Pazartesi Mayıs 20, 2024

Diktatörün Sarayındaki Paçoz Çariçe-Galip Munzam

Birkaç sene evvel –sanıyorum 2011 yılında– memlekette paçozluk ve onunla alakalı olarak paçozlaşma kavramları tartışılmaya başlandı.

Kavramı ve tartışmayı Alev Alatlı nam kimesne soktu gündeme. O dönem piyasaya sürülecek yeni kitabının (Beyaz Türkler Küstüler) tanıtım çalışmasının ürünüydü böyle spekülatif bir söylemle çıkış yapmak. Beyaz mıydı değil miydi bilmiyorum ancak küskündü, tepkiliydi Alatlı… 2008 yılında Zaman gazetesinde türban konusunda kaleme aldığı yazısı sansürlenince “siz kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum” atarı ile en az 2002’den o güne dek sürdürdüğü Cemaat flörtüne son vermişti. Yazısının sansürlenmesinde Tayyip Erdoğan’ın türban konusundaki sert çıkışlarının da payı yok değildi. Ancak o mürşidinden bildi kendisine dönük bu operasyonu.

Alatlı, bir türlü tasfiyeyi yediremiyordu kendisine. Böyle memleket olmaz olsundu! Kıymetini bilmeyen, artık gustosuna hitap etmeyen memleketin gidişatından hiç mi hiç memnun değildi.

Memleket paçozlaşıyordu.

Sonra kendisi sık sık yandaşlık kantarında kaçıracak topuzu bile olmayan Yeni Şafak sayfalarında arz-ı endam etmeye başladı. Haziran Direnişi mi oldu? “Ezber bozan açıklamalarıyla tanıdığımız yazar Alev Alatlı” hazır ve nazırdı nöbetçi filozof olarak.

Paçozluktan ve paçozlaşmaktan şikayetçi Alatlı’nın analizlerinden hippilerle Haziran direnişçilerini mukayese ettiği derinlikli gözlemleri ayıkladığınızda şu kalıyordu geriye: “Her siyasi liderin bir yoğurt yiyişi vardır. Sayın Erdoğan gibi fevkalâde başarılı bir siyasetçinin bir bildiği olsa gerekir diye düşünürüm.”

Sonra 17 Aralık mı olmuştu? İşte o gün gelmişti! Alatlı’nın nemesisi, “Sayın Erdoğan”a saldırıyordu. O halde Yeni Şafak sayfalarında reisini cansiperane savunmalıydı Alatlı. Cemaat masonik bir örgütlenmeydi, lideri mürşid olma özelliğini kaybetmişti. Ve saireydi. Bunlar doğruydu, değildi tartışması bir tarafa, Alatlı’nın aklına bunların altı yedi sene Cemaat’in gazetesinde bilfiil yazıp, etkinliklerinde kürsü aldıktan sonra gelmesi de neyin nesiydi?

Burada da durmuyordu Alatlı… 17 Aralık karşısında olması gereken aydın tavrını da tarif ediyordu. Aydınlar, sanatçılar bu meşum saldırı karşısında eleştirilerini saklı tutup kayıtsız şartsız Erdoğan’ın yanında hiza almalıydı. Neden? Çünkü Erdoğan, masonik bir örgütlenmeye karşı devleti koruyordu. "En kötü devlet, devletsizlikten iyiydi."

Devlet kapısı mühimdi Alatlı için… En kötü devletin memuru olmaya, amirine selam çakmaya hazır olması bu nedenleydi.

Neyse, ne diyorduk? Ha, evet, paçozlaşma…

Paçozlaşmayı tarif etmek için öncelikle paçozun tarifine ihtiyacımız var. “Paçoz”un ne olduğunu Alatlı’nın kendisinden dinleyelim:

“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş.”

Hırsızlığı tescilli, elinde bu halkın çocuklarının kanı olan bir diktatör bozuntusunun kendi komplekslerini bastırmak için halktan gasp ettiği bir arazide yangından mal kaçırır gibi, hukuku hiçe sayarak, “maçanız sıkıyorsa yıkın” bıçkınlığıyla, hesabı verilemeyen paralar karşılığı lüks ve debdebe içinde yaşamak için inşa ettirdiği kaçak saray bir paçozlaşma göstergesi değil midir?

Rüküşlük, küstahlık, sokak kurnazlığı, terbiyesizlik, ahlaksızlık ve kalleşlikten iz yok mu Ankara’nın göbeğinde yükselen bu beton kütlesinde?

Peki bir kaçak sarayda, on beş yaşında bir çocuğun ölü bedeni üzerinde tepinecek, yetmeyip çocuğun annesini hedef tahtasına yerleştirecek kadar alçalmış birinin elinden ödül almak, o ödülün hakkını vermek için tarihin hırsız ve katil olarak yazacağı birine olmadık övgüler sıralamak pespayelik değil de nedir?

Kuyruk acısını dindirmek, intikam almak için yamanmak bunun için her yolu mubah saymak paçozluk kapsamına girer mi?

Bunların da birer paçozluk ve paçozlaşma göstergesi olduğunda hemfikirsek, dün izlediğimiz o görüntülerde paçoz bir diktatörün sarayında kendi küçük dünyasının kraliçesi olan —hadi Rusya merakından ötürü çariçe diyelim— bir paçozu izlemedik mi?

Paçoz diktatörün kaçak sarayındaki paçoz çariçe…

Başka bir görüntü izleyen var mıydı?

O halde soramaz mıyız şimdi “Yeni Türkiye’nin aydını nedir” diye?

Yeni Türkiye’de Nihat Doğan’ın enstrüman çalanına Yavuz Bingöl, kitap yazanına Alev Alatlı denir. Ve Yeni Türkiye’nin aydını budur. Nihat Doğan’dır, Yavuz Bingöl’dür, Alev Alatlı’dır. Alev biraz Nihat, Nihat biraz Yavuz'dur. Hepsi biraz Tayyip Erdoğan’dır.

Hepsi diktatör muhibidir, hepsi paçozdur. Velhasıl hepsi yaklaşık olarak birbirinin aynıdır. Biri diğerine indirgenebilir.

Marx’ın “İnsan anatomisi maymun anatomisinin anahtarıdır. Maymunun anatomisinden kalkılarak insanın anatomisi açıklanamaz; ama insanın anatomisinden kalkılarak maymunun anatomisi açıklanabilir” dediği gibi Nihat’a bakarak Alev’i açıklayamasanız da Alev’e bakarak Nihat’ı, Yavuz’u pekâlâ açıklayabilirsiniz. Bir soyutlama düzeyinde ise artık birini diğerinden ayırt etmek imkânsızdır. Yeni Türkiye’nin “aydını” matriyoşkalar gibi iç içe geçer. En dıştakinin görkemi sizi yanıltmasın. En dıştaki matriyoşka, diğerlerine gebedir ve işkembesi geniştir. Fark budur.

Yeni Türkiye’nin aydını küçüktür, ufalmıştır, kişiliği ve benliği parçalıdır. Perakendedir.  Parça başıdır. Bu aydınlar birbirine bağıntılı zerrelerdir, zerrattır. Yeni Türkiye’nin aydınları kiloyla satılıp, taneyle alındığı ve diktatörün vitrinine kondukları için aralarında matematiksel bir bağıntı vardır. Bu zevattan kerrat olmasa da bir zerrat cetveli çıkarmak mümkündür.

Örneğin,

Murat Belge - Halil Berktay = Orhan Pamuk
Adalet Ağaoğlu - Orhan Pamuk + Nihal Bengisu Karaca = Elif Şafak
Elif Şafak + Ayşe Böhürler - Esra Elönü = Alev Alatlı
Alev Alatlı - Nagehan Alçı + Yavuz Bingöl = Sezen Aksu
Sezen Aksu x 3 = Nur Yerlitaş
Hayko Bağdat - Nur Yerlitaş + Hülya Avşar = Seda Sayan
Seda Sayan + Nihat Doğan = Markar Esayan
Markar Esayan + Yıldıray Oğur = Etyen Mahçupyan
Etyen Mahçupyan - Roni Margulies = Rasim Ozan Kütahyalı
Rasim Ozan Kütahyalı ≃ Yiğit Bulut

Bu bir tiptir ve üç aşağı beş yukarı böyledir.

Bu tip ile kavgamız yeni değildir.

Alatlı yıllar evvel, Yalçın Küçük’ü hedef alan Aydın Despotizmikitabını yazmıştı. Değiştirmekten, dönüştürmekten korkmayan, yeni, eşit ve özgür bir ülke, bir dünya düşü kuran, bu uğurda mücadele eden aydın tipine duyduğu nefreti kusmuştu Alatlı. Ona göre devrimci aydın tipolojisinin yaptığı düpedüz aydın despotizmi idi.

Gelinen noktada Alatlı, bir despotun aydını, saray soytarısı olmuştur.

Şaşırmıyoruz. Bir kenara not ediyoruz.

74617

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Sayfalar