Pazar Mayıs 19, 2024

CHP Sosyalist Enternasyonel’den çıkartılmalı… – Ahmet Nesin

Oldum olası insanın içinde bir umut olmalı diye düşünürdüm gençliğimden beri. Hâlâ aynı şeyleri söylüyorum ama kimi konularda zorlamanın bir anlamı kalmadığına inandım. Esasında böyle düşünmeme neden olan da CHP oldu, CHP’nin ne kadar çok sosyal demokrat bir parti olmasını arzulasam da, onlar bunun asla mümkün olmayacağını haykırdılar kendimi bildim bileli. CHP sosyal demokrat parti olacak da, üye olacağımdan değil, Türkiye’nin böyle bir partiye gereksinimi olduğundan.

Hangi olayı anımsatayım ki, en iyisi ilk gençliğimden başlamak. Benim yaş grubum darbesiz bir dönem yaşamadığından 12 Mart darbesini çok iyi anımsar. Tabi bir de 12 Mart darbesinin 3 gün öncesi 9 Mart darbe girişimi var. 9 Mart darbe girişiminin meşhurları çoktur, bunlardan biri de, asker olan hava kuvvetleri komutanı olan Muhsin Batur’dur. Dönemin cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı son anda vazgeçince başarısızlıkla sonuçlanan başarısız darbe komutanı Batur 12 Mart darbesinin de komutanı olmuş, beraber yola çıktıklarını hapsettirmiş ve onlara işkence yapılmasına sessiz kalmıştır. Son yaşadığımız başarısız darbeye ne kadar çok benziyor değil mi, sanki hık demiş de burnundan düşmüş gibi…

CHP’nin anlayamadığım demokratlığı burada başlıyor benim için. CHP darbe hükümetine 2 başbakan ve çok sayıda bakan vermiştir. Demokratlığı bununla kalsa iyi, sonraki seçimlerde darbe generali Muhsin Batur’u senatoya taşımış ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adayı olarak göstermiştir. Tabi bu arada Muhsin Batur gibi faşizmin uygulayıcılarının astırttığı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına da oy vermiştir.

İşin ilginç yanı o dönemin CHP genel başkanı İsmet İnönü Denizlerin asılmaması için ciddi bir şekilde uğraş vermesine karşın yeteri kadar demokrat olmadığı gerekçesiyle koltuğundan edilmiş ve yerine Bülent Ecevit gelmiştir. Ne ilginçtir ki Muhsin Batur’u cumhurbaşkanı adayı yapan zihniyet Ecevit zihniyetidir ve seçilmesine de ramak kalmıştır. Bülent Ecevit daha sonraki yıllarda ne kadar demokrat olduğunu Fethullah Gülen’le dostane ilişkilerini pekiştirerek kanıtladı esasında.

Daha sonraki yıllarda koalisyon ortağı olarak iktidara gelen CHP’nin 12 Eylül darbesinin faşist yasalarına ne kadar duyarlı davranmıştır, bunu hep beraber yaşadık esasında. Ne yüzde 10’luk baraj değişti ne de seçim yasaları.

Son döneme baktığımızda en felaket dönemi görüyoruz esasında. Faşist bir partinin emirlerini yerine getirmiştir CHP ve anayasaya aykırı olduğunu bildiği ve söylediği halde vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına parmak kaldırmış ve şu an HDP eş genel başkanlarının ve kimi vekillerin tutuklanmasına ön-ayak olmuştur. Belki de o yüzden referandumda alınan yüzde 48’lik oyu kendi oyları sanmaya başladılar.

Şimdi benim için zurnanın zırt dediği noktaya geliyorum. CHP son anayasa değişikliğinde, yani referandum günü gelene kadar çok iyi çalıştı, bu değişimin bir rejim değişikliği olduğunu söyledi, faşizme geçit vermeyeceğini söyledi, bunu kimse inkar edemez.

Anlamadığım nokta şu: “Benim rejim değişikliği, faşizm ve diktatörlük dediğim her şeye CHP de, Avrupa Birliği meclisi de rejim değişikliği, faşizm ve diktatörlük dedi ve Türkiye ile ilişkilerini dondurdu…” İşte CHP niye burada anti-faşist bir tutum sergilemek yerine AKP ve MHP’yle birlikte oy kullandıça  CHP bu oylamada, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Erdoğan ve AKP faşizmine uygun oy vermesinin yanı sıra bir de açıklama yaparak kınamış.

Kendi ülkesini anlayamayan, gençlik kolları üyelerinin anti-faşist mücadelesine ket vuran partinin hâlâ niye Sosyalist Enternasyonal’e üye olduğunu anlayan var mı, bence gerçekten anlayan varsa bana da anlatsın yada CHP Sosyalist Enternasyonal’den çıkartılsın

40671

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Esas İşçi mi Köylü mü ?

Ya... bunlar insanı zoraki öncü ederler ya.. öncü.

Sayfalar