Pazartesi Haziran 3, 2024

Ankara’nın grisinden dağların yeşiline dört mevsim…(SEFAGÜL ASLAN)

Medya Savunma Alanları’nda bulunan TİKKO gerillalarından Sefagül Aslan, 23 Ekim 2015’te, Dersim-Şahverdi’de Cengiz İçli (Ünal) ve Hakan Çakır (Yurdal) ile birlikte şehit düşen TİKKO gerillası Özgüç Yalçın (Sefkan); 23 Nisan 2018’de Dersim-Aliboğazı’nda şehit düşen Gül Kaya (Nergiz) ve Hasret Tanrıverdi (Çiğdem) ile 18 Ağustos 2016’da Colemerg-Qilaban’da şehit düşen Şakir Ek (Arhat Ba)’yı anlattı. Onlar için “Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar” diyen ve elimize e-posta yoluyla ulaşan yazıyı haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

Dört mevsimi Ankara’nın griliğinde yaşamış, başka bir mevsim görmek yaşamak için farklı zamanlarda yönünü dağların yeşiline çeviren dört gerilla: TİKKO gerillaları Hasret, Gül, Özgüç ve HPG gerillası Şakir (Arhat)…

Hayatlarının bir döneminde binlerce devrimcinin, siperdaşın oturup bir çay sohbeti yaptığı Sakarya Caddesi’nden “onlar” da geçtiler.

Ankara’nın en güzel yanının, İstanbul’a dönüş yolu olduğunu söyleyen Ankara karşıtlarına inat, en güzel yanının dağa gidiş yolu olduğunu gösterdiler. Ankara’da yaşamayıp da birkaç günlüğüne gelenlerden en çok da bu söz duyulur. “Siz nasıl yaşıyorsunuz burada” diye. Üniversite için gelenler ilk yıllarında sevmeseler de sonrasında ilginç bir kopamama hali baş gösterir her birinde. Ve Ankara savunmaları başlar.

“Ankara devrimciliği”nin elbette incelenmesi gereken kendine has özellikleri vardır. Sanki kocaman bir şehirmiş, insanlar hiç vakit bulamıyormuş gibi eylemlerde yaptığın sohbetleri Sakarya yada Yüksel Caddelerinde bir kafede yada barda sürdürürsün. Herkesin iç içe olduğu bu iki cadde arasında sıkışan devrimciliği bir şekilde üniversiteyi bitirene kadar sürdürürsün. Sonrası fani dünyanın fani işlerine kaptırıp gidersin kendini…

Yaz oldu mu boşalır Ankara. Sonbaharın gelmesiyle devam edersin kaldığın yerden.

İşte bu dört arkadaş, dört mevsimin -belki de bulsalardı beşincisinde de- devrimcilik yapmak için Yüksel-Sakarya arası sınırlı yürüyüşlerini, dağlarda sınırsız bir yürüyüşe çevirmenin arayışı içinde oldular. Bu öylesine bir arayıştı ki sistemin kalbinden çıkıp, yine sistemin kalbini durdurmaya çalışan mücadelenin parçası kılmaktaydı, arayanı, arayış derdine düşeni…

Daha özgür bir hayatın kapıları…

Şu meşhur TC helikopterinin vurulduğu sırada gerillanın sarf ettiği “Kobra ket, kobra ket saet xweş” sözlerinin sahibi Şakir Heval, Amed’den üniversite okumak için geldiği Ankara’da -belki de okuduğu bölümden olacak- felsefik tartışmaların içinde hakikati arıyordu. Bir arayış içerisindeydi, bu süreçte yolları Özgüç, Hasret, Gül yoldaşlarla da kesişti. Mücadele üzerine derin sohbetler yapıldı orada.

Herkes yaptığı sınırlı devrimcilikten rahatsızdı. Daha yüksek, daha ileride bir mücadeleye ihtiyaç vardı. Alışıldık, bilindik, sınırlı bir devrimcilik belki herkes için bir başlangıçtı Ankara’da. Ama bazılarının payına ya ileriye atılmak ya da üniversiteler bitene kadar böyle devam etmek düşer. Onun için çabuk davranmak gerekir. Başka türlü başladığında başladığın noktanın da gerisine düşersin.

Ankara’daki üniversiteler, bir başlangıçtır devrimcilik için, bazense bir bitişidir devrimciliğin.Rahatlıktır ama bazen de düşmanın en denetimli olduğu yerde hareketsizlik, sınırlılıktır. Bunun için üniversitede yaptığın tercihler gibi bir tercih daha yaparsın bu aşamada. Bir sınav daha verirsin. Ama bu sefer önünde daha sınırsız, daha özgür bir hayatın kapıları açılır. Ve her zaman olduğu gibi istekler kendilerine bir yol bulur. Amacını büyütenler, ona ulaşmak için araçlarını yaratır. Önce Özgüç, ardından Hasret, sonra Şakir, en son Gül…

En son mu? Yok hayır doğru değil bu söz. Gül’ün ardından da gidenler ve onları yazanlar var. Ancak ne kadar yazılsa da en güzel sözler, savaş alanlarında söylenir.

Kimse efkarlanmasın, herkesin yeri hazır…

Özgüç, zayıf bedeni yaralı, faşizmin zindanlarında işkencede tıpkı önderi Kaypakkaya gibi tek bir söz etmedi. Yaralı bedeni işkenceyle daha da kötüleşti. Ancak bilinci ayaklanmıştı. Belki sadece gülümsemek gibi en ciddi şeyi yaptı, kim bilir… Özgüç anlatılsın genç işçilere, emekçilere, “o bizim kardeşimizdi” densin. “Küçücük bedeniyle tüm işkencecileri, işkenceleri paramparça etti” densin.

“Sizin dağ dediğiniz bizim oralarda tepedir” demişti bir Dersimli yoldaşına. Belki de işkencecilere de “sizin işkenceniz, benim bedenimde açan bir güldür sadece” demiştir kim bilir… Zindanda, dağda faşizmin yenilemeyeceğini söyleyenlere Özgüç’ü anlatacak tarih.

Hasret, militanlığıyla yaşarken anlatılırdı. Ölürken, daha da büyüğünü yaptı. Yetmedi üniversiteler, Ankara sokaklarında yaşanan çatışmalar… Hep daha fazlasını istedi mücadelede. Düşmana teslim olmamak için kalan tek kurşununu da kendine sıkan Hasret, ölürken de büyük öldü. Aslında bu cüreti gösteren ilk devrimci değildir o… Kendisinden önce düşmanın eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan atan kadınların devamcısı, takipçisidir o, şimdi…

Gül, daha çocuk olmadan büyümüş, çok genç yaşında gençliğin önder kadrolarından biri olmuştu. Şakir’in dağa çıktığını ilk duyduğunda “Helal olsun” demişti. Kendisi için efkarlanmıştı. O da efkarını Munzur’a akıttı. Politik derinliğini, eylemle-gerillayla buluşturmak için çıktı Dersim’e. Şimdi onun da ardından “Helal olsun” denilsin. Ama kimse efkarlanmasın, herkesin yeri ve silahı hazır, dağ başlarında.

Şakir, çok sevdiği felsefik tartışmaları amfilerde sürdürmek istemeyenlerdendi. O hakikat derdi hep, bazen gündüz gözüyle sokaklarda fenerle dolaşan Diyogen’e anlam veremeyenlere inat insanları, hakikati bulma çabası hiç bitmedi.

Tesadüf odur ya, 24 Nisan’da başlattığı gerilla yürüyüşünü, hem silahı hem kamerasıyla sürdürdü. Devletin bas bas arızadan kaynaklı helikopterin düştüğü yalanlarını, o gerilladaki silahı olan kamerasıyla “Kobra ket, saet xweş” sözleriyle alt üst etmişti. O kamerasıyla, savaş alanlarında, devletin yalanlarını paramparça eden gerilla gerçekliğini bir fener gibi aydınlatıyordu.

Kim diyebilir öldü onlar diye. Şimdi onlar, Sakarya ya da Yüksel’de bir yerlerde oturmuş, ikna ediyorlardır birilerini ya da faşizmden kaçanlara “gerçek kurtuluş bu değildir” diyorlardır belki de.

Üst araması yapar dağ

yüreğine, korkularına varana kadar yoklar

durur, bir daha yoklar

ya çıkarsın

ya gözleriyle takip eder seni

inene kadar…

Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar. Dağlar, hayran kaldı onların yiğitliklerine. Şimdi onların ardından gelen herkese bu dört yiğidin kahramanlıklarını anlatır dururlar.

32252

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Sayfalar