Cumartesi Haziran 1, 2024

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Bu düşünceler “Komünist Enternasyonal 2. Kongresi’nin ana görevler üzerine tezler” başlıklı bölümünde dile getirilmiştir. Aradan yüz yılı aşan bir zaman dilimi geçmesine rağmen, bu görevler bugün de bütün ağırlığıyla karşımızda durmaktadır.

Ülkelere göre görevlerin önceliği veya kapsamı daralıp genişleyebilir. Ama tüm bu farklılaşmalar öze tekabül etmiyor. Çünkü, devrimden çıkarı olan ve hatta öncelikli olarak bu yığınlar içinde daha çok sömürüye maruz kalan, ötekileştirilen, yok sayılan ezilenlerle sıkı temaslar kurup örgütlenmedikçe toplumsal alt üst oluşlar yaşanamaz. Ve yine tüm bu örgütlenmeler enternasyonal bir bilinçle ele alınmalıdır.

Emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede dün olduğu gibi bugün de temel şiarımız “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları Birleşin” olmalıdır. Enternasyonal proletaryanın bir bölüğü olarak bulunduğumuz her alanda çalışmalarımıza bu anlayış yön vermelidir. İşçilerin ve ezilen halkların birliğini parçalayan dini gericiliğe, göçmen düşmanlığı vb. tüm yıkıcı girişimlere, saldırılara karşı bu sınıf bilinçli duruşla hareket etmeliyiz.

Gelinen aşamada TC devleti, dünyadaki bu parçalayıcı-yıkıcı zorbalığın karanlık merkezlerinden biridir.

Şöyle ki; mevcut koalisyon iktidarının dini gericiliğin, ırkçı milliyetçiliğin kirli silahlarıyla yaşamın her alanını kuşatmaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Bütün devrimci ve muhalif güçler yoğun bir baskı altındadır. Militarist güçler, yargı kurumları, iktidarın ihtiyacına göre konumlandırılmıştır. İktidarı eleştirmenin suç sayıldığı, itaat etmenin ise “yerli ve milli” bir duruş olarak görüldüğü bir süreci yaşıyoruz.

Elbette ki, iktidar yalnız ilerici, devrimci muhalif güçleri devlet terörüyle sindirmeye çalışmıyor. Her geçen gün ekonomik krizin yol açtığı yoksulluk ve sefalet tablosuyla da çaresizlik içine itiyor. Yığınların örgütsüz hali bu çaresizliği daha da derinleştiriyor. Tüm bu karşı devrimci önlemlere rağmen geniş yığınlarda biriken bir öfkenin olduğunu faşist iktidar da görüyor.

Dolayısıyla bu öfkenin güçlü protestolara dönüşmesini önlemek için, iktidar devlet terörüyle, geniş işçi ve emekçi yığınlarını etkileyen “kamplaştırma” politikalarıyla, “yerli ve milli” yalanlarıyla karşı devrimci saldırılarla ısrarlı tutumunu sürdürüyor. Kadın ve LGBTİ düşmanlığı, “karma eğitim” politikalarına dönük saldırılar vb. günbegün artarak sürüyor.

Milyonlar zam yağmuru altında nefes almakta, yeni güne dair plan yapmakta zorlanırken iktidarın kirli kalemşörleri NATO toplantısında elde edilen “zaferden”, diğer burjuva muhalefetinin içinde bulunduğu sefaletten söz edip duruyor.

Kısacası halkın çektiği sefalet, burjuva muhalefetinin parçalı sefaletiyle, dış politikada yaratılan sahte “zaferlerle” perdelenmeye çalışılıyor. Dahası bu duruma mahkumsunuz algısı yaratılıyor.

Dağınık, örgütsüz, yenilgi psikolojisi içinde olan muhalif geniş yığınlar bu tablodan olumsuz etkileniyor. Tüm bunlarla birlikte sokak hareketlerine, bedel ödeme-ödettirme mücadele çizgisine önemli oranda yabancılaşan ve işleri seçimlerle hal yoluna koyma anlayışıyla şekillenen görece daha ileri ve muhalif kitleleri etkileyen güçlerin bu ruh hali mevcut tabloyu daha da zorlaştırmakta. Görevlerimizin merkezinde kitle mücadelesi olmak zorundadır.

Bu nedenle sistemle çelişkisi olan tüm ezilenlerin en diri en mücadeleci güçlerle temas kurmak, militan bir mücadele çizgisinde bunları birleştirmek öncelikli bir görevdir. Şunu unutmamak gerekir ki, ezilenlerin öfkesi militan örgütlü bir güce dönüştürülmedikçe, söylemler öksüz, sokaklar hareketsiz kalmaya mahkumdur.

Kitle çalışmasında atak olmaktan, faşist saldırılara karşı militanca duruştan ve görevlerden söz ederken, vurgulamaya çalıştığımız duruşumuz ve görevlerimizdir. Bu zorlu süreçte örgütlü olan güçler bedel ödemeyi göze alarak bu tarihsel sorumlulukları için harekete geçmezlerse, alınan kararların uygulanması, ön görülen hedeflere ulaşılması mümkün değildir.

  1. Lenin, Seçme Eserler, cilt 10
1709

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Sayfalar