Pazartesi Mayıs 20, 2024

Bir Tabut Daha Çıkmasın Diyorsak… – Hevi Devrim

Bir hafta içinde hapishanelerden üç tabut çıktı. İlki Garibe Gezer’indi. Hani yaz aylarında süngerli odada işkencenin her türlüsü ile, taciz ve tecavüzle, teslim alınmaya çalışılan Garibe Gezer. Yaşadıklarına bedenini ipe gerip bir protesto eylemiyle karşı çıkan Garibe Gezer.

“İntihardan kaynaklı psikolojik sorunum olup olmadığını sormuşsunuz. Taciz ve işkenceden psikolojim etkilendi evet. Ancak intihara bilinçli olarak başvurdum. Çünkü ancak öldüğümüzde hakkımız aranıyor.” diyordu avukatına yazdığı mektupta. Yaşarken sesini duyuramayacağını bildiği için intiharı bir siyasi eylem olarak kurgulamıştı. Baskı ve sindirme politikalarını, treadman uygulamalarını, tecridi, yaşadığı işkenceyi, tacizi, tecavüzü ifşa eylemidir onun seçtiği yol. Tam da bunun için “İntihar girişimim eylemseldir” demişti yine aynı mektupta.

Her intihar yaşama, yaşamda kalanlara bırakılan bir protesto dilekçesidir adeta. Garibe’nin vermek istediği mesajın muhatapları en başta bizlerdik; tecridi kaldıracak, faşizmi yıkacak mücadeleyi örgütleme iddiasında olan bizler… Faşizme karşı mücadele edenler… O, 24 Mayıs’ta süngerli odada uğradığı taciz ve tecavüze, işkence ve saldırılara, hapishanelerdeki sessiz ölüme itiraz etti. Bizi sarsmak, diri diri gömüldükleri tabutluklara karşı ses olmamızı sağlamak için intihar girişiminde bulundu. Geride kalanlara bir ışık olmak için. Bir çaresizlik değildi onunki, bir duruş, bir eylemdi. Ancak o eylemi de yetmedi. Gerekli karşılığı bulamadı. Tecrit saldırısına karşı toplumsal muhalefet güçleri harekete geçmedi. Ve işkence devam etti. Oysa zindanların derin delhizlerinde kaybolmayacak bir ses olmak istemişti Garibe. Yaşamıyla yaratamadığı sahiplenmeyi ölümüyle yaratmak için kendi yaşamından vazgeçmeyi bile tercih etmişti. Bu sesi duyduk, ancak kendi mahallemizin içine sıkışan bir sesle karşılık verdik, rutinleşen bir tepkinin ötesine geçmedi Garibe’nin çığlığına yanıtımız. Dayanışmamız sosyal medyayla sınırlıydı. Tecrit duvarlarını döven bir öfke patlaması değildi bizimki. Garibe’nin yaşadıkları, hapishanelerde yaşanan “hak” ihlalleri listesine yazılmıştı ve ötesi yoktu. Sonuç ortada.

Garibe’ye yaşatılanlar, faşizmin kadın düşmanı yüzünün de en çıplak ifadesiydi. Kadınlar olarak bir hemcinsimiz “Gece karanlıktan kork”sa “kenti ateşe ver”eceğimizi söylüyorduk ya, dayanışmamız bir devrimci tutsağı, Garibe’yi yaşatmaya yetecek kadar büyük ve kapsayıcı değildi henüz. Bir devrimci kadın, onca işkenceden sonra yine erkek-devlet şiddetinin her türlüsüne o hücrede yalnız başına karşılık vermek zorunda kaldı. Sesini bedenine yükledi, çığlık yaptı. Yine de bu kenti ateşe vermedik. Kadınlar olarak, faşizmi ve erkek egemenliğini yıkmak, özgürlüğümüzü kazanmak için, başka Garibelerin ölmemesi, cinsel saldırıya uğramaması, işkence görmemesi ve tecrit duvarları ardında sessiz ölüme maruz kalmaması için zindan duvarlarını döven bir mücadele hattını örmedik.

