzmir’e komşu topraklardan göndermiş olduğun bir paket ulaşmıştı elime. Kırmızı, camdan bir küreydi avuçlarımdaki. Tek bir cümle yazmamıştın. Çünkü ne yazmış olsanda o kürenin anlamına yetmeyeceğini iyi bilmiştin. Dağlarda, çantamın içinde taşıdığım kiloda hafif, anlamda ağır en değerli yüküm oldu kırmızı küremiz. Sonra bir gün, günlerin ışıl ışıl cıvıltısına kapkara bir sıkıntı damlası düştü. Artık gönül koydum Temmuz ayına. Bir temmuz gününde varmıştım karargaha kavuşmuştuk birbirimize yine bir temmuz gününde sonsuzluğa kanat açtın. Bir yürek yarası daha açtı Temmuz. Canımı can diye verebilmek sana, nefesimi nefes diye katabilmek soluğuna, sen çiçekli yolda yürürken Rasih’e Mehmet Ali’ye, göğsünün kafesinde yürek olup çarpabilmekti yaşam. Ömrümü ömür diye verebilmekti. Elbette ki doğru zamanda doğru yerde yürüdüğünüz çiçekli yoldan bizler de geçeceğiz. Ama şimdi ne olur bir de sen gitme!

“Gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime.

Yok, gitme!

Gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor,

Özlemeyi yutkunuyorum;

Sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor

Şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor,

Yok… gitme!

Gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle…”

Hoşça kal yerine,

Ayrılığı ölümden zor belleyenlerin, ölümün ayırıcı yakıcılığını yaşamadıklarını düşünürüm. Büyüklerimiz ölümden gayrı her şeyin çaresi var demişler. Yaşanılan toplumsal deneyimlerin vardığı bir sonuçtur bu. Annem de “yedi dağın ardında olsun, canı sağ olsun” derdi. Devrimci mücadele içerisinde bu söz her daim benim yürek heybemde taşıdığım gücüm olageldi. Kimin ne zaman nerede olacağını parti bilir. Yoldaşlarımızla mücadele alanlarımızın ayrılığı yüreğimize hep hasret doldurur. Olduğumuz mücadele alanlarında, -dağda, şehirde, zindanda- parti değerlerimizi yüceltiyor olduğumuz, partimizin kesin zaferine pratiğimizle katkı sağlıyor olduğumuz müddetçe bu fiziki ayrılıkların anlam kazandığının bilincindeyiz. Ayrılığın, bedenlerimizin uzaklaşmasıyla değil partiyi, yoldaşlarımı kendinde hissetmemekle başladığının bilincindeyiz. Öncüm “bizler ne bu zamanın gerillası ne de bu zamanın hakikat savaşçılarıyız. Mücadele bizlere zamansız ve mekansız olmayı zorunlu kılıyor” diye yazmıştı mektubunda. Mehmet yoldaşın deyimiyle “hiçbir yerdeyken her yerde” olmaktır bu. Bizler… komünarlar….yanan gökyüzünde hiç durmadan uçan ateş kuşları…Bir şeyin gerçek olduğunu biliyoruz, yoldaşlarımızın yüreklerinin. Paramaz Kızılbaş yoldaşın söylediği gibi, her yürek devrimci bir hücredir. Boran’ın yüreği devrim mücadelemizin zaferine, bu zaferin gerillaları komünarlara bağlı devrimci bir hücreydi. O yürek atmaya devam edecek. Çünkü Boran yüreklerimize gücümüzün kaynağı sevme eyleminin tohumunu ekti. O tohum toprağına tutundu ve tomurcuk patladı: yürek yürek hücre hücre.

15 Ekim günü yazıyorum sana bu satırları. Dağlarımıza yağmur yeni yeni düşmeye başlarken, selam etmek için sana, yoldaşa, abiye, yürekte olana. Biliyorum “sana hoşçakal diyemem, ama şimdi gitme vakti, yüreğimde hasret biter, umutsuz olma yeter! ”

İmera Fera Yeşilgöz

Medya Savunma Alanları

15.10.2022

2322

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Sayfalar