Çarşamba Mayıs 29, 2024

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Sorunun özü, başlıkta da ifade edildiği gibi; insan soyunun, tarihin bir kesitinde üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezen-ezilen cins olarak sınıfsal bir ayrışıma uğramasıyla, anaerkil sistemden, erkek egemen sisteme geçilerek, cinsler arası eşit haklar ilkesinin ortadan kaldırılarak, kadının köleleştirilmiş olmasıdır. Ve böylece o kesitten itibaren toplumun başlıca çelişmelerinden birisi de ezen-ezilen cins çelişmesi olagelmiştir.

Ataerkilizm, kendisi de bir sistem olmakla birlikte, ancak kendi başına yalıtık bir şey olmayıp, sürecin egemen özel mülkiyet sistemlerine entegre olarak varlığını sürdürür. Nasıl ki geçmişte köleci ve feodal sisteme içkindiyse; bugün de kapitalist sisteme içkindir.

Bunun özel anlamı şudur: Ataerkilizme karşı mücadele, kaçınılmaz olarak, mevcut sınıflı topluma karşı mücadeleyle (ki, henüz sınıf çelişkilerinin ve de mücadelelerinin sürdüğü sosyalist toplumların ilk ve orta evrelerinde de) ortaklaşmak zorundadır. Çünkü nihai çözümünü ancak ki onu var eden ve her seferinde yeni biçimler altında yeniden-yeniden üretip geliştiren üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sisteminin (hukuku, kültürü, örf ve adetleriyle) tümden ortadan kaldırılıp, tarihin çöplüğüne atılmasıyla bulabilecek karakterde bir sorundur bu.

Sorunun özünün ve nihai çözümünün böyle olması, ona karşı yani sırf ataerkilizme karşı mücadeleyi güncel ve anın mücadelesi olmaktan çıkarmaz. Geçmiş dönem yanılgılarımızın aksine (ki bu yanılgılar, sınıfsal perspektif dışı, tepkisel bir yığın anlayış ve yaklaşımların ortaya çıkmasının da zeminlerinden olmuştu.) bu çelişme asgari çözümünü rahatlıkla mevcut toplumsal realiteler içinde de bulabilir karakterde bir sorundur. Çünkü sorun nihayetinde bir demokrasi sorunudur. Demokrasi mücadelesinin bazı unsurları özgülünde (örneğin ezen-ezilen cins, ulus ve inanç sorunları gibi) mevcut sistemler içerisinde de geliştirilebilir ve çok esaslı kazanımlar elde edilebilir bir boyuta sahiptir.

İnsanları şekillendiren ana unsur toplumsal sistemdir. Yani o sistemin egemen ideolojisi ve kültürüdür. Okullarından, ailelerinden, kışlalarından tutun da üretim birimlerine kadar her yerde kadınıyla erkeğiyle her birey o egemen değer yargılarınca şekillendirilir. Yani doğuştan ya da doğasal olarak değildir insanlarda ki kötülükler. "Kötü" veya "iyi" olanı belirleyen ve bireylere ta bebeklikten aşılayan erk, mevcut atarekil/ kapitalist sistemin doğrudan kendisidir. (Ve ama şu da bir gerçek ki; bunun bilincine varan bireyler, kesinlikle hem kendilerini bu kötünün dışına çıkarabilir ve hem de kendilerinden olan yeni nesil insanları alternatif kültürle yetiştirebilir. Ateist yapabileceği gibi, kadın ve erkeğin tam hak sahibi ve kendi bedenleri üzerinde tasarruf hakkına sahip özgür bireyler olarak da yetiştirebilirler) 

Sorun sistem sorunudur derken; anlamamız gereken işte tamda budur bir boyutuyla. Çünkü sistem bir kez egemen hale geldimiydi, kadını da erkeği de o sistemin birer uygulayıcısı yapar ve böylece her iki cinsi de değişen oran ve karakterlerde o sistemin mağduru/ kurbanı haline sokar. Çünkü sistem her iki cinsin biati ve kabullenmesi üzerinden meşruiyetini oluşturur ancak ki. Sınıf ve özellikle de cins bilinci edinememiş kadınların ataerkil değerleri nasıl 'normal'/ 'doğal' ve de 'tanrısal buyruk' algısıyla kabullendiği, uyduğu ve uygulayıcısı olduğu, kendisinden türeyen erkeği nasıl ‘efendi’ kadını da nasıl 'köle' olarak yetiştirdiği hepimizin malumu. 

İşte bu yüzden ataerkilizm kadının da (elbette baskın olarak kadının) erkeğin de ortak düşmanıdır. İşte bu yüzden ataerkilizme karşı mücadele, sınıf ve cins bilinci edinmiş kadın ve erkeğin ortak mücadelesiyle ancak ki alt edilebilir diyoruz. Yani bu bir keyfiyet değil; çelişmenin doğasının dayattığı bir zorunluluktur.

Bu biraz da şuna benziyor: Ezen-ezilen ulus sorununda Marksistler ezen ve ezilen ulus halkının ortaklaşa mücadelesinin başarı sağlayabileceğini söylerken; hevaller bunu şovenizmle itham edip şiddetle karşı çıkarlardı. Sonra hayat onlara da doğru yolu gösterdi ve nihayet bugünkü yaklaşım ve tutumlarına evrilebildiler.

Ama sınıf bilinci edinmiş kadın arkadaşların böylesi dar deneyci bir tecrübeyi yaşamaları gerekmiyor sanırım. Çünkü ellerinde Diyalektik- materyalizm kılavuzu var nede olsa, değil mi?

O halde anlamı ne ezen-ezilen cins çelişmesinin çözümü mücadelesinin öznesini sadece kadınlar olarak belirlemenin ve safları sadece kadınlardan oluşturmanın? 

Anlamı ve gereği ne Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamasını topal ördek yapmanın? Yani neden bu sisteme karşı cins ayrımı yapmadan birleşilebilecek tüm dinamiklerle birleşmek hedeflenmiyor da birleşik cephe darlaştırılarak marjinalize edilmek isteniyor? Kime ve neye hizmettir bu?

 

2239

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Sayfalar