Pazar Mayıs 19, 2024

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Savaşları bu dünyaya ezilenler değil, ezen sömürücü sınıflar getirdi. Ve onlar, kendi sınıfsal çıkarları için halkları boğazlamaya devam ediyorlar. Suriye’de iki yıldan fazladır süren budur. Dünyanın gözleri önünde Süriye halkı boğazlanırken, ABD ve yandaşları bununla yetinmeyip, daha büyük bir saldırıyı gündeme getirme hazırlığı içine girmiş durumdalar. Ancak, böyle bir emperyalist saldırı Ortadoğu’da daha büyük çalkantıları ve savaşları da beraberinde getireceği bir gerçektir ve bu, ABD’nin bölge halkları nezdindeki teşhirini daha da güçlendirecektir.

Aslında domino taşları çoktan yerinde oynadı. Özellikle Tunus’ta başlayan ayaklanma ve bunun diğer Kuzey Afrika ülkelerine sıçraması, ABD’nin BOP’nin (Büyük Ortadoğu Projesi) de tarihe gömülüşünün adı oldu. Ortadoğu bu tarihten itibaren artık eskisi gibi olmadı ve olmasının nesnel koşulları da kalmadı. Bunun böyle olduğu önümüzdeki kısa vade içinde daha net olarak görülebilecektir. Bu kitle ayaklanmaları, tüm emperyalist saldırı ve demogojilere rağmen, kitlelerin, tarihin dönüştürücü gücü olduğu bir kere daha kanıtladı. Emperyalizmin ve gericiliğin ise kitle hareketleri karşısında fazla da şanslarının olmadığını... Emperyalist hayduttlara düşen ise, kitlelerin devrimci dinamizmini kırmak ya da etnik ve dinsel farklılıkları öne çıkararak, kitle hareketlerini kendi içinde boğma çabalarıdır.

Emperyalistlerin, ülkeler için genel politikası, böl yönettir. ABD Suriye’de de bunu yapmak istiyor. Irak’da bunu kısmen başardı. En azından tohumlarını attı. Halkları dinsel ve ulusal kimliklerinden dolayı birbirine boğazlatmaya devam ediyor. Suriye’de de aynısını yapıyor ve bunu kalıcılaştırmaya ve resmileştirmeye çalışyor. Çünkü, birbirlerine düşman küçük devletlerin baskı altında tutularak halkların ezilmesi ve sömürülmesi ve anti-emperyalist baş kaldırıların önlenmesi daha kolay olur.

ABD’nin BOP şimdi, çöküşünü engellemeye çalışıyor dense yeridir. Ancak, giderek yanlızlaşmaktadır. İngiltere parlamentosu saldırıya karşı çıkarken, Almanya saldırıya katılmayacağını açıkladı. Fransa ise, ABD’nin yanında Ortadoğu’da yeniden söz sahibi olmak istiyor. AB içinde Almanya karşısında etkinliğini bu yolla artırmanın yanında, Fransız tekelci burjuvazisi daha fazla egemenlik alanları istiyor. Bu nedenle de her fırsatta askeri saldırıdan yana tavır alıyor. Libya ve Mali’de olduğu gibi. Ayrıca NATO içinde yer alan bir çok Avrupa ülkesi saldırıya katılmayacaklarını ya da destek olmayacaklarını söylediler. Çünkü, Suriye sorunu, salt burayla sınırlı kalmayıp Ortadoğu’nun kalbinin dinamitlenmesi dense yeridir. İran, Hizbullah ve Irak’lı şiileride çok yakından ilgilendirmektedir.

ABD için Esad’ın kalması ise, bölgede ABD ve İsrail karşıtlarının daha fazla güçlenmesini getireceğini tahmin ediyorlar. Esad’ın ezilmesi, İran ve beraberindeki güçlerin ezilmesi ya da zayıflatılması olarak görülüyor. Diğer yandan dünya jandarması ABD, askeri saldırıyla bir kere daha dünya üzerinde söz sahibi olduğunu teyit ettirmek, kendisinin sözünden çıkanların yerinin neresi olduğunun mesajını da vermek istiyor. ABD halkının ezici çoğunluğu Suriye’ye askeri saldırı seçeneğini reddetmesine karşın, ABD burjuvazisi saldırıdan vazgeçmeyeceğini açıklıyor. ABD emperyalist burjuvazisi, Çin ve Rusya’ya karşı da bu saldırıyla yanıt vermiş olacaktır. Kendi pazarını ve egemenlik alanlarını her şeye karşın koruyacağının mesajı da verilmiş olacaktır.

Bütün bunlara rağmen, emperyalist burjuvazi, artık eskisi gibi rahat değil. Hem kendi aralarındaki pazar ve egemenlik alanlarını genişletme kavgası, hem de kitlelerin hemen hemen her yerde baş kaldırışları, savaş karşıtı oluşları, emperyalist burjuvaziyi oldukça rahatsız etmekte ve engelleyici bir rol oynamaktadır.

ABD ve yandaşlarının Suriye halkına yardım için, katliamları önlemek için kılını dahi kıpırdatmayacağını, tersine katliam ve baskıları artırmak için halkları birbirine kırdırdığı, kendi besleme katilleri vasıtasıyla vahşeti yaşattığını sağır sultan bile biliyor, görüyor. "Gaz bombaları” bahane olduğu da açık. Çünkü Irak en yakın örneği. Ve bugün Irak’da günde ortalama 50’yi aşkın insan yaşamını yitirmektedir. Neden? ABD’nin saldırgan politikasından! Durum bu iken, ABD haydutları, halkları artık kandıramaz.

Türk devleti ise, "bir koyup beş alma" hesabını hala sürdürmektedir. Belki kendilerine de bir pay düşer hesabıyla ABD’nin kuyruğunda gidiyor. AKP hükümetinin Osmanlı hayalleri olmasına karşın, bunu ona kimsenin yedirmeyeceğini bilmemesi ya da bilmezden gelmesi biraz tuaf kaçıyor gibi gözükse de, dincilerin daha farklı düşünme kapasiteleri de olmadığı biliniyor. Elbette bu düşünce tarzı, onların sınıf çıkarlarıyla da örtüşmektedir.

AKP, Kuzey Afrika halk ayaklanmalarıyla beraber, sıfır sorunlu politikadan "sorunlu" politikaya geçti. Elbette bu dönüşüm, ABD’nin bölgeye ilişkin taktik politikalarının yönelimine koşut gelişti. Dış politikasını, bölgede şiilerin ezilmesi ve sunni devletler topluluğunun oluşturulması ve güçlendirilmesi, kendisinin de başı çekmesini üzerine oturttu. Ülke içinde de kendi varlığını saldırı politikası üzerine oluşturdu. İşçi ve emekçi kitlelerine saldırarak hükümet etmeye çalışıyor.

AKP hükümetinin bir "zafere" ihtiyacı var. Aslında o çoktan kaybetti. Haziran (Gezi) ayaklanması onu ayakları altına aldı ve gücünü bitirdi. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yenilmesiyle, kendisinin de bölgede bölgesel güç hayalleri birlikte yıkıldı. Özellikle Suriye’de Esad’ın giderek güç kazanması, batılı emperyalistlerin ve Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin her türlü desteğine rağman dinci çetelerin güç kaybetmesi de buna eklenince, AKP’nin kendi kaderine TV ekranlarında ağlamaktan başka çaresi kalmadı. Bu nedenle, Türk devletinin iflas eden dış politikası için de bir "Suriye" zaferine gereksinimi var. İçeri de kendini belki böyle ayakta tutabileceğini ve dış desteğini yeniden artırabileceğini hesaplıyor. Elbette yanılıyor. Çünkü, ne dış eski dış, ne de iç eski iç.

Bölge de önemli bir güç olan Kürtlerin ve özellikle PKK’nın Suriye’ye müdahale edilmesine karşı çıkması olumlu bir adım. Türk devletinin çok istediği bir şey Kürtlerin çıkarına değil, zararına olacağı kendiliğinden açıktır. Türk devleti, boğmaya çalıştığı Rojava’yı, ABD öncülüğündeki askeri bir müdahale ile Kürtleri bütünüyle ezebileceğini düşünmektedir.

AKP, PKK ile "barış” sorunuda "Suriye zaferi" için yaptı. Aslında, (en azından Türk devleti açısında) ortada bir "barış” yok. Var gibi gösterilmek istendi. İki taraf açısından bir askeri bir saldırmazlık var. Kitleleri "barış” umudu servis edildi. PKK lideri Öcalan’da buna büyük bir katkı sundu. "Ben de dahil herkes özgür olacak" dedi. Kendinden başka da buna kimse inanmadı. İnananlar ise inanmış gibi gözüktü. "inanın" diye sayfa sayfa yazılar yazdılar. Ama öbür yanda ise Rojava Kürdistan’ı yalnız bıraktıklarını göremediler.

Ülkede PKK’yı “barış” adı altında etkisizleştiren AKP hükümeti, emperyalistlerin ve kendilerinin beslemeleri katilleri Rojava üzerine saldı. Ayrıca kendi ordusuna ve özel timlerine bağlı birlikleri sürekli Suriye içine sürdü, Rojava’da Kürtlere karşı savaştılar ve savaşı örgütlediler.

"Geniş düşündüğünü" söyleyen PKK lideri, ülkede ateşkes yaparak Türk devletini rahatlatması, Rojava’yı rahatlatma yerine büyük bir sıkıntıya soktu. Ayrıca "barış” Gezi’ye de çarptı. Gezi barikatları, AKP’nni "barışı”nın bir aldatmaca olduğunu, görmek istemeyenlere net bir şekilde gösterdi. Sonunda, C. Bayık "yanlış yaptık" diyebildi. Çünkü, eğer Kürt ulusu özgür olacaksa bu Türk halkının büyük bir desteği ve mücadelesiyle başarılabilecektir.

ABD ve yandaşlarının Suriye’ye yönelik saldırılarına karşı mücadele etmek, anti-emperyalist savaş mücadelesini ve birlikteliğini geliştirmek vazgeçilmez bir görevdir. Başta komünistler olmak üzere tüm devrimci ve demokratların, Kürt yurtseverlerin görevi bu olmalıdır. Ayrıca, bu savaşa dahil olan Türk devletine karşı ise mücadele daha ileri boyutlara vardırılmalı, kitleleri harekete geçirici taktikler üretilmelidir. Burjuvazinin emperyalist hayallerle başka ülkelere savaşı iç savaşa çevirmek marksistlerin temel ilkesidir.

Yazının başında savaşı bu yeryüzüne ezen sınıfların getirdiğini söyledim. Barışı ise bu yeryüzüne halklar getimiştir. Ezilenlerin birbirleriyle selamlaşmalarının içinde barış ve kardeşlik vardır.

Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. Sokaklar, meydanlar, daha güçlü anti-emperyalist savaş karşıtı gösterileri bekliyor.

Savaşların olduğu bir dünyada "barış ne yana düşer usta" sorusu hep sorulacaktır.

***31.08.2013

102397

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar