Cuma Mayıs 10, 2024

Ankara’nın grisinden dağların yeşiline dört mevsim…(SEFAGÜL ASLAN)

Medya Savunma Alanları’nda bulunan TİKKO gerillalarından Sefagül Aslan, 23 Ekim 2015’te, Dersim-Şahverdi’de Cengiz İçli (Ünal) ve Hakan Çakır (Yurdal) ile birlikte şehit düşen TİKKO gerillası Özgüç Yalçın (Sefkan); 23 Nisan 2018’de Dersim-Aliboğazı’nda şehit düşen Gül Kaya (Nergiz) ve Hasret Tanrıverdi (Çiğdem) ile 18 Ağustos 2016’da Colemerg-Qilaban’da şehit düşen Şakir Ek (Arhat Ba)’yı anlattı. Onlar için “Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar” diyen ve elimize e-posta yoluyla ulaşan yazıyı haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

Dört mevsimi Ankara’nın griliğinde yaşamış, başka bir mevsim görmek yaşamak için farklı zamanlarda yönünü dağların yeşiline çeviren dört gerilla: TİKKO gerillaları Hasret, Gül, Özgüç ve HPG gerillası Şakir (Arhat)…

Hayatlarının bir döneminde binlerce devrimcinin, siperdaşın oturup bir çay sohbeti yaptığı Sakarya Caddesi’nden “onlar” da geçtiler.

Ankara’nın en güzel yanının, İstanbul’a dönüş yolu olduğunu söyleyen Ankara karşıtlarına inat, en güzel yanının dağa gidiş yolu olduğunu gösterdiler. Ankara’da yaşamayıp da birkaç günlüğüne gelenlerden en çok da bu söz duyulur. “Siz nasıl yaşıyorsunuz burada” diye. Üniversite için gelenler ilk yıllarında sevmeseler de sonrasında ilginç bir kopamama hali baş gösterir her birinde. Ve Ankara savunmaları başlar.

“Ankara devrimciliği”nin elbette incelenmesi gereken kendine has özellikleri vardır. Sanki kocaman bir şehirmiş, insanlar hiç vakit bulamıyormuş gibi eylemlerde yaptığın sohbetleri Sakarya yada Yüksel Caddelerinde bir kafede yada barda sürdürürsün. Herkesin iç içe olduğu bu iki cadde arasında sıkışan devrimciliği bir şekilde üniversiteyi bitirene kadar sürdürürsün. Sonrası fani dünyanın fani işlerine kaptırıp gidersin kendini…

Yaz oldu mu boşalır Ankara. Sonbaharın gelmesiyle devam edersin kaldığın yerden.

İşte bu dört arkadaş, dört mevsimin -belki de bulsalardı beşincisinde de- devrimcilik yapmak için Yüksel-Sakarya arası sınırlı yürüyüşlerini, dağlarda sınırsız bir yürüyüşe çevirmenin arayışı içinde oldular. Bu öylesine bir arayıştı ki sistemin kalbinden çıkıp, yine sistemin kalbini durdurmaya çalışan mücadelenin parçası kılmaktaydı, arayanı, arayış derdine düşeni…

Daha özgür bir hayatın kapıları…

Şu meşhur TC helikopterinin vurulduğu sırada gerillanın sarf ettiği “Kobra ket, kobra ket saet xweş” sözlerinin sahibi Şakir Heval, Amed’den üniversite okumak için geldiği Ankara’da -belki de okuduğu bölümden olacak- felsefik tartışmaların içinde hakikati arıyordu. Bir arayış içerisindeydi, bu süreçte yolları Özgüç, Hasret, Gül yoldaşlarla da kesişti. Mücadele üzerine derin sohbetler yapıldı orada.

Herkes yaptığı sınırlı devrimcilikten rahatsızdı. Daha yüksek, daha ileride bir mücadeleye ihtiyaç vardı. Alışıldık, bilindik, sınırlı bir devrimcilik belki herkes için bir başlangıçtı Ankara’da. Ama bazılarının payına ya ileriye atılmak ya da üniversiteler bitene kadar böyle devam etmek düşer. Onun için çabuk davranmak gerekir. Başka türlü başladığında başladığın noktanın da gerisine düşersin.

