Perşembe Mayıs 2, 2024

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönelimimiz ve Demirtaş’ın adaylığı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine günler kala, mitingler, konuşmalar ve adayların vizyon-perspektif açıklamaları ile birlikte, adayların niteliğine, hedeflerine ve çalışmalarının mahiyetine dair tartışmalar gündemin büyük bölümünü kaplamış haldedir. Tartışmanın bu hacmi ve adayların niteliği ile seçimlerin ilerlediği ana eksen, bizler açısından da derinleştirilmesi gereken bir noktaya tekabül etmekte, ek olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair yönelimimiz çerçevesinde belirlediğimiz boykot politikasına ruh veren belirli çizgilerin daha da kalınlaştırılarak belirginleştirilmesi-açılması gerekmektedir.

Bu çerçeve içerisinde, sistem partilerinin adayları olan ve özü itibari ile de “aynı çizginin farklı kulvarlardan” üretilmesi dışında siyasal fonksiyon edinemeyen Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun mahiyeti birçok muhalif kesim ve ilerici kamuoyu tarafından bilinmektedir. Ancak, özellikle bazı devrimci-demokrat kurum ve kuruluşların, çeşitli muhalif kesimlerin ve bizim de parçası olduğumuz HDK’nın da desteklediği Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ile ilgili olan kısım, yazı çerçevesinde üzerinde duracağımız kısımdır.

Zira boykot politikası ve bu çerçevede sandığa gitmeme çağrısı, objektif olarak Selahattin Demirtaş’ı da kapsamaktadır. 90 yıllık faşist TC tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek demokrat adayı olan Demirtaş’ın da aday olduğu bir seçimde, neden boykot çağrısı yaptığımız, neyi ve kimleri boykot ettiğimiz ve temel ajitasyon-propaganda çalışmalarımızla kitlelere giderken bu meseledeki yaklaşımımızın ana hatlarını belirginleştirmemiz elzem bir ihtiyaçtır.

 

Cumhurbaşkanlığının siyasal pozisyonu

Burada ilk olarak açmamız gereken nokta, Cumhurbaşkanlığının nesnel durumu ve misyonu ile birlikte anayasada tariflenen şekli ile alakalıdır. Zira ülkemiz özgülünde Cumhurbaşkanlığı, özellikle 12 Eylül Anayasası ile de birlikte, çerçevesi daraltılan ve yasama sürecinde daha tali pozisyona itilen bir siyasal erk halindedir. Bu hal ile hareket alanının darlığına ek olarak devletin ve onun ordusunun başı olması da bu irite edici pozisyonu perçinlemektedir.

Devrimciler, komünistler açısından belirleyici olan parametre ise, bir yerin-pozisyonun demokratik muhalefetin üretilip üretilemeyeceği yönündedir. Geçtiğimiz genel seçimlerde HDP-BDP adaylarını desteklerken bu nokta temel parametrelerimizden birisiydi. Ki, BDP-HDP’li milletvekillerinin toplumsal muhalefet karşısındaki konumlanışları ve bu muhalefete katılım düzeyleri, bu yaklaşımımızın isabetliliğini göstermektedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı, nesnel pozisyonu itibari ile bu alandan bir hayli uzaktır.

Yasama sürecindeki etkisizliğinin yanı sıra, pozisyon olarak “devletin başı” oluyor oluşu ve “halk seçecek” söylemi ile “TC’ye demokrasi biçen hali”ne ek olarak, bahsettiğimiz demokratik bir muhalefetin üretilmesine zemin tanımayan çerçevesinden ötürüdür ki, seçimlere dâhil olma biçimimiz ve içeriği farklılaşmaktadır. Bu konuda yoldaş Lenin’in Duma’ya dair tartışmaları hatırlanmalı, Lenin’in 3 Haziran 1907’de 2. Duma’nın dağılmasının ardından “Duma’nın açılması” çağrısı yaparken de, sonraları Duma’yı boykot ederken de, dikkate aldığı parametreler hatırlanmalıdır.

Bahse konu ettiğimiz içerik Selahattin Demirtaş’ın, TC’nin 90 yıllık sözde demokrasi tarihindeki tek demokrat aday oluyor oluşundan bağımsız olarak, seçimlerde seçilecek pozisyonun misyonu, niteliği ve siyasal faaliyete sunduğu zemin ile ilgilidir. Ve bu çerçevede, seçimlerle birlikte seçilecek kişinin Cumhurbaşkanı olarak, başına geçeceği yerin TC devletinin başı olması, TC’nin kurumsal varlığının temsilciliğini yapması ve ek olarak da,  işgal ettiği yerin toplumsal muhalefete eklemlenmedeki uzaklığı ile paralel şekilde demokratik bir muhalefetin üretilmesine müsait olmayan zemini, boykot politikasını tartışırken parametrelerden birisidir.

 

Sistem krizinden demokrasi icat etmek…

Burada, üstteki tartışmaya paralel şekilde, bir noktanın daha aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. O da, Kürt Ulusal Mücadelesi ile temas şeklimiz ve bu çerçevede ittifak politikasını ne şekilde anlamlandırarak, bunun güncel seçimlerde nasıl karşılık bulduğu meselesidir.

UKKTH’nı kayıtsız-şartsız bir ilke olarak savunmamız ve ek olarak ulusal hareketleri desteklemeyi ve ittifak halinde olmayı önemsememiz, bu noktada ülkemiz özgülünde, Kürt Ulusal Mücadelesinin de kazanımlarına değer addetmemiz ve geçen yerel ve genel seçimlerde HDP-BDP’li adayları desteklememiz bazı muhalif kesimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Demirtaş’ı destekleyeceğimiz yönlü bir beklenti ve algı yaratmıştır.

Burada belirtilmesi gereken nokta, Ulusal hareketleri ne biçim ve içerikte ve nereye kadar destekleyeceğimizdir. Zira, Ulusal Hareketlerin “demokratik özünün desteklenirken burjuva muhtevası ile ideolojik mücadelede olmak” Lenin ve Stalin yoldaşların tespitleridir. Bunun somut karşılığı olarak, ikili bir içerik taşımaktadır.

İlk yönü, demokratik özünü destekleme tavrına da paralel şekilde, sokak muhalefetini ve kitle hareketinin tüm biçimlerini kapsamaktadır. Ulusal soruna dair politika üretmedeki eksikliklerimizi kapatacağımız yer de, destek tavrımızın somutluk kazanacağı eksende buradadır.

İkinci yön ise, egemen sınıfların çelişkilerinden faydalanarak çeşitli kazanımlarda bulunmak, en demokratik taleplerin bile esaslı devrim meseleleri olduğu ülkemiz gerçekliğinde, egemen sınıfların politik krizlerinden “demokratikleşme” üretmekle ilintilidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, esas anlamda boykot ettiğimiz yer de burasıdır. Zira, 90 yıllık tarihi Kemalist-faşizm ile örülen TC gerçekliğinde, en demokratik taleplerin dahi gerçekleştirilmesinin yolu-yöntemi geniş kitlelerin örgütlenmesi ve talepler için mücadele edilmesinden geçmektedir. Somut karşıtlığını savaş ve silahlı mücadele ile devletin bertaraf edilmesinde bulan bu durum, ülkemizdeki faşizmin süreklilik hali ile ilintiliyken, devletin ve güncelde AKP’nin yaşadığı politik krizden demokratikleşme çıkarma çabası, objektif olarak o krize ve ihtiyaçlara cevap olmayı, devlet ile konsensüs yaratmayı koşullamaktadır. Ki seçimler özgülünde boykot tavrı verirken, yöntem olarak sahiplenmediğimiz içerik de burasıdır.

HDP-BDP’nin bu süreçte ele alışı da, bu içeriğin çok ötesinde değildir. Bilinmektedir ki, AKP, Gezi İsyanı günlerinden beri bir yönetememe krizi içerisinde debelenmektedir. Bu derekede, BDP-HDP’nin kazanım çıkartmak uğruna yönelimi, stratejik kurgusuna da uygun şekilde, sistemle uzlaşmak, onun düştüğü kuyuya el uzatarak çıkartmak şeklinde olmuştur. Yaklaşan seçimlerle birlikte de, bir yandan Selahattin Demirtaş “iki aday da ilkelerimizin kenarından bile geçmiyor” derken, öbür yandan ise, AKP’nin “çözüm yasası” adı altında çıkarttığı yasal düzenlemeler vb pratikler ise hali hazırda karşımızdadır. Bu çerçevede, Demirtaş’ın aldığı-alacağı her oy genel demokrasi cephesinin yararınadır ancak bu oyların, sistemin krizinden demokrasi çıkartmak noktasında işlevsellik kazanacağı ve pazarlık masasında el güçlendiren bir durum yaratacağı da aşikardır. Ve içinden geçtiğimiz ülke ve bölge gerçekliğinde esas yön de burasıdır. Bizler açısından ise, sonuçları ve yöntem olarak benimsemediğimiz kısım da burasıdır.

Boykot pratiği ile şovenizme set olalım!

Toparlarsak eğer, yaklaşan seçimlere hangi ambians içerisinde girdiğimiz malumdur. Gezi İsyanı günlerinden beri depremleri dinmeyen AKP’nin yönetememe krizi, Ortadoğu’da tekeri çamura saplayan pratiği ile boyut kazanmakta, yaklaşan ekonomik kriz ile birlikte derinleşme eğilimi göstermektedir. Ek olarak, emperyalist emellere cevap olma noktasında sorunlar yaşayan ve bu nedenle de efendilerinin güveninin kaybeden ahvali ile AKP’ye yine aynı emperyalist odaklardan doğru Ekmeleddin İhsanoğlu gibi alternatifler ihraç edilmektedir. Bu tablo içerisinde, kurumsallaşma düzeyini arttırarak başkanlık sistemine yürümek isteyen AKP’nin karşısındaki en net tehlike ise, kitlelerin artan politik ilgisi ve Gezi ile birlikte gelişen yaşamlarına ve geleceklerine sahip çıkma arzusudur.

Gezi İsyanı’ndan Rojava devrimine kadar, güncel politik gelişmeler içerisinde AKP’yi köşeye sıkıştıran bu kitle ayağı, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte sandığa gömülmek istenmektedir. Egemen sınıfların, Türkiye’de ve Türkiye Kürdistanı’nda kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini, gelecek ve özgürlük arayışlarının sokak ayağını tasfiye etmeye, çözüm adresi olarak sistemin yöntemlerini gömmeye yönelen bu tablo, bizler açısından baştan aşağı reddedilmesidir.

Eğer ülkemizde, bir “demokratikleşme”den bahsedeceksek, bizler açısından bunun karşılığı toplumsal örgütlülüklerin yaratılması ve kitlelerin aktif siyasal özneler olarak sokakta olmasını koşullamaktadır. Egemen sınıfların-kliklerin kendi çelişkilerinden doğru icat edilecek demokratik kazanımların “demokratikleşme” sağlamayacağı aksine, demokratikleşmenin bir devrim meselesi olduğu, ancak ve ancak sistemin sunduklarını reddedilerek propaganda edilebilir.

Tam da bu nedenledir ki, boykot sürecini örerken, politik pratiğimizin yönü, kitlelerin sokak ayağının büyütülmesi, hiçbir şoven hataya mahal vermeden,  barındırdığı devrimci potansiyelden ötürüdür ki, Kürt emekçi kesimlerinin sistemin karşısına çıkartılmasını hedeflemelidir.  Kitlelerin denizine dalmadan, onlar arasında aktif ve görünür bir çalışma yürütmeden ve düzeni teşhir etmeden geçirilecek bir boykot süreci bu ihtiyaca ve yönelime cevap olamayacaktır.

91922

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Sayfalar