Pazartesi Mayıs 20, 2024

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

Açlık sınırının 10 bin, yoksulluk sınırının 33 bin liraya dayandığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Diğer bir anlatımla, her geçen gün hayat pahalılığının ve işsizliğin arttığı, gelir dağılımında adaletsizliğin zirve yaptığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Dahası depremle birlikte ekonomik krizin yaratmış olduğu yoksulluk tablosuna, yeni acılar da eklendi. Yitirilen insanlar, sağlıksız koşullarda sürdürülen yaşamlar…

Bu tablonun yaratıcısı faşist AKP-MHP iktidarıdır. Dolayısıyla bu iktidara karşı yani açlığa, zulme, hukuksuzluğa maruz kalanların, sistem içinde de olsa daha güçlü bir şekilde itirazlarını yükseltmeleri beklentisi hakim kılındı. Bırakalım muhalefetteki burjuva kliği, ilerici güçlerin de beklentileri esas olarak bu yöndeydi. Ama gelişmeler tersi yönde oldu.

Hiç kuşkusuz, bu süreçte burjuva muhalefeti, AKP-MHP iktidarına karşı biriken öfkeyi önemli oranda arkasına aldı. Ama cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde gereken başarıyı elde edemedi.

Bu sonuç, değişimi sistem içinde arayan ve bazı sorunlarda görece daha duyarlı olan kitlelerde bir moral bozukluğuna yol açtı. Değişime olan inançlarını sarstı. Tüm bunlar sonuçlardan hareketle de olsa ortaya çıkan gerçeklerdir. Aynı zamanda bu tablo, kendi içinde bir değişkenliği de içerir.

Bu değişimi yaratmanın ilk adımı da, gericiliğin, ırkçılığın-faşizmin etkisi altında olan, kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak gören ve toplum içindeki konumlanışını da, din, milliyet kodlarıyla belirleyen bu kitlelere ulaşmanın yollarını bulmakla olur. İşçi ve emekçilerin sınıfsal temelde konumlanışını sağlayacak sınıf bilincinin taşınmasıyla olur.

Sorunun daha iyi anlaşılması için DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasının 2017 yılında üyeleri arasında yapmış olduğu bir anketin sonuçlarına bakalım: “Kendinizi hangi kimlikle tanımlıyorsunuz?” sorusuna işçilerin yüzde 47’si dini, yüzde 19’u milliyet, yüzde 15’i bölge, yüzde 14’ü sosyal sınıf ve geride kalan yüzde 5’i de diğer kimlikle tanımlamalarını ifade etmiştir.

Özellikle AKP-MHP faşist koalisyonunun seçim sürecinde din, hakim ulus milliyetçiliği temelinde propaganda yürütmesi rastlantı değildi. Çünkü sınıfsal ve siyasal duruştan, bilinçten yoksun olan kitleler bu propagandanın etkisi altına kolaylıkla girerler.

Bu faşist odaklar, seçim sürecinde her fırsatta Kürt düşmanlığı yaptılar. “İç ve dış düşman” tehlikesinde söz edip durdular. Oysa içerde Kürt halkına, devrimci ve devrimci-sosyalist güçlere, kadınlara, LGBTİ+lara saldıran faşist devletin kendisiydi. Dahası TC devleti bir bütün olarak bölge halklarına karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı.

Birçok ülkenin sınırları içinde konumlanan militarist güçleri, operasyonlara imza atmaktaydı. Ve ne yazık ki, geniş kitleler bu saldırgan, ırkçı, cinsiyetçi propagandanın etkisi altında. Seçim propagandaları sürecinde Hulusi Akar’ın “Vur de vuralım, öl de ölelim” diyen bir gruba yanıtı şu olmuştur; “Bekleyin, o da gelecek!” Dolayısıyla gelinen aşamada vurma, öldürme, faklı düşünenleri susturma üzerine kurulu olan bu sistemle hesaplaşmaktan başka bir yol yoktur. Anti- faşist, anti-emperyalist güçlere özgüveni kazandıracak olan da bu direnişçi ve savaşçı çizgidir.

Bu faşist koalisyon iktidarı, denetimindeki burjuva medya aracılığıyla her türlü yalana başvuruyor. Devlet teröründe sınır tanımayan faşist sistem aynı zamanda “terörizme” karşı mücadeleden söz ediyor. Sistemin “terörizm” dediği, enternasyonal proletaryanın, ezilen halklar ve ulusların haklı ve meşru mücadelesidir. Sistemin “terörizm” dediği tüm saldırılara, cinayetlere rağmen “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyen kadınların ve LGBTİ+ların haklı mücadelesidir.

Proleter hareket, genel olarak seçimler ve parlamentonun sınıf mücadelesi açısından ne anlam ifade ettiğine dair düşüncelerini berrak bir şekilde ortaya koymuştur. Gelinen aşamada işçi sınıfı ve ezilenlerin güncel ve genel talepleri doğrultusunda birleşik mücadele perspektifiyle devrimci çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Faşist diktatörlüğün seçim yoluyla değil, örgütlü yığınların devrimci eylemiyle yıkılacağının propagandasını yapmalıyız.

1762

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Sayfalar