Haftanın ikinci tabutu Hali Güneş’indi. Yıllardır ağır hasta tutsaklar listesindeydi. Ağırlaşan durumuna dikkat çekmek, kamuoyu oluşturmak için tutsak yakınları ve insan hakları savunucuları zaman zaman onun için eylem yapıyorlardı. İsmine yıllardır aşinayız. Her gittiği hastanede heyet raporu “cezaevinde kalamaz” raporu veriyor, ancak Adli Tıp Kurumu hapishanede kalabilir raporu düzenleyerek tahliyesini reddediyordu. Bir ölüm düşünün ki yıllar yılı ATK’dan alınan red kararlarıyla zaten devlet tarafından bilinçli olarak örgütlenmiş olsun ve biz seyirci kalalım. Hapishanede en ağır ağrı kesicilerle hayatını devam ettirmeye çalışıyordu Halil Güneş. Hücresinde ağrıları dayanılmaz olduğunda oyalanmak ve ağrısını unutmak için kazak söküp yeniden ördüğünü, binbir çeşit uğraşı ile acısını dindirmeye çalıştığını yazıyordu bir mektubunda.

Üniversitede fizik okurken Kürt özgürlük mücadelesinin sıra neferi olmak için yönünü dağlara vermişti. Bir çatışmada ağır yaralı yakalandığında sene 1993’tü. Ağır işkencelere maruz kaldı yaralıyken, teslim olmadı. Sürgün sevkler, işkenceli sorgular, fiziksel ve psikolojik baskı, hücre cezaları hiç eksik olmadı hayatında. Kaç ölüm gördü, kaç ölümün kıyısından döndü, hep başı dik çıktı. Senelerdir kemik kanseri ile cebelleşiyordu. Üstüne akciğer kanseri ve türlü hastalıklar eklendi. “Tesbih taneleri ile say”dığı yıllara bir de “bu çağın şu illet hastalığı”na inat hep direngen, hep üretkendi. “İsyan ve direnişin dili”yle yazdığı son şiir kitabının adı AŞKAOS. Yaptığı bir röportajda “Aşk ve kaos kavramlarının içerik olarak birbirini tamamladığı kanaatindeyim. Yerelde, güncelde yaşanan tüm belirsizliklere, öngörüsüzlüklere rağmen, global olarak hakikat anlamında uyum ve ahenktir. Yaşamı özgür kılabilmenin tek yolu bunu AŞK’la yaşamaktır.” diyordu. O aşkla bağlandığı ütopyasını gerçek kılmak için bitmek bilmez bir enerjiyle yaşama tutundu, ölmenin yaşamaktan daha kolay olduğu zamanlarda…

Halil Güneş’le aynı gün faşizmin zindanlarında bir cenaze daha çıktı. Lens kanseri teşhisi konmasına rağmen tedavi edilmeyen, yetmedi tek kişilik hücreye kapatılan Abdülrezak Şuyur’un otopsi raporu, şüpheli ölüm olarak kayıtlara geçti. Üç devrimci tutsak da faşist Saray iktidarının, devrimci tutsakları teslim alma politikalarına karşı direndikleri için katledildiler.

Devrimci tutsaklar siyasi düşünceleri ve eylemlerinden dolayı içerideler. Onlar faşizmle cepheden her gün, her saat vuruşuyor; bir avuç gökyüzünde sınırsızlığı, sonsuzluğu yaşıyorlar. Dışarıdaki faşist kuşatma ve baskı ortamının içeriye yansıması çıplak zor, tecrit, insanlık dışı baskı ve uygulamalar, ölümler oluyor.

Faşist devlet, tıpkı 19 Aralık katliamında olduğu gibi içeride ve dışarıda bizleri hücrelere hapsetmek, tecrit duvarlarıyla yalnızlaştırmak istiyor. Öfkemiz, isyanımız birbirine karışmasın; her bir çığlık kendi içinde boğulsun diye toplumsal muhalefet dinamiklerini bastırmak için baskı ve zoru çok daha yoğun devreye sokuyor. Tüm mücadele araç ve yöntemleriyle, her alan ve cephede faşizme karşı mücadeleyi büyütmediğimiz her an (içeride-dışarıda) hücre duvarlarımız daha da kalınlaşıyor.

Hapishanelerden çıkan her bir tabuttan sorumluyuz. Kendi hücrelerimizden çıkmadığımız için. İçeriden yükselen isyana karşılık olmadığımız, faşizme karşı mücadeleyi büyütmediğimiz için. Onların hücrelerin duvarlarını parçalayan sesine ses olmayan, eylemine eylemle karşılık vermeyen bizler, bu cinayetleri izlemiş olduk. 19 Aralık katliamının hesabını sormadığımız, hapishanelerden çıkan tabutlara sessiz kaldığımız, tecridi yıkacak bir mücadele gücü açığa çıkaramadığımız için suçluyuz. Artık yeter, bu son olsun, diyorsak “Zindanları yıkacağız, tutsaklara özgürlük” sloganını pratik mücadelemizin temel şiarı haline getirmeli, kentleri ateşe vermeliyiz.

2300

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar