Pazartesi Nisan 29, 2024

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

“Ben Sofiya Kuntseviç, Berline Savaşı öldürmek için geldim.”[2] Böyle diyordu bir sovyet kadın partizanı.

Sovyet halkının çok acı çektiği, çok can verdiği ve nice evlatlarını yitirdiği günlerde, dövüşen kadınlarda vardı. Hem de sayısız... 

Onlar, Sosyalist Sovyet vatanlarını savunmak için, savaşın her alanında yer almışlardı ve hepsi de yemin etmişlerdi: “Berlin’e kadar gidip, savaşı öldürecğiz”. Öyle de yaptılar. Düşe kalka, ölülerini gömerek, yaralıları geride bırakarak, bütün Sovyet yurdunu ve Doğu Avrupa halklarını karış karış Nazi zulmünden kurtararak, kan ter içinde Berline vardılar. Nazileri kendi inlerine gömdüler. Sosyalizmin sembolü Kızıl bayrağı, ilk onlar, Alaman emperyalist burjuvazisinin ulusal semboli Brandenburg Tor’un tepesine  diktiler.

II. Emperyalist Savaş’ı kadınlar başlatmadı. Ama kadınlar, savaşı, savaşın başladığı Berlin’de bitirdi.

Kapitalist toplumun en fazla ezilen kesimlerinin başında tartışmasız olarak işçi ve emekçi kadınlar gelir. Kapitalist baskı ve sömürü koşulları erkek egemenliği ile birleşip kadınların üzerine bir kabus gibi çöker. Sovyet kadını, tekrar eskiye dönmemek için hayatları uğruna sosyalist vatanlarını savunmayı seçmişlerdir.

Sovyetler Birliği, kendi sosyalist vatanlarını kurtarmak için tam 26 milyon vatandaşını bu savaşta yitirdi. Yaralı, sakat ve artık tek başına yaşayamayacak denli bir taraflarını savaşta yitirmiş olanaların sayısı ise yitirilenlerden çoktu. Sovyet kadını kendi özgürlüğü için savaşmak zorundaydı. Özgürlüklerine kast edenlere karşı savaştılar ve büyük bedeller ödeme karşılığında da olsa özgürlüklerinin boğulmasına asla ve asla izin vermediler.

Sovyet kadınları, savaşı Berlin'de öldürüp, bütün dünyaya baharı getirdiler.

Sur’a Katliamı Durdurmak İçin Gitmek

Bütün Kürt illeri Türk devleti tarafından bombalanıyor. Evler yakılıp yıkılıyor. Ve korkunç büyük bir sessizlik içinde insanlar katlediliyor. “Kürt illeri yanık insan eti kokuyor.” Hitler Almanya’sının, yahudi gettolarına saldırdığı ve toplama kamplarında yaktığı gibi. 

Türk devleti, Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor. 

Faşist AKP hükümeti ve onun şefi Erdoğan, devletin tüm gücünü arkasına alarak, sadece Kürtlere değil, kendisine karşı olan herekese saldırıyor. Demokratik hak ve özgürlük isteyenlere, kadınlara, aydınlara, akademisyenlere ve ülkede ilerici olan her şeye saldıryor. Börtü-böceği, ağaçları, kuşları ve hayatın kaynağı doğayı koruyana saldırıyor. Ücretlerine zam isteyen işçilere saldırıyor. İnsanları korkutarak, sindirerek teslim alıp, sermayenin hükümranlığını hayatın her alanında inşa etmek isitiyor.

Devlet sadece SUR’a saldırmıyor. O, insan ve doğanın en doğal alanlarına saldırıyor. Özgürlüklerimizi elimizden alıyor. İnsanın özgürlüğünü elinden aldığı gibi doğanın da özgürlüğünü yok ediyor.

Yeni yetme Hitler bozuntusu,  öncelikle kadınlara saldıryor. “Anne olun” diyor. Aynı Hitler gibi. “Avrupa’nın nüfusu azalıyor ve yaşlanıyor, çok çocuk doğurun!” diyor. Çok çocuk doğurun ki; emperyalist burjuvaziye ucuz iş gücü ve sermayenin çıkarı için ölecek asker yaratılsın. Sermayenin faşist beyinli temsilcisi, kadını sadece doğum makinesi görüyor. 

Sermayenin en büyük korkusu kadınların sokaklarda özgürce dolaşmasıdır. Onların kadından istedikleri; çok çocuk doğurmaları, evde oturmaları, kara çarşafı bir kefen gibi üzerlerine örtmeleri, kocalarının sözünden çıkmamaları ve sistemin her dediğine kölece itaat etmeleridir.

Çünkü kadının köleliği toplumun köleliğidir. Kadının özgür olması toplumun özgür olmasıdır. Kadının baharı dünyanın baharıdır. Bütün diktatörlerin kadın korkusu bundandır.

Türk devletinin kontrolünü eline geçiren sermayenin katiller şebekesi, özgürlük isteyen, hakkını arayan, farklı düşünce beyan eden herkese saldırıyor. Evleri basıp katlediyorlar. Sokak ortasında gençleri, kadınları kurşunluyorlar.

Bunca zulme rağmen, kadınlar direniyor. Komünistiyle, demokratıyla, feministiyle, Kürdiyle, Türküyle ve diğer uluslardan halklarıyla kadınlar, sokakları terk etmek istemiyorlar. Sokakları terk ettikleri anda, tekrar oraları kazanmanın daha ağır bedeller gerektirdiğini de biliyorlar. Dün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sokakları bir kere daha işgal ettiler, dirençli ve mücadeleci sloganlarıyla, faşizme inat, meşalelerle karanlıkları bir kere daha aydınlattılar.

Faşizmin temel özelliği; bütün işçi ve emekçileri ve özellikle de kadınları korkuyla esir almaktır. Faşizm, toplumun sınıflara bölünmüş gerçeğini gizleyip, dinsel, etniksel farklılıkları öne çıkararak birbirine düşman etmeyi amaçlar. Böylece, kendi sömürü ve zulüm düzenine baş kaldırma yerine, birbirine düşürülmüş ezilen kesimler üzerinden iktidarını yürütmektir. 

Faşizmin merhametini bekleyerek evlerde orturup, komşumuzun boğazlanmasını seyretmek çözüm değildir. Komşudan sonra sıra sana gelecektir ve geliyorda. Kürdün boğazlanmasını seszice seyredenler, kendilerine sıra gelmeyeceğini düşünmesinler. Sıra herkese geliyor. Aynı Nazi Almanya’sında olduğu gibi.

Batı burjuvazisinden “demokratlık” asla beklemeyin. Erdoğan ve arkasındaki sermaye gücü onların beslemesi ve büyütmesidir. Dünyayı kana bulayan ve diktatör soytarılarını ezilen halkların başına sopa olarak diken onlardır. 

Bütün ezilenler olarak, sokaklara çıkmadan, zalimin zulmüne karşı baş kaldırmadan ne katliamlar ne de baskılar bitecektir. Bu nedenle, Sur’a, katliamları durdurmak için gitmeliyiz. 

Kobane’de İŞİD çetelerine dur diyen kadınlar ve emekçiler, Türkiye ve Kürdistan’da da Türk egemen devletinin saldırılarına dur demelidir. Özgürlüğümüz için, geleceğimiz için, yaşam hakkımız için, bedel ödemeyi göze alıp, aynı Sovyet kadınlarının yaptığı gibi, aynı Kobane’de Kürt kadınlarının yaptığı gibi savaşmalıyız. Ve halka saldıranlar kendi inlerinde boğulmalıdır. 

Faşist güruhun güçlü olduğunu sanmayın. Onlar her yönüyle panik ve çırpınış içindeler. Bu nedenle daha azgınca saldırıyorlar. İşçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin örgütsüzlüğü onların gücü oluyor. ÖRGÜTLENİN! 

Sur’a gitmekher yerde, işte, okulda, büroda, tarlada ve yaşamın her alanında direnişi sokaklara yaymaktır. Her iş yerini, her mahalleyi faşizme karşı bir direniş ve mücadele odağı haline getirmek elzemdir. Bu nedenle de, faşizme karşı olan herkesle birleşmelidir. Çünkü biz çoğuz ve haklıyız. Bu savaşı kazanacak olan da bizleriz!

Newroz’da Diyarbakır’a (Amed) akın akın  akmak, Kürt halkının katledilmesini önlemenin ilk adımı olabilir.

Sovyet kadınları, Nazileri yenip, bütün dünyaya baharı getirdiler. Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlarda Türk faşizmini ve birleşenlerini yenip, baharı, bütün Ortadoğu’ya getirebilirler. 

[1] Svetlana Aleksiyeviç, Nazi İşgalinde Sovyet Kadınaları,  Evrensel Basım

[2] Aynı Kitap’dan 

43473

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Kadro sorunu ve kadro politikası üzerine

“Örgütsüz bir halk silahsız bir orduya benzer” diyordu Mao yoldaş. Eğer bir halkın, sınıfın kendi örgütü, savaşımında ona öncülük edecek partisi yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Zira örgütlenme ve örgüt bizim için dünyayı değiştirmek için gerekli olan araçtır. Sınıflar mücadelesinde birçok örgütlenme ve örgüt biçiminden bahsedebiliriz. Ancak proletaryanın tarih sahnesine çıkması ve kendisi için bir sınıf haline gelmeye başlamasıyla birlikte, kendisini kurtuluşa götürecek, kendi sınıf örgütünü de yaratmıştır. Proletaryanın sınıf örgütü ise komünist partidir.

İdeolojik görevlerimiz ve önemi

Toplumsal varlığımızın bir sonucu olarak ortaya çıkan düşüncelerimiz hayatımıza yön veren bir güce dönüştüğünde var olan kabul ya da ret iki seçenek olarak karşımıza çıkar. Üretim araçlarıyla olan ilişkimiz sınıfsal durumumuzu belirlerken; dünya görüşümüz veya ideolojik duruşumuz buna uygun bir şekillenme içine girer. Ancak sömürülenler cephesinde kendi için bir sınıf olmak ayrıca bir bilinçlenmeyi farkındalık sağlamayı gerektirir.

“Bir can daha çoğalacağız bu kış, gün olur devran döner ve umut yetişir”*

İbrahim Kaypakkaya, yoldaşlarıyla birlikte, partinin, ordunun ve aynı zamanda komünist gençlik örgütünün temellerini atarken tarihteki birçok benzerleri gibi “genç” bir önder sıfatı taşıyordu. Komünizm uğruna yürüttüğü mücadelede şehit düştüğünde, bu durumu değişmemişti. Nitekim kuruluşundan günümüze Proletarya Partisi’nin vermiş olduğu şehitlerin büyük çoğunluğu bu gerçekliğin “yaşatıcısı” oldular.

Tarzımız karakterimizdir! Doğru bir çalışma tarzı ortaya konmadan devrim örgütlenemez!

Birçok yoldaşımız hala kaba ve dikkatsiz bir çalışma tarzına sahiptir, meseleleri tam olarak anlama çabasında değildirler ve hatta alt kademelerdeki durumdan bütünüyle habersiz olabilirler: ama gene de çalışmaların yönetilmesinden onlar sorumludur. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. (…) toplumdaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan iyi bir önderlik de olamaz.” (Mao: 1992, 13.)

Giriş

İdeoloji-Politika-Örgüt

Çok sık kullanılan, fakat “ne”liklerine dair ortak fikirlerin az olduğu kavramları temel alan bir konuya giriş yapacağız. Çok geniş kapsamlı bir başlıktan bahsediyoruz. Her bir kavramı ayrıntılı inceleyip, diğerleriyle bağını koyabilmek ve aynı zamanda güncel/somut örneklerle işleyebilmek, dergimiz sayfalarını aşan bir ürünü gerektiriyor. Böyle bir çalışmayı zorunlu gördüğümüzü belirterek başlayalım.

Gelecek Sosyalizmdir!

Kapitalizm, en az 400 yıldır bu dünya üzerinde varlığını ve yaklaşık 300 yıldır da egemenliğini sürdürüyor.

Kapitalizmin dünyayı  getirdiği durum önümüzde duruyor. Her haliyle çürümüşlük ve Cehennem!

Burjuvazinin kendi istatistikleri de, kapitalizmin dünyayı uçurumun eşiğine getirdiği gerçeğinin üstünü örtemiyor.

Savaş, yoksulluk, katliam ve bunların artarak devam etmesi ve kapitalist sistem altında insanlık için ufukta herhangi bir umut ışığının görülememesi...

Katledilişinin 44.yılında komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı anıyoruz!

Katledilişinin 44. yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak için düzenleyeceğimiz geceye siz emekçileri, devrimcileri, yurtsever ve yoldaşlarımızı katılmaya çağırıyoruz.

Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim Kaypakaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerinde katledilişinin 44. Yılındayız. 

EL KONULAN MEZAR TAŞI İLE YIKILAN ANIT MEZAR

Bir daha mezar yıkımlarının yaşanmaması ve artık bu son istirahatgahında rahat uyuması için,Dersim'de inşa edilen Pembelik barajında suyun altında bırakılan yaşam alanları,kutsal değerler Dersim halkının özverili çalışmaları sonucu kendi mezarları ile Armenak Bakırcıyan'ın mezarının da kurtarılarak daha yüksek bir alana,Ermeni soykırımının 100.yılında inşa edilmiş,törenle açılışı yapılmıştı.Ermeni aynı zamanda devrimci olmaktan kaynaklı mezarı şimdiye kadar çeşitli defalar saldırıya uğramış,yıkımlar geçirmiştir.Ama her seferinde,düşmana inat yoldaşları ve halk sahip lenmiş tekrar inşa etmiş

Nereye ve Nasıl?

“Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.”1

TKP/ML- GYDK

24 Aralık 1978 Maraş katliamını,19 Aralık 2000 Hapishaneler katliamını ve 28 Aralık 2011 Robiski katliamını Unutmadık/Unutturmayacağız!

TKP/ML Enternasyonal Büronun açıklaması:Tüm Kardeş Parti ve Örgütlere

Partimize bağlı Halk Ordusu TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Ordusu) gerillalarıyla faşist Türk Ordusu arasında Dersim'in Aliboğazı alanında 23 Kasım 2016 tarihinde başlayan ve 28 Kasım 2016 tarihine kadar süren çatışmada 8 yoldaşımız şehit verilmiştir.

Sayfalar