Perşembe Mayıs 9, 2024

Çelişkilerden faydalanabilmek doğru konumlanmayı gerektirir!

İçinden geçtiğimiz süreci doğru anlayabilmek için pek çok gelişmeyi bir arada değerlendirmemiz gerekmektedir. Ortadoğu'daki değişimler, Kürt ulusal hareketinin gelişim seyri, egemen kliklerin arasındaki çelişkiler, ezilenlerin durumu, devrimci hareketler... Bunlar ilk akla gelen başlıklardır. Sonuç olarak süreç, birçok çelişkiyi barındırdığı oranda ezilenler için fırsatlar da yaratmaktadır. Fakat bu fırsatlardan yararlanabilmek süreci doğru analiz edebilmeyi ve doğru bir ideolojik-politik ve örgütsel konumlanışı gerektirir. Burjuva ideolojisinin/politikasının içinde kalınarak ezilenler adına zafere götürücü kazanımlar elde etmek mümkün değildir.

2015 Temmuz’unda başta Kürt hareketi olmak üzere ezilenlerin çeşitli bölüklerine yönelik başlayan saldırılar tüm şiddetiyle sürerken 15 Temmuz yaşandı. 15 Temmuz darbe girişimiyle aldığı darbelerle ciddi bir sendeleme yaşayan iktidar partisi AKP, mevcut tabanını milliyetçi-şovenist ve dinci söylemlerle daha fazla konsolide ederek egemenler arası çatışmada önemli bir avantaj elde etti. Kısa bir süre içinde devletin kritik noktalarını ele geçirdi. İlan edilen OHAL ile kendi yasalarını dahi bağlayıcı olan tüm esaslarından sıyrıldı. Devletin içinde tasfiyecilerle yerini sağlamlaştırırken ekonomik olarak müsadere yöntemini kullanarak önemli ölçüde kendisini ve yandaşlarını palazlandırdı. Devletin yeniden restorasyonunu hedefleyen ve kendisi dışındaki egemen kliklerin hareket alanını daraltan, Başkanlık sistemini açık hileyle kabul ettirdi.

Cumhuriyet kurulduğundan beri, hükümette olup olmamasından bağımsız olarak devlet içinde sahip olduğu kurumsal gücüyle hegemonik klik olan CHP ise hiç olmadığı kadar güç kaybettiği bir döneme girdi. CHP'yi ayakta ve birarada tutan Kemalist ideoloji hızlı bir aşınma süreci içine girdi. Ve bu durumdan kurtulmak için böyle bir kapasitesi hiç olmadığı halde AKP karşıtlığı üzerinden MHP'den ayrılanlardan SP'lilere ve çeşitli “sol” kesimlere yönelik söylemler geliştirmeye başladı. Kendisine “hayır”a oy veren kesimlere önderlik yapma görevi biçip ve bu kapsamda görüşmeler vb. yaptı. CHP'nin bu girişimlerinin MHP ve SP'liler ve burjuva parti ve çevreler içinde sonuç verip vermeyeceği kendi iç çelişkilerine bağlıdır. Fakat asıl sorun Türkiye'de kendine “sol, “sosyalist” veya “komünist” diyen bazı kesimlerin CHP ve onun ideolojisi Kemalizm'den bir türlü kopuşamamasıdır. Bu devleti kurucu kliği ve çelik çekirdek ordu aracılığıyla yaklaşık bir asırdır devleti yöneten birçok katliamın sorumlusu olan, Kürt ulusunu yok sayan, işçi ve emekçilere yönelik sömürü politikalarının sahibi olan egemen sınıfın bu kliği nasıl olur da “sol”cu olduğunu söyleyenler üzerinde etkide bulunmaya devam eder?

Türkiye’de burjuva ideolojisinin ana çizgilerinden biri olan Kemalizm’le aynı düzlemde buluşabilir, bunu sahiplenip söylemlerini, amacını bunun üzerinden tarifleyebilir? CHP ile “sol”un bir türlü kopuşamaması yeni ortaya çıkan veya sadece bugünün sorunu değildir. TKP'nin Mustafa Suphiler sonrası izlediği tarihsel ilerlemeci çizginin bir sonucu olarak solun gündemini hep meşgul etmiştir. Kaypakkaya başta Kemalizm ve Kürt sorunu olmak üzere bu çizgiye önemli bir darbe vurduysa da varlığını bazen güçlenerek bazen zayıflayarak sürdürmektedir.

“Devrimci bir cumhuriyet!”

“Türkiye'nin kurtuluşu için devrimci bir cumhuriyet için, yeni bir sol atılım için buluşuyoruz”, şiarıyla HTKP tarafından yapılan etkinlikte “Devrimci bir cumhuriyet kavgası”nın çağrısı yapılıyor. HTKP (ya da TKP) genel başkanı Erkan Baş konuşmasında şunları söylüyor; “Bugün Cumhuriyetçi kuvvetler bir yol ayrımındadır. Ya iktidarın, rejimin muhalefeti olarak konum alınacak, ya da düzeni tam boy karşısına alacak devrimci bir cumhuriyetçi damar kuvvetlenecek. Saray rejimini yıkmanın ilk şartı, cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı kuvvetlendirmektir... (Bunun için; bn) Türkiye'nin tüm ilerici kuvvetlerine, emekçi halkımıza bir çağrı yapıyoruz.” (5.06.2017, Cumhuriyet)

Kendilerini burjuvazinin rejimine ait görmelerinin sonucu olarak “cumhuriyetçi kuvvetler” içinde tanımlayan, adında komünist olan bir partinin başkanının konuşmaları bunlar. Hedefleri ise cumhuriyetçi olmayan AKP/Saray rejimidir.

Kimlerle birlikte? “Tüm ilerici kuvvetlerle” birlikte! Bu ilerici kuvvetlerin sanırız henüz ayrışım yaşamadan önce yaptıkları 11. Kongre kararlarında sıraladıkları doktor, mühendis, öğretmen gibi eğitimli ve kalifiye emekçiler, sanatçı ve bilim insanları gibi aydın kesimler, öğrenci gençlik yani orta sınıf olduğunu ve bunların seküler bir yaşamı benimsemiş, aydınlanmacılığı savunan kesimler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

TKP'nin bu teorisi yeni değildir. İçinde yaşanan kopuşmalara, dönem dönem başta Kürt meselesi olmak üzere daha ileri noktalarda konumlanabilmelerine rağmen dönüp dolaşıp burjuvazinin ideolojisi ve politikasına yedeklendiklerini görüyoruz. Onlara göre emekçi hareketi de devrimci olabilmesi için kendini seküler bir perspektifle tanımlamalıdır. Kürt hareketi de kadın hareketi de... Bu konuşmalar sanki ’90 öncesinden gelir gibidir. “Arkadaş önce kara kuvvetlerle hesaplaşalım” diyen ses kendini şu anda yeni duruma uydurmuştur. Şeyh Sait, Zilan, Ağrı isyanlarını gerici, feodal kara kuvvetlerin isyanları olarak görüp yine “cumhuriyetçi kuvvetler” devleti sarmış durumda. Ve bunun karşısında yine “cumhuriyetçi kuvvetler olarak” ve önüne “devrimci” sıfatı konmuş bir “cumhuriyet” için aynı saflaşmaya çağırıyorlar.

TKP geleneği o günlerden bugüne duruşunu sınıfsal zemin üzerinden değil ilericilik/gericilik üzerinden yaptığından burjuvazinin bir kliği peşinden sürüklenip durmuştur. Bir komünist açısından Kemalizm’le simgelenen ve ilkeleri arasında “milliyetçilik”, “devletçilik” olan bir cumhuriyetin gidip yerine İslamcılıkla simgelenen başka bir milliyetçi devletçi kliğin gelmesi nasıl bir nitelik farkı oluşturur? Meseleyi her türlü burjuva cumhuriyetin gitmesi olarak koyabilmeleri zaten kendini “cumhuriyetçi kuvvet” olarak görenler için mümkün değildir. Burada TKP her zamanki hatasına tam da sınıfsal duruşu dolayısıyla düşmüştür. Aydınlanmacılığa özsel bir ilerilik, dine de özsel bir gerilik yüklemiştir. Bu durum, burjuvaziyle yan yana durmayı, aynı ideolojiden, politik zeminden beslenmeyi getirmektedir.

TKP'nin yaşadığı bu handikap sadece ona ait değildir. Marksizm’in uluslararası çizgisinde de bu tarihsel ilerlemeci yaklaşım çok önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. “Burjuvazinin üretici güçleri geliştirecek olması” dolayısıyla ona devrimci rol biçilmesi ideoloji ve politikada onun peşinden sürüklenmeyi getirmiştir birçok kesim açısından. Türkiye'de de bu görevi üstlenenler olarak Kemalistlerin görülmesi, onlara yedeklenme sorununu hep ortaya çıkarmıştır ve egemen klikler arasındaki çelişkide gönül rahatlığıyla CHP'nin ideolojik/politik evrenine girilmiştir. Aslında TKP'nin girdiği bu yola en büyük darbeyi kesin ve köklü bir şekilde Kaypakkaya vurmuştur. Hem ezilen-ezen hareketlerini “ilerici-gerici”lik üzerinden değil tamamen sınıfsal konumlanmayla belirlemesiyle hem de “komünistler iki gerici klikten birini tercih etmez” belirlemesiyle...

Ezilenlerle buluşmak zorunludur!

Ezilenlerin dünya genelindeki isyanlarında cihadçı örgütlerin sayısının artması, bu ilericilik-gericilik ayrımına her zamankinden fazla kan-can taşımaktadır. Komünistlerin bu ayrımın tuzağına düşmemesinin pratik tek yolu, bu eksen üzerinden kutuplaştırılmak istenen emekçilerin arasına mezhep, din, dil ayrımı yapmadan gitmeleridir. Sadece “AKP/Saray rejimine” karşı değil kuruluşundan bugüne halkları sömüren, Kürt ulusa yönelik imha ve inkar siyasetinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Kemalist “CHP” kliğine ve topyekün bu devlete karşı mücadeleyi yükseltmenin yollarını bulmaktır. “Cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı güçlendirmek” gibi şaşalı ifadelerin götürdüğü ve götüreceği yer her zaman bu ülkede egemen sınıflardan birine yedeklenmek olacaktır. 

39203

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Sayfalar