Salı Mart 19, 2024

Faşizme Ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR!

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kitlelere yaşatılanlar, tam da burjuvaziye özgü despotizmin, işçi ve emekçileri ise aşağılanmanın trajedisidir.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan halkları, son 93 yıllık tarihin içinde bunlara tanıklık etti ve yaşadı. “tek vatan - tek millet - tek bayrak - tek din, tek devlet” ırkçı-faşist-dinci politikaların cenderesi içine alındı. Salt, burjuvazi sömürüsünü rahat yapsın, palazlansın ve içinde eşitlik, özgürlük ve demokrasinin olmadığı diktatörlüğünü sağlamlaştırsın diyedir.

Türk egemen sınıfları, siyasal ve ekonomik kriz içinde nasıl bir düzen tuturacaklarını bilemez duruma geldiler. Sınıflar mücadelesinin keskinliği ve üzerinde oturdukları ekonomik-politika, onların rotasını belirsizleştirmektedir. Tek bildikleri; sömürü düzenini koruma için devlet terörünü artırma-azdırma olmaktadır.

Emperyalist-kapitalist ekonomik sisteme bağlı olan Türk egemen sınıfları, 12 Eylül 1980’den bu yana, baskıları yumuşatma değil, daha da ağırlaştırma, demokratik hak ve özgürlükleri yok etme politikası izleye geldi. Olağan bir dönem değil, olağanüstü dönemler içinde, “demokrasicilik” oynadılar. İşçi sınıfı tarihsel devrimci rolünü bu süreç içinde oynayamadığı için, burjuva sistemi, kendini tek adam diktatörlüğüyle sürdürme savaşı içine girdi.

Ekonomik ve siyasi kriz nedenyile parçalanmışlık ve zayıflama egemen sınıfları tek adam diktatörlüğünde buluşturdu. Ortda ne siyasi ne de ekonomik istikrar var. Her kesim ve her tarafla savaş içindeler. “Vatandaşım” dediği Kürtlerle, azınlıklarla, alevilerle, işçisiyle, akademisyeni ve aydınıyla, gazetecisiyle, sanatçısıyla, yazarı-çizeriyle, kadınıyla, öğrencisi ve gençliğiyle kavga içindedir.

“Dost” diyebileceği bir komşusu kalmadı. Hepsiyle şu veya bu şekilde kavgalı. Emperyal amaçlarla, saldırmayacağı ve yapmayacağı bir şey kalmadı. Burjuvazinin en temel ilkesi, ilkesizliktir. Çünkü, kapitalist sömürü ve yağma ekonomisinin ilkesi, niyetlerden bağımsız olarak, kaçınılmaz olarak kaos ortamı yaratır.

Türk egemen sınıfları, (ABD ve AB emperyalistlerin politikalarına bağlı olarak da) işçi sınıfının devrimci ideolojisine karşı, “ılımlı islam” modelini öne çıkraması da dertlerine deva olmadı. Kelimenin tam anlamıyla, ülke karanlık bir kuyunun içine atıldı. Irkçı-dinci iktidar eliyle; ne ülkede, ne Kürdistan’da ne de Suriye’de, “Kuşların da şarkı söyleyemeyeceği”1 bir ortam yaratıldı. İşçi sınıfı ve halkların demokratik kazanım ve bilinçleri, dinci, ırkçı söylem ve uygulamalarla içiçe geçen faşist devlet terörünün kuşatması altına alındı.

Faşist Türk egemen sınıfların “ılımlı islam” modeli, tek adam diktatörlüğünü kaçınılmaz kıldı. Nereye adım atacağını bilemez durumdalar. Bir taraftan Kürt ulusunun ulusal kazanımları; katliamlar, toplu tutuklamalar ve yıkımlarla geriletilemeyecek bir sürecin içine girdi. Öte yandan kapitalist soygun ekonomisinin yürütülemez hali, dış borcun ekonomideki kaldırılamaz yükü, ulusalarası alanda sıkışmışlık ve dışatalanmışlık durumu, kapitalizmin krizini derinleştirici faktörler olarak öne çıktı.

Ancak, “tek adam diktatörlüğü”, tüm devlet terörünün harekete geçirilmesine karşın, devrimci, ilerici ve demokrat muhalefet cephesinin bastırılamamış, ezilememiş ve suturulamamış olması, faşist diktatörlüğü uygulamalarıyla daha da uçuruma itmektedir. Bunlara ek olarak, sendikaların yasak ve baskılarla işlevsizleştirilmiş olması gerçeğine karşın, işçi sınıfının sınıf bilincini bütünüyle yok edemediği ve edilemeyeceğini, metal işçilerin son grev ve direniş kararlılığı; burjuvazinin (grev yasaklarının derhal devreye sokulması) korku hanesindeki yerini korumaya devam ettiğini gösterdi.

Köklü bir mücadele deneyimlerinin yanında, yüzyılı aşan sınıf bilinçli örgütlülüklere sahip olmuş ve nicel olarak gelişmiş işçi sınıfının varlığı karşısında, tek adam diktatörlüğünün uzun süre ayakta kalması oldukça zordur. Burjuvazinin bütün kutuplaştırıcı, islamlaştırıcı, ırkçı ve cinsiyet ayrımcı politikalarına karşın, güçlü bir sınıf varlığı gerçeği karşısında daha fazla tutunamayacaktır.

Burjuvazinin, “insan hakları”, “demokrasi” vb. aldatmacaları, kitlelerin küçümsenmeyecek bir kesiminin gözünde, artık, faşizmin birer demogoji araçları olduğunu daha net ortaya koymuştur. “Anayasa değişikliği”, yeni hukuksal kılıflar, KHK’ler ve Türk parlemontosundaki “demokrasi” oyunları, kapitalist sistem içindeki ülkelerin sıradan birer muz cumhuriyetlerine dönüşebildiğinin en yakın örnekleri olmuştur.

“Anayasa değişikliği”ni içeren maddelerin içeriği, İŞİD’in “emirliği”nin” benzerinin Türkiye’de yasallaşmasını kapsadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun uygulamaları okullardan başlatılmıştır.

Önümüzdeki Nisan ayı başlarında yapılacağı söylenen “anayasa değişikliği” referandumu, tek adam diktaörlüğünün yasal kılıfı olmasının yanında, faşist-dinci devlet terörünün daha da tırmandırılmasının oylanması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de, en büyük zararı gören ve görecek olan işçi sınıfı başta olmak üzere bütün ezilen kesimlerin buna karşı koyması ve HAYIR demesi en doğru olanıdır.

“Anayasa değişikliği referandumu”nda kitleleri sandık başına gitmelerini ve HAYIR oyu vermelerini söylemek, faşizmi onaylamak anlamına da gelmez. Referandum sonucu, iktidar partisinin istediği doğrultuda çıksın çıkmasın, değişen bir şey olmayacak. Faşist diktatörlük yıkılana kadar devlet teröründen vazgeçmeyecektir. Hayır oyları fazla da çıksa, Erdoğan kendiliğinden o koltuğu terk etmeyeceği gibi, faşist-dinci baskıları tırmandırmaktan da geri durmayacaktır. Referanduma katılmak, faşizmin oynuna gelmek ya da ona meşru bir statü vermek anlamına da gelmez.

Bütün bunlara rağmen, HAYIR kampanyasının örgütlenmesi, kitlelerde demokrasi bilincini artırma ve faşizmi teşhir etmeye hizmet edecek olmasıdır. Referandum sonucu “Evet” çıktığında, tek parti rejmine geçilmesi ve şu anda var olan bazı demokrat ve ilerici yayınlarında kapatılması ve yasaklanaması beraberinde gelecektir. Yani, sistem, baskılara karşın ayakta durmaya çalışan işçi ve emekçilerin tüm demokratik soluk borularını tıkama yolunu seçecektir. ABD - AB’deki iç faşistleşme bu olguyu fazlasıyla destekleyeci rol oynayacaktır. Ancak, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin çoğunluğu, bu devlet terörünü daha fazla taşıyamayacak ve toplumsal kalkışma bir yerden patlak verecektir.

“Faşizme ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR” kampanyasının örgütlenmesinin zorluklarla dolu olduğu bir gerçektir. Çünkü, iktidarı elinde tutanlar bunu her yönüyle etkisizleştirmeye ve önlemeye çalışıyor ve çalışacaklardır. Ancak, tüm olanaksızlıklara karşın bu konuda çabaları artırarak, birleşilebilecek tüm kesimlerle ortaklaşa mücadeleyi yükseltmek önem taşımaktadır. HAYIR kampanyası, hareketlenmenin, örgütlenmenin, sessizleştirilmiş ve sindirilmiş kitlelerin sokaklara taşımanın aracı olursa, kitlelere, önümüzdeki mücadele günleri için güçlü deneyimler kazandırmış olacaktır. 

46285

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar