Perşembe Mayıs 9, 2024

Bilimsel Sosyalizmin Öncü Kadınları:Yusuf KÖSE

 

Jenny Marx’ın 200. doğum yılı anısına... 

Evet nakarat gibi yazabilirim onu,
Görebilsinler diye gelecek yüzyıllara

Aşk Jenny’dir, Jenny’de aşkın adı”[1] Karl Marx

8 Mart nedeniyle de olsa, devrimci kadınlara yer vermek anlamlıdır. Bunu, onlar fazlasıyla hak ediyorlar. Özellikle de, 200 yıl önce doğan  Jenny Marx ve kızları daha fazlasıyla hak ediyorlar. Burada, Jenny Marx’ın yaşamının uzun öyküsünü dilendirmeyeceğim, sadece anımsatmak amaçlı da olsa, kısaca ondan söz etmek, onun ve onların şahsında devrimci kadınları bir kez daha anmak olacaktır.

Bilimsel Sosyalizmin öncü kadınları denince, öncelikle akla ilk gelenler ya da gelmesi gerekenler, Jenny Marx ve kızları olmalıdır. Özellikle de Elanor (Tussy) Marx olmalıdır. Elbette, tarihin, bu, ilk bilimsel sosyalist kadınları, hizmet ettikleri sınıfın, daha doğrusu proletaryanın ve diğer ezilenlerin tüm acılarını ve sevinçlerini birlikte yaşadılar. Marksizmin kurucularının mücadele ve gururlarını birlikte paylaştılar. Burjuvazinin Marksizme karşı tüm çirkefçe saldırılarına birikte göğüs gerdiler. Ama, onlar, insanlığın gelecek ülküsünü, komünizmi savunmaktan da asla vaz geçmediler. Bu nedenle de, Marx’ın karısı Jenny “kızıl Baron” olarak adlandırıldı. 

Jenny Marx:

12 Şubat 1814 yılında Almanya’nın Salzwedel (Saksonya Anhalt eyaletinde) şehrinde doğan Jenny, üst derecede kraliyet memuru olan Babasının, görevli olarak Trier şehirine taşınmasıyla, gelecek yaşamın şekillenmesine de buradan başalmış oldu.

 

Aristokrat burjuva yaşamını terk ederek, proletaryanın safında yer alan Jenny, Marksizmin doğuşuna, özverisiyle, yaşam mücadelesiyle, zorluklara göğüs germesiyle ve Marx’ın çalışmalarını kolaylaştırarak önemli katkılarda bulunmuştur. Daha başından itibaren o, Marx’ın yanında yer almıştır. Burjuva aristokrat bir aileden gelme Jenny, komünist mücadelenin içinde olmayı tercih etmiştir. Her hangi sıradan bir aile kadını gibi salt, kocasını takip etmenin ötesinde, Marx’ı takip etmesi bilinçli bir seçimdir.

Jenny ve Marx aynı mahallede büyüdüler ve Jenny’nin babasından ikisi de birlikte dersler aldı. Bu nedenle de çocuklukları da birlikte geçti. Çocukluk arkadaşlığı, büyük bir aşk ve dava arkadaşlığına dönüştü. Ölene kadarda bu aşkları sürdü. Davaları, onları birbirine sıkı sıkya bağlamıştı. Bu nedenle Engels, Jenny öldüğünde, “Marx onsuz daha fazla yaşayamaz” demişti.

Bu yıl, doğduğu Salzwedel şehiri Jenny’e büyük bir süpriz yaptı. Jenny’nin 200. doğum yılı nedeniyle, Belediye ve Rosa Luxemburg Vakfı ortaklaşa etkinlikler düzenledi. Kutlama programı içinde, paneller, sanatsal gösteriler ve çeşitli etkinlikler yer aldı. Bu etkinliklerin içinde, adının bir Banliyo trenine (Stadtbahn) verilmesinin yanı sıra, bir çok müzik ve değişik sanat gösterileri, fener alayları vb. gösterilerin yanında, şehir muzesinde, Jenny’le ilgili sergiler düzenlendi. Ayrıca, Jenny adına düzenlenen bu etkinlikler, Ocak 2014 yılında başlayıp Mayıs ayına kadar devam ediyor. Şehir, kendi evladına, komünist bir kadına, Marksizmin kurucusunun hayat arkadaşına, DAS KAPİTAL’de düşün ve parmak izleri olan Jenny’e en sıcak ilgiyi gösteriyor.

Jenny, bütün proleter kadınlar gibi, toplumsal baskılarla karşı karşıya kaldığı gibi, yoksulluğun en kötüsünü de yaşamak durumunda kaldı. Marx’ın bilimsel çalışmalarına devam etmesi için, sessiz sedasız evi idare etmenin bütün yollarını denedi. Bunun yanında, dünyaya getirdiği 7 çocuktan dördünün ölmesi, onun omuzlarına kaldıramayacak denli bir ağırlık yüklemişti. Yoksulluğa katalanabiliyordu, ancak, çocuklarının ölümüne katlanamıyordu. Dünyaya getirdiği çocuklarını yaşatamadığı için hep kendini suçlu hissetmiştir.

Ailesel bu dramın yanında, burjuvazinin onları sürgünden sürgüne göndermesi, haklarında çıkan dedikodu ve karalamalar, Jenny Marx’ı elbette etkiliyordu. O, bunun bir sınıf mücadelesi olduğunu biliyordu ve bu nedenle de mücadeleden vazgeçmiyordu. Ayrıca, Marx’ın bilimsel buluşunun, yani bilimsel sosyalizmin, tam da burjuvazinin saltanatının üzerinde durduğu temellerinden salladığını bildiğinden, kendilerine yönelik burjuva saldırılarını da anlamsız bulmuyordu.

İkiyüzlü ve kötü dünya, bütün karakterleri ikiyüzlüce ve kötü algılıyor. Bunca karalayıcımdan ve yılan dilli düşmanımdan kimi, beni, ikinci sınıf bir tiyatroda birinci aşık rolünü oynamaya içten eğilimli olmakla kınadı? Oysa gerçek budur. Alçakların mizah yeteneği olsaydı, ‘üretim ve değişim ilişkilerini’ bir yana ve beni, senin ayaklarında öbür yana resmederlerdi… Ama onlar aptal alçaklardır ve aptal kalacaklardır, yüzyıllardan yüzyıllara(2]

Onun en bunaldığı zaman, çocuklarını doyuramaması, yoksulluk nedeniyle bütün değerli eşyalarını, hatta Marx’ın palto ve ayakkabısını dahi rehineciye vermek zorunda kalmasıdır. Bunu dostlarına yazdığı mektuplarda dile getirmiştir.

Yoksulluğun pençesinde evi idare etmenin yanında, geceleri harıl harıl Marx’ın yazılarını da düzeltiyor, onunla tartışıyor ve Marx’ın okunması zor el yazısını temize çekerek “Das Kapital”e hayat veriyordu. 

Salt bununla da kalmıyor, Londra’daki küçük evlerine gelen ilticacıları konuk ediyor, onlarla ilgileniyor ve tanıdık devrimcilerle mektuplaşıyordu. En sıkı dostları arasında Dr. Kugelmenn’ın eşi Gertrud Kugelmann ve Wilhem Liebknecht’in eşi Ernestine Liebknecht’de en yakın dostları arasındaydı.

Kapitalin birinci cildinin bitmesi ve basılacak hale gelmesinin ardından, Gertrud Kugelmann’a şöyle yazıyordu:

“Ancak, böyle bir kalın kitap Almanları ikna eder.”  Jenny’nin yazdığı gibi, o kitap yalnızca Almanları değil, ama bütün dünyayı derinden etkileyen bir eser oldu. Yayınlanmasının üzerinden yaklaşık 150 yıl geçmesine karşın, üzerindeki tartışmalara bitmediği gibi, onun izinden yürüyen bir proletarya var. O, enternasyonal proletaryanın kurtuluş bayrağı olmaya devam ediyor.

Burjuvazi, önce kitabı küçümsedi, “değersiz” gördü. Ancak, onun etkisini ortadan kaldıramadı. Zaman geçtikçe Kapital, Marksizm oldu ve Marksizm, burjuvazinin karşısına, burjuvazinin saltanatını yıkacak büyük bir dev olarak dikildi. İşte, Jenny Marx’ın parmak izleri bu devin içinde yer alıyor. Bu nedenle de o, bilimsel sosyalizmin öncü kadınları arasında yer almayı hak ediyor.

Jenny Marx üzerine, uluslar arası alanda sayısısz kitaplar yayınlandı. Bir çoğu biyografi niteliğindeyken, bir çoğu da onun Marksizme katkıları ve mücadelesiyle ilgilidir. Sadece Türkiye’de fazla bir kitap yayınlanmadı. Ya da dış ülkelerde yayınlanan kitapların Türkçe çevirileri (Marx’ın aşk şiirleri dışında) yapılmadı. 

Jenny Marx ile Gertrud Kugelmann’ın fotograflarıda de birbirine karıştırılmıştır. Jenny Marx’ın biyografilerini yazan bazı yazarlar Jenny Marx diye bayan Kugelmann’ın fotografını basmışlardır. Bu yanlışlığı Rusya’daki Marksizm-Leninizm Enstitüsü(3] ortaya çıkarmasına karşılık, bu karışıklık hala devam etmektedir.

Örneğin, Dresden doğumlu H. F. Peters’in 1985 yılında yayınladığı  “Die Rote Jenny” (Kızıl Jenny) adlı biyografik kitabının kapağında Jenny diye bayan Kugelman’ın fotografını koymuştur. Yine daha bir çok yazar da aynı yanlışlığı yapmıştır. Örneğin Türkiye’de Logos yayınları tarafından yayınlanan, Pierre Durand’ın, “ Karl ile Jenny Marx” kitabının ön kapağındaki fotograf Jenny Marx’ın değil, Gertrud Kugelmann’a aittir. Halen de bu yanlışlıklar devam ediyor. Bu birazda Kugelmann ailesiyle Marx ailesinin yakınlığından da kaynaklanmaktadır. Yine bir başka fotograf yanlışlığı da yine Kugelman’ların kızı Fransizka ile Marx’ların büyük kızı Jenny ile karıştırılmıştır.

Marx’ların Londra’daki yoksul evlerinde en çok kalan Wilhem Liebknecht, hatıralarında, başta Jenny olmak üzere ve kızları için, “devrimin askerleri” diye yazmıştı. Bir başka yazar, Ruth Zimerman[4] ise, “devrimin gölgesindeki kadınlar” diye onları nitelemişti.

Bu nedenle Marx, Jenny’si için:

AŞK JENNY’DİR, JENNY DE AŞKIN ADI”dır diyebilmiştir.

Jenny’de Marx’ı aynı tutkuyla seviyordu. Ve biricik aşkı Marx’a şöyle yazıyordu:

Bugünkü çılgınca aşkımı koruyabilecek miyim? Ah, Karl eğer yakınıyorsam bu, aşkımın öyle güzel, öyle etkili, öyle ihtiraslı olmasındandır. Aşk itirafların öyle güzel ki, herhangi bir başka kızı hayalinin coşkun tasvirlerini mutlulukla doldurabileceğini düşünmemek elde değil! Bütün bunlar beni dehşete ve tereddüde sevkediyor. Bütün hayatım, varlığım, yalnızca seni düşünmek içindir.”[5]

Jenny Marx, uzun bir hastalıktan sonra 2 Aralık 1881 yılında Londra’daki evlerinde yaşamı son buldu.

Elenor Marx, Engels’in, annesi Jenny Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmada, şöyle dediğini yazıyor:

“Pek keskin ve pek eleştirici anlayışıyla, politik bakımdan pek güvenilir bir denlilik (Takt) ile, pek çoşkun bir enerjiyle,  pek büyük bir özveriyle, böyle bir kadının devrimci harekette ne yaptığı açıkça ortaya konmadı, gazete sütunlarında asla anılmadı. Onun ne yaptığını, yalnızca onunla birlikte yaşamış olanlar biliyor. Ama biliyorum ki onun gözüpek ve tedbirli –büyüklenmeden gözüpek, onura biraz olsun gölge düşürmeksizin tedbirli- öğütlerinin yokluğunu sık sık duyacağız.

”Onun kişisel özelliklerinden sözetmeyi hiç gereksinmiyorum. Dostları bu özellikleri bilirler ve asla unutmayacaklar. En büyük mutluluğu başkalarını mutlu etmekte görmüş olan bir kadın var idiyse, o, bu kadındı.” [6]

“Devrimin gölgesinde kalan Jenny Marx”, hak ettiği yeri; ancak, işçi sınıfı devrimlerinin tarih sahnesinde yerini somut olarak almasından sonra, alabildi. *** 02 Mart 2014

Devam edecek: “Devrimin Kızı: Elanor Marx (Tussy)”


[1][1] Karl Marx,  Jenny’ye Adanmış Şiir Albümlerinden, çeviren, Barış Pir hasan, Sol Yayınları

 

[2][2] Marx’tan aktaran, Pierre Durand , Karl ile Jenny Marx,  Logos Yayınları

 

[3][3] Bkz. Françosise Giroud, Das Leben der Jenny Marx –Biyographi-, 1997 (Jenny Marx’ın Yaşamı)

[4][4] Ruth Zimmermann, Jenny Marx und İhre Töchter (Jenny Marx ve Kızları)

[5][5] Pierre Durand , Karl ile Jenny Marx,  Logos Yayınları

[6][6] Engesl, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, sf. 20-21, 5. Baskı, Sol Yayınları

 

91183

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar