Salı Mayıs 21, 2024

Ermeni Soykırımı’nın Yıldönümünde Covid 19-15

Ermeni Soykırımı’nın 105. yılı Coronavirüs kuşatması altında anılırken bu sefer dünya yeni bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Bu felaketin sonuçlarının ekonomik ve sosyal açıdan çok ağır olacağı şimdiden ortadadır.

Coronavirüs salgını üzerine yürütülen tartışmalarda “biyolojik bir savaş mı yaşanıyor?” sorusu değişik ülkelerde bilim insanları arasında tartışılırken, gerçek olan noktalardan birisi de şu ki; bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Fırtınalar, su baskınları, depremler, iklim değişikliği, salgın hastalıklar… Tüm bunlar artık günlük yaşantımızın olağan bir parçası haline geldi. En başta söylersek bütün bu yaşananların kaynağı ekolojik dengenin bozulmasına neden olan özne emperyalist kapitalist sistemdir.

Aşırı kâr hırsı beraberinde hava kirliliği, nükleer silahlar üretimi ve kullanımının artışı, vahşi yaşamın talan edilmesi, endüstriyel hayvancılık vb.’den yorulan ve dengesi bozulan doğa “uyarılarımı dikkate almazsan, sonuçlarına katlanırsın” demek istiyor insanlığa.

Hastalığın esir aldığı Avrupa’da ölüm sessizliği hüküm sürüyor. Ölüm çevremizde dolaşıyor, bize geldi gelecek derken kara haber komşumuzdan geliyor. Hiç de alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Cenaze arabaları, ambulanslar geliyor. Görevlilerin elbiseleri bizi şaşırtıyor. Gaz maskeli, kar elbiseli, uzaylılara benziyor gibiler. Devlet cenazeyi alıyor.

Aile fertlerine “yapacak bir şey yok, biz size haber vereceğiz” deyip götürüyorlar ölüyü. Tokalaşma yok, “başın sağ olsun” dilemek, tören yapmak vb. mümkün değil, yani hocanın da papazın da hükmü yok!

Hastalık zengin veya fakir dinlemiyor. Başbakanından krala, sanatçısından oyuncusuna, futbolcusundan antrenörüne, ırgattan işçisine herkese bulaşabiliyor. Ancak yoksullara bulaşması durumunda zaten neredeyse “ölmüş” olanlar; maddi imkansızlıktan, sağlık hizmetlerine ulaşamamaktan, gerekli bakımın sağlanamamasından kaynaklı yaşamlarını kaybediyorlar. Zengin ise bütün imkanları kullanarak kendini kurtarabiliyor.

Avrupa’da birçok ülke farklı farklı tutumlar sergilerken kapitalist sistem ödemelerin fazlalığından, yükten kurtulmak için savunduğu değerlerden olan “yaşam hakkı”nı ihlal ediyor. Huzurevlerinde yaşlıların ölümleri hızla artıyor. Kapitalizmin kurallarının en ağır hüküm sürdüğü Amerika’da ise her şeyin ölçüsü “para” oluyor. Güvencesiz, sigortasız, evsiz milyonlarca insan ölümle karşı karşıya. Birçok eyalette yapılan istatistiklerde ölümlerin % 75’ini siyahiler oluşturuyor. İşte vahşi kapitalizm!

Ermeni Davası Savunucusunu Kaybettik!

Fransa’da Ermeni davasının savunucularından, 80’li yıllarda adından en çok bahsedilen Patrick Deveciyan; 105. yıl anma etkinlikleri arifesinde Coronavirüs hastalığına yakalanarak 75 yaşında vefat etti. P. Deveciyan, yakalandığı bu amasız hastalıktan dolayı 3 gün içinde, 29 Mart’ta aramızdan ayrıldı. Belki bu ortam olmasaydı, binlerin katılacağı cenaze töreni ile son yolculuğuna uğurlanacaktı. Ama olmadı…

Peki Patrick Deveciyan’ı bu kadar önemli kılan nedir? Ermeni davasını savunmasıdır!

1980’li yıllarda Türk medyasının “ASALA’nın avukatı” olarak hedef gösterdiği P. Deveciyan’ın büyükleri Anadolu-Elazığ topraklarındandır. Göç ve imhalar neticesinde yurtdışına göç eden bir aileden gelmektedir. Fransa’ya ilk göç edenler önce Marsilya sonradan da Lyon ve Paris’e yerleşmişlerdir. Ancak ikinci ve üçüncü kuşaktan sonra kimlik arayışında olan Ermeniler soykırım gerçekliği ile tanışmışlardır.

  1. Deveciyan 1946 yılında, Paris’te savaş yıllarında doğdu. Aile büyükleri İstanbul’un sayılı bürokrat ailelerinden olup kral Abdülmecit tarafından takdirname ile onurlandırılmışlardır. Dedesi soykırımdan kurtulmuştur. Deveciyan bu süreci “eğer bugün yaşıyorsam bir Türk dostu sayesinde” diye anlatmaktadır. “24 Nisan 1915’te dedemin komşusu olan bir Türk albayı Karekin Deveciyan’a ‘Karakola çağırdılar mi sizi?’ diye sorar. O da ‘Çay içmeye çağırdılar, bir tuhaflık görmedim, gideceğim’ der. Albay, ‘sakın gitmeyin saklanın’ deyince, ailece ölümden kurtulduk.”

1980’li yıllarda Türk konsolosluk görevlilerine karşı başlatılan cezalandırma eylemlerinde tutuklanan ve yargılanan ASALA üye ve taraftarlarını “savunan olmadığı için ben savundum” diye anlatmaktadır. Mahkemelerde “terörist” suçlamalarına karşı çıkarak, davalarını savunan “devrimciler” olarak tanınmasını ister. En önemlisi 2001 yılında Fransız Parlamentosu’nda Soykırım Yasa Tasarısı’nın kabulü için ikna çalışmalarında bulunur. Başarılı da olur. Yasa kabul edilir. 2011 yılında yine “Ermeni Soykırımı’nın reddini suç gören yasa” da parlamentoda kabul edilmiştir.

Türk Devleti’nin Ermeni Soykırımı’nın reddedilmesi, gerçeklerin saptırılması, lobi faaliyetleri için her sene milyonlarca lira ödediği herkes tarafından bilinmektedir. İşte bunlardan birisi de ABD’li Profesör Bernard Lewis’dir. Ermeni Soykırımı’nı reddettiği için Fransa’da hakkında açılan davada cezaya (1 Euro) mahkum olmuştur. Bu başarı P. Deveciyan sayesinde kazanılmıştır.

  1. Deveciyan, Paris’te hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra bütün basamaklardan teker teker yükselerek Fransız politikasında belli bir seviyeye kadar gelmiştir. Jack Chirac döneminde bakanlık yapmış, N. Sarkozy’nin sağ kolu olmuş, danışmanı olarak kabinesinde görev almıştır. Kendisi bir devrimci olmadığı hatta sağcı bir politikacı olduğu halde Ermeni halkına hizmette bulunmuş bir politikacı olarak hiç beklenmedik bir anda sessiz sedasız aramızdan ayrılmıştır.

Soykırımdan kurtularak 1919-23 yıllarında Fransa’ya sığınan Ermeniler ileriki yıllarda Fransa’nın dünyaca tanınmış şahsiyetlerini kazandırmışlardır. Bunlardan en çok tanınanları Charles Aznavour (Sanatçı), Edouard Balladour (Başbakan), Misak Manuşyan (Enternasyonal Devrimci)’dır.

Zorla Bağış Kampanyası’na (Tekalif-i Milliye) Tepki: “Zehir Zıkkım Olsun!”

Dünyada neredeyse bütün ülkelerde Coronavirüs can almaya devam ederken hükümetler ardı ardına alınacak ekonomik önlem paketlerini açıklamaya başladılar. Neredeyse bütün ülkeler vatandaşlarına maddi destek sağlarken, R.T.Erdoğan ise vatandaşından para talep etti. Zaten zor durumda olan halka bu zulmü reva görenler bir yandan da her şeyi “din, Allah, Müslümanlık” için yaptıklarını iddia ediyorlar. Sonra da halka seslenerek “Biz Bize Yeteriz Türkiye” diyorlar.

Avrupa’da sosyal medyada dolaşan videolarda R.T.Erdoğan’ın açıkladığı önlem paketi açıkça dalga konusu oldu. İçinde uçak biletlerinden alınan verginin % 1’e indirilmesi, konut kredilerinin faizlerinin düşürülmesi vb. önlemler(!) olan paket, açlık sınırında olan halkın aklıyla alay etmek değildir de nedir? Herkes R.T.Erdoğan rejiminden emekçi halka dönük destek beklerken o “dualarınızı eksik etmeyin” diyor, üstüne de IBAN numarası vererek insanlardan para yatırmalarını istiyor ve halka “kolonya” vaadinde bulunuyor!

Elbette ki bu olaylar Türk ekonomisinin ne kadar zor durumda olduğunun bir göstergesidir. Merkez Bankası’nda döviz rezervleri eksiye düşmüştür, eskisi gibi sermaye bulmakta zorlanmaktadır.

ABD ile Avrupa ülkelerinin para musluklarını kesmiş olması R.T.Erdoğan’ın bankalarda vatandaşın döviz rezervlerine göz dikmesini doğurdu. R.T.Erdoğan, M. Kemal’i örnek vererek başlattıkları bağış kampanyasına destek olmalarını istedi. Bu durum, R.T.Erdoğan rejiminin 18 yıllık icraat döneminde en sıkıntılı günleri anlamına gelmektedir.

Yunanistan ile var olan savaşı yürütmekte zorlanan Kemalistler, halktan yardım almak için zoraki bağış kampanyasına başvurmuşlardır. (Ki bu durum bile başlı başına “Kurtuluş Savaşı”nı halkın desteklediği propagandasının yalan olduğunu göstermektedir.) 1921 yılında tüm yetkileri üzerine alan M. Kemal’in imzasıyla yürürlüğe giren Tekalif-i Milliye, vatandaşa “ayakkabısından çorabına, yiyeceğinden binek hayvanına, arabasına, mazotuna” kadar devlete yardımda bulunma zorunluluğu getirmiştir. Bu hükümlere uymayanların tutuklanıp vatan hainliğinden yargılanıp, idam cezasına çarptırılmasını karara bağlamıştır.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin 100. kuruluş yıldönümüne yaklaşırken, iktidara gelen “sol” ve “sağ” yönetimler, her daim Kemalizm’i savunmuş, resmi ideolojisi Kemalizm ile kendinden olmayanları tasfiye ederek mal, mülk ile sermayelerine el konularak Cumhuriyet’in inşası tamamlanmıştır. Gerçekler halktan gizlenerek, yalan ile düzenlerini sürdürmektedirler. Oysa gerçek şudur:

– 1921 yılında yürürlüğe giren bu kanun, vatandaşın malına ve mülküne el koyma girişimidir.

– Mallarına el konulan vatandaşların % 75’i Ermeni ve Rum, Hristiyan azınlıklardır.

– Söylendiği gibi savaştan sonra söz verilen malların iadesi, yeni kanun çıkarılarak önlenmiştir. Diğer bir ifadeyle azınlıkların servetlerine karşılıksız el konulmuştur.

– Firari ve kayıp (!?) olanların malları devlete kalmıştır.

– “Bize ait olmayanlara (!?) müşkülat göstereceğiz” denilerek, dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik (Renda) tarafından geri verilmemesi çağrısı yapılmıştır. Bir ülkenin vatandaşları “firari ve kayıp”, “bize ait olmayanlar” olarak ilan edilmiş, servetlerine ve varlıklarına el konulmuştur. Türk hakim sınıfları böyle palazlanmıştır. Geçmişlerinde gasp, yağma ve talan vardır.

  1. Kemal’in en yakın arkadaşlarından olan M. Abdülhalik (Renda) bu iş için görevlendirilmiş, zalimliği ile tanınan, İttihat ve Terakki yönetim kadrolarında yer almış önemli bir kişidir.
  2. Savaş bittikten sonra bunun gibi bir sürü soykırım suçlusu, M. Kemal’in kurduğu hükümetlerde yer almış, “bilgi ve tecrübeleri”nden(!) yeni kurulan cumhuriyet için faydalanılmıştır. Sırf bu durum bile TC’nin hangi temeller üzerinden yükseldiğini göstermektedir.
  3. Abdülhalik (Renda) Soykırımın birinci dereceden sorumlularından Mehmet Talat’ın kayınbiraderidir. Önce Bitlis valiliği görevine getirilir. Ardından Halep valiliğine atanır. Burada Suriye çöllerindeki kamplardan kaçıp kurtularak Halep’e gelenlere engel olur. İttihatçılar iktidardan düştükten sonra M. Abdülhalik (Renda) tutuklanır. Malta Adası’na gönderilir.
  4. Katliamlarda yöneticilik yapmaktan yargılanır. Suçu “Bitlis, Muş, Sason bölgelerinde Ermenileri katletmek ve Ermeni mallarına el koymak”tır. Bitlis’te 150 bin Ermeni’nin ölümünden sorumlu tutulmaktadır.

Ankara ile İngilizler arasında esir değiştirmeden yararlanarak serbest kalır. M. Kemal derhal kendisini görevlendirir. İzmir’in yakılmasında rol alır. Şehrin ilk valisi olur. M. Kemal evlendiği zaman ilk şahidi olur. 1923 seçimlerinden sonra, Çankırı Milletvekili seçilir. İnönü’ye sunulmak üzere Şark Islahat Planı’nı hazırlar. Kürtçe’nin yasaklanmasını, muhacirlerin bölgeye yerleştirilmesini planlar.1935 yılından 1946’ya kadar TBMM başkanlığı görevinde bulunur.

1915 yılında, 1.5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettiği Büyük Felaket’ten sonra bugün 21. yüzyılda insanlık Covid-19 pandemisi ile karşı karşıyadır. Bilim insanları hastalığa çare bulmak için olağanüstü çalışırken, arka cephede emperyalist devletlerin aşıyı bulup patentini alma savaşı vardır. Aşıyı bulduğunu iddia eden, hatta bulan bilim insanları tehdit ediliyor. Patent savaşını kimin kazanacağı belli olmadığı için bu virüs belası belki de aramızdan çok sevdiklerimizi, yakınlarımızı, dostlarımızı alıp götürecektir.

Dünyayı kasıp kavuran bu belanın etkisi canlarından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, dünyada milyonlarca mazlumun açlık ile karşı karşıya geldiği zaman ne olacağını herkesin şimdiden kestirmesi zor değildir.

Kitle gösterileri bir anda domino etkisi yaparak bütün dünyayı etkisi altına alabilir. Ayaklanmalar yaşanabilir. Nitekim Amerika’da bu yüzden silah satışlarının arttığı ifade edilmektedir. Türkiye tüm bu yaşananların tam ortasındadır.

İnsanın en temel ihtiyaçları olan su, elektrik, eğitim en önemlisi sağlık sorunları yeni dünya düzeninde çözülmesi gerek sorunların başında gelmektedir. Özelleştirme ile çözüm arayışı içerisinde olan iktidarlar şimdiden kaybetmiştir. Herkesi kucaklayan sosyal politikalardan başka çözüm yolu yoktur.

Güçlü görünen emperyalist devletlerin Covid-19 karşısında nasıl çöktüklerine bugün tanıklık ediyoruz. Mao’nun “emperyalistler kağıttan kaplandır” sözünü bugün dünya halkları yaşayarak görüyor ve anlıyor…

 Başka söze ne hacet!

3019

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Son Haberler

Agop Ekmekciyan

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Sayfalar