Ankara’daki üniversiteler, bir başlangıçtır devrimcilik için, bazense bir bitişidir devrimciliğin.Rahatlıktır ama bazen de düşmanın en denetimli olduğu yerde hareketsizlik, sınırlılıktır. Bunun için üniversitede yaptığın tercihler gibi bir tercih daha yaparsın bu aşamada. Bir sınav daha verirsin. Ama bu sefer önünde daha sınırsız, daha özgür bir hayatın kapıları açılır. Ve her zaman olduğu gibi istekler kendilerine bir yol bulur. Amacını büyütenler, ona ulaşmak için araçlarını yaratır. Önce Özgüç, ardından Hasret, sonra Şakir, en son Gül…

En son mu? Yok hayır doğru değil bu söz. Gül’ün ardından da gidenler ve onları yazanlar var. Ancak ne kadar yazılsa da en güzel sözler, savaş alanlarında söylenir.

Kimse efkarlanmasın, herkesin yeri hazır…

Özgüç, zayıf bedeni yaralı, faşizmin zindanlarında işkencede tıpkı önderi Kaypakkaya gibi tek bir söz etmedi. Yaralı bedeni işkenceyle daha da kötüleşti. Ancak bilinci ayaklanmıştı. Belki sadece gülümsemek gibi en ciddi şeyi yaptı, kim bilir… Özgüç anlatılsın genç işçilere, emekçilere, “o bizim kardeşimizdi” densin. “Küçücük bedeniyle tüm işkencecileri, işkenceleri paramparça etti” densin.

“Sizin dağ dediğiniz bizim oralarda tepedir” demişti bir Dersimli yoldaşına. Belki de işkencecilere de “sizin işkenceniz, benim bedenimde açan bir güldür sadece” demiştir kim bilir… Zindanda, dağda faşizmin yenilemeyeceğini söyleyenlere Özgüç’ü anlatacak tarih.

Hasret, militanlığıyla yaşarken anlatılırdı. Ölürken, daha da büyüğünü yaptı. Yetmedi üniversiteler, Ankara sokaklarında yaşanan çatışmalar… Hep daha fazlasını istedi mücadelede. Düşmana teslim olmamak için kalan tek kurşununu da kendine sıkan Hasret, ölürken de büyük öldü. Aslında bu cüreti gösteren ilk devrimci değildir o… Kendisinden önce düşmanın eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan atan kadınların devamcısı, takipçisidir o, şimdi…

Gül, daha çocuk olmadan büyümüş, çok genç yaşında gençliğin önder kadrolarından biri olmuştu. Şakir’in dağa çıktığını ilk duyduğunda “Helal olsun” demişti. Kendisi için efkarlanmıştı. O da efkarını Munzur’a akıttı. Politik derinliğini, eylemle-gerillayla buluşturmak için çıktı Dersim’e. Şimdi onun da ardından “Helal olsun” denilsin. Ama kimse efkarlanmasın, herkesin yeri ve silahı hazır, dağ başlarında.

Şakir, çok sevdiği felsefik tartışmaları amfilerde sürdürmek istemeyenlerdendi. O hakikat derdi hep, bazen gündüz gözüyle sokaklarda fenerle dolaşan Diyogen’e anlam veremeyenlere inat insanları, hakikati bulma çabası hiç bitmedi.

Tesadüf odur ya, 24 Nisan’da başlattığı gerilla yürüyüşünü, hem silahı hem kamerasıyla sürdürdü. Devletin bas bas arızadan kaynaklı helikopterin düştüğü yalanlarını, o gerilladaki silahı olan kamerasıyla “Kobra ket, saet xweş” sözleriyle alt üst etmişti. O kamerasıyla, savaş alanlarında, devletin yalanlarını paramparça eden gerilla gerçekliğini bir fener gibi aydınlatıyordu.

Kim diyebilir öldü onlar diye. Şimdi onlar, Sakarya ya da Yüksel’de bir yerlerde oturmuş, ikna ediyorlardır birilerini ya da faşizmden kaçanlara “gerçek kurtuluş bu değildir” diyorlardır belki de.

Üst araması yapar dağ

yüreğine, korkularına varana kadar yoklar

durur, bir daha yoklar

ya çıkarsın

ya gözleriyle takip eder seni

inene kadar…

Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar. Dağlar, hayran kaldı onların yiğitliklerine. Şimdi onların ardından gelen herkese bu dört yiğidin kahramanlıklarını anlatır dururlar.

32089

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar