Pazar Mayıs 19, 2024

Avrupa’da Alevi hareketinin çıkmazı….

Alevi toplumuna dönük bütün çirkef saldırı ve katliamların ardında her zaman siyasi bir zemin oluşturulmuştur. Toplumun en kırılgan ve toplumsal çelişkinin en hassas noktasından birini oluşturması açısından da önemlidir.

Bu anlamıyla hem devrimci yaklaşım hem ulusal hareket hem de Alevi örgütlenmeleri tarafından ciddiyetle ele alınması gereken önemli bir konu olarak varlığını korumaktadır. Zira mevcut iktidar süreci, faşizmin ülkedeki açık diktası, Kürt ulusu başta olmak üzere azınlıklara yönelik saldırıların boyutlanması, devrimci muhalefetin yükselmesine karşı faşist devletin tepki ve yaklaşımıdır. Yine bu ırkçı-faşist uygulamalara yönelik her toplumsal katmanda ısrarlı bir karşı koyuştur.

Her ne kadar genel yaklaşım Avrupa’daki Alevi hareketi olmasına karşın kökeni ve köklerinin ülkedeki siyasi gelişmelerin önemli bir parçası olması nedeni ile geniş bir yelpazede ele alınmasını getirmektedir.

90 yılların başında kurulan Avrupa Alevi hareketi esasen 1993 Sivas/Madımak katliamının ardından ciddi bir güce ve örgütlenme ağına ulaşmıştır. Alevi toplumunun siyasal ve inançsal tepkisini iyi değerlendirerek örgütlenme alanlarını ve yüzlerce kurumu oluşturması açısından önemli bir moment yakalamıştır.

Katliamın siyasal, tarihsel ayağı ve devlet olgusuyla beraber ele alınıp deşifre edildikçe Alevi toplumu üzerindeki devlet etkisi kırılmaya yüz tutmuş ve devamında ciddi örgütlenme ile Aleviliğin kendi gerçekliliğiyle yüzleşmesi ve somut yansıması daha net olmuştur. Kendi içindeki farklı toplumsal ve inançsal katmanların varlığı ve devlet (şovenist) yaklaşımının etkisi, gelişmenin ve siyasal bir güç olma yolunu her dönem tıkamıştır. Sivas Madımak Katliamı ardından esasen Alevi hareketinin devlet geleneğiyle açıktan yüzleşmesi bu gerici eksenden uzaklaşmasını beraberinde getirerek bu örgütlenmenin demokrasi istem ve yaklaşımını ve diğer demokrasi güçleriyle ortak hareket noktası yakalamasına önemle vesile olmuştur.

Avrupa da Aleviliğin ders olarak okutulmasından Aleviliğin tanıtılmasına ve demokrasi güçleriyle ilişkilenmeye varan örgütlü bir güç olma bu moral ve kazanımlarını ülkedeki Alevi hareketinin gelişimine aktarması açısından büyük önem taşımıştır. Cem Vakfı gibi devlet güdümlü Aleviliğin asimilasyonu üzerinden çıkar ağı oluşturan yapıların önüne de önemli engel teşkil etmiştir. Bu mücadele açık veya kapalı Avrupa örgütlenme sürecinde de yaşanmıştır.

Ali siz Alevilik, Dedeler kurumu ve Aleviliğin İslam’ın içinde mi dışında mı tartışmaları vb. demokrasi güçleriyle ortak hareket etme, özellikle de Kürt hareketiyle birlikte olmama yönlü ayak direme “Biz inançsal kurumuz siyaset tartışmayız” gibi geri yaklaşımlar, bunu aşmaya çalışan alevi hareketi açısından hep ayak bağı olmuştur.

Toplumsal ve demokrasi mücadelesinin dışında kendisini tutan bu mantık özellikle toplumsal tepki ve reflekslerin gösterildiği dönemlerde alevi hareketinin önünde ve gelişiminde hep engel teşkil etmiştir.

Yerel örgütlenmelerde bu anlayışın nüveleri her daim çokça yaşanmıştır. Demokratik gelişimin ve ortak mücadele kazanımlarının önü bu mantık temsilcileri tarafından bilinçli bir şekilde kapatılmaya çalışılmıştır Buda enerjinin boşuna gereksizce tartışmalarda boğulmasına neden olmuştur. Kurumlarının eklektik bir toplumsal taban oluşturmasındaki zorluklar ve bunu aşmadaki yetersizlikler özellikle durgun ve uzun dönem sessiz kalan hareketin bu rotaya girmesini kolaylaştırmıştır.

Bu yılda 2 Temmuz anma süreci aslında bu durgunluk ve kısır girdabı kırmanın ufak bir adımını oluşturabilirdi. Ancak bu yönlü mücadele eden arkadaşların eklektik kaygıya boyun eğmeleri ya da uzlaşıcı çizgi maalesef gerici değirmene su taşımıştır. Demokrasi ve birlikte yürüme ortak mücadelenin kazanımları törpülenmiştir.

Avrupa da ki Kürt ve demokrasi güçleri esasen Türkiye’deki faşist baskı ve temsil ettiği toplumsal tabanın sesi olmaya çalışan bir eksen de durmaktadırlar. Bu anlamıyla oradaki devlet terörüne ve haksızlıklarına erken bir tavır ortaya konulmaktadır.  Bu terör ve faşizan baskı esasen alevi kurumları dahil tüm demokrasi mücadelesi veren kurumları yakinen ilgilendirmektedir. Çünkü başta iktidar ve kolluk güçlerinin uyguladığı politikalar bu zemini direk etkilemektedir.

Tekçi devlet politikasının  iktidar ayağınca uygulanması her toplumsal kesimi olumsuzca etkilemektedir. Her bir toplumsal kesime yapılan saldırı bir diğerine zemin hazırlamaktadır. Kürt halkına yönelik linç saldırısı Alevilere yönelik nefrete ve tekçi zihniyete dönüşüyor.

Bu tekçi zihniyet Ermeni düşmanlığı ile örtüştürülüyor. Sonuçta bunun mücadelesini veren devrimci ve aydın kesiminin katledilmesi ya da hapishanelere konulmasını getiriyor. Bu  ayrıştırıcı zihniyet kadınların katledilmesine olanak sunuyor. Farklı ulusa, inanca azınlığa, kültüre, cinse bakış açısı her farklı toplumun karşılaşacağı katliam ve zora dönüşüyor. Ortak bir saldırı ancak ortak güçlerin askeri oranda bu saldırıları toplumsallaştırabilmesi ile geriletilir.

Kısacası Avrupa alevi hareketi ve tabanı bu demokrasi güçlerinden yalıtılamaz. Bu noktada çaba içerisinde olan kesimlerin uzlaşıda dikkat etmesi gereken temel ilkeleri koruması gerekiyor. İslamlaştırılmış ve asimile anlayışına yakın mantığın daha fazla tartışılması ve doğru tarzda yazılması gerekiyor. Durgunluğu fırsata çeviren özellikle Cem Vakfı gibi çevrelerin düşünce ve yaklaşımları deşifre edilmelidir. Demokrasi güçleri ise esasen alevi kurumlarındaki ilerici harekete destek sunabilmelidir. İlişki ve etkileme her zamankinden daha fazla çaba gerektiriyor.

Türkiye’de de çıkmaza giren Avrupa’da demokrasi güçleri tarafından deşifre edilen politikalarına karşılık deşifre eden güçleri geriletmek için faşist örgütlenmesini ve saldırganlık ağını geliştiriyor.

Esas olarak bu saldırıyı görüp tüm demokrasi güçlerini bir araya getirerek karşı koymanın acil önemini kavramalıyız.

2185

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

Sayfalar