Cumartesi Nisan 27, 2024

Faşizme Ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR!

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kitlelere yaşatılanlar, tam da burjuvaziye özgü despotizmin, işçi ve emekçileri ise aşağılanmanın trajedisidir.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan halkları, son 93 yıllık tarihin içinde bunlara tanıklık etti ve yaşadı. “tek vatan - tek millet - tek bayrak - tek din, tek devlet” ırkçı-faşist-dinci politikaların cenderesi içine alındı. Salt, burjuvazi sömürüsünü rahat yapsın, palazlansın ve içinde eşitlik, özgürlük ve demokrasinin olmadığı diktatörlüğünü sağlamlaştırsın diyedir.

Türk egemen sınıfları, siyasal ve ekonomik kriz içinde nasıl bir düzen tuturacaklarını bilemez duruma geldiler. Sınıflar mücadelesinin keskinliği ve üzerinde oturdukları ekonomik-politika, onların rotasını belirsizleştirmektedir. Tek bildikleri; sömürü düzenini koruma için devlet terörünü artırma-azdırma olmaktadır.

Emperyalist-kapitalist ekonomik sisteme bağlı olan Türk egemen sınıfları, 12 Eylül 1980’den bu yana, baskıları yumuşatma değil, daha da ağırlaştırma, demokratik hak ve özgürlükleri yok etme politikası izleye geldi. Olağan bir dönem değil, olağanüstü dönemler içinde, “demokrasicilik” oynadılar. İşçi sınıfı tarihsel devrimci rolünü bu süreç içinde oynayamadığı için, burjuva sistemi, kendini tek adam diktatörlüğüyle sürdürme savaşı içine girdi.

Ekonomik ve siyasi kriz nedenyile parçalanmışlık ve zayıflama egemen sınıfları tek adam diktatörlüğünde buluşturdu. Ortda ne siyasi ne de ekonomik istikrar var. Her kesim ve her tarafla savaş içindeler. “Vatandaşım” dediği Kürtlerle, azınlıklarla, alevilerle, işçisiyle, akademisyeni ve aydınıyla, gazetecisiyle, sanatçısıyla, yazarı-çizeriyle, kadınıyla, öğrencisi ve gençliğiyle kavga içindedir.

“Dost” diyebileceği bir komşusu kalmadı. Hepsiyle şu veya bu şekilde kavgalı. Emperyal amaçlarla, saldırmayacağı ve yapmayacağı bir şey kalmadı. Burjuvazinin en temel ilkesi, ilkesizliktir. Çünkü, kapitalist sömürü ve yağma ekonomisinin ilkesi, niyetlerden bağımsız olarak, kaçınılmaz olarak kaos ortamı yaratır.

Türk egemen sınıfları, (ABD ve AB emperyalistlerin politikalarına bağlı olarak da) işçi sınıfının devrimci ideolojisine karşı, “ılımlı islam” modelini öne çıkraması da dertlerine deva olmadı. Kelimenin tam anlamıyla, ülke karanlık bir kuyunun içine atıldı. Irkçı-dinci iktidar eliyle; ne ülkede, ne Kürdistan’da ne de Suriye’de, “Kuşların da şarkı söyleyemeyeceği”1 bir ortam yaratıldı. İşçi sınıfı ve halkların demokratik kazanım ve bilinçleri, dinci, ırkçı söylem ve uygulamalarla içiçe geçen faşist devlet terörünün kuşatması altına alındı.

Faşist Türk egemen sınıfların “ılımlı islam” modeli, tek adam diktatörlüğünü kaçınılmaz kıldı. Nereye adım atacağını bilemez durumdalar. Bir taraftan Kürt ulusunun ulusal kazanımları; katliamlar, toplu tutuklamalar ve yıkımlarla geriletilemeyecek bir sürecin içine girdi. Öte yandan kapitalist soygun ekonomisinin yürütülemez hali, dış borcun ekonomideki kaldırılamaz yükü, ulusalarası alanda sıkışmışlık ve dışatalanmışlık durumu, kapitalizmin krizini derinleştirici faktörler olarak öne çıktı.

Ancak, “tek adam diktatörlüğü”, tüm devlet terörünün harekete geçirilmesine karşın, devrimci, ilerici ve demokrat muhalefet cephesinin bastırılamamış, ezilememiş ve suturulamamış olması, faşist diktatörlüğü uygulamalarıyla daha da uçuruma itmektedir. Bunlara ek olarak, sendikaların yasak ve baskılarla işlevsizleştirilmiş olması gerçeğine karşın, işçi sınıfının sınıf bilincini bütünüyle yok edemediği ve edilemeyeceğini, metal işçilerin son grev ve direniş kararlılığı; burjuvazinin (grev yasaklarının derhal devreye sokulması) korku hanesindeki yerini korumaya devam ettiğini gösterdi.

Köklü bir mücadele deneyimlerinin yanında, yüzyılı aşan sınıf bilinçli örgütlülüklere sahip olmuş ve nicel olarak gelişmiş işçi sınıfının varlığı karşısında, tek adam diktatörlüğünün uzun süre ayakta kalması oldukça zordur. Burjuvazinin bütün kutuplaştırıcı, islamlaştırıcı, ırkçı ve cinsiyet ayrımcı politikalarına karşın, güçlü bir sınıf varlığı gerçeği karşısında daha fazla tutunamayacaktır.

Burjuvazinin, “insan hakları”, “demokrasi” vb. aldatmacaları, kitlelerin küçümsenmeyecek bir kesiminin gözünde, artık, faşizmin birer demogoji araçları olduğunu daha net ortaya koymuştur. “Anayasa değişikliği”, yeni hukuksal kılıflar, KHK’ler ve Türk parlemontosundaki “demokrasi” oyunları, kapitalist sistem içindeki ülkelerin sıradan birer muz cumhuriyetlerine dönüşebildiğinin en yakın örnekleri olmuştur.

“Anayasa değişikliği”ni içeren maddelerin içeriği, İŞİD’in “emirliği”nin” benzerinin Türkiye’de yasallaşmasını kapsadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun uygulamaları okullardan başlatılmıştır.

Önümüzdeki Nisan ayı başlarında yapılacağı söylenen “anayasa değişikliği” referandumu, tek adam diktaörlüğünün yasal kılıfı olmasının yanında, faşist-dinci devlet terörünün daha da tırmandırılmasının oylanması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de, en büyük zararı gören ve görecek olan işçi sınıfı başta olmak üzere bütün ezilen kesimlerin buna karşı koyması ve HAYIR demesi en doğru olanıdır.

“Anayasa değişikliği referandumu”nda kitleleri sandık başına gitmelerini ve HAYIR oyu vermelerini söylemek, faşizmi onaylamak anlamına da gelmez. Referandum sonucu, iktidar partisinin istediği doğrultuda çıksın çıkmasın, değişen bir şey olmayacak. Faşist diktatörlük yıkılana kadar devlet teröründen vazgeçmeyecektir. Hayır oyları fazla da çıksa, Erdoğan kendiliğinden o koltuğu terk etmeyeceği gibi, faşist-dinci baskıları tırmandırmaktan da geri durmayacaktır. Referanduma katılmak, faşizmin oynuna gelmek ya da ona meşru bir statü vermek anlamına da gelmez.

Bütün bunlara rağmen, HAYIR kampanyasının örgütlenmesi, kitlelerde demokrasi bilincini artırma ve faşizmi teşhir etmeye hizmet edecek olmasıdır. Referandum sonucu “Evet” çıktığında, tek parti rejmine geçilmesi ve şu anda var olan bazı demokrat ve ilerici yayınlarında kapatılması ve yasaklanaması beraberinde gelecektir. Yani, sistem, baskılara karşın ayakta durmaya çalışan işçi ve emekçilerin tüm demokratik soluk borularını tıkama yolunu seçecektir. ABD - AB’deki iç faşistleşme bu olguyu fazlasıyla destekleyeci rol oynayacaktır. Ancak, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin çoğunluğu, bu devlet terörünü daha fazla taşıyamayacak ve toplumsal kalkışma bir yerden patlak verecektir.

“Faşizme ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR” kampanyasının örgütlenmesinin zorluklarla dolu olduğu bir gerçektir. Çünkü, iktidarı elinde tutanlar bunu her yönüyle etkisizleştirmeye ve önlemeye çalışıyor ve çalışacaklardır. Ancak, tüm olanaksızlıklara karşın bu konuda çabaları artırarak, birleşilebilecek tüm kesimlerle ortaklaşa mücadeleyi yükseltmek önem taşımaktadır. HAYIR kampanyası, hareketlenmenin, örgütlenmenin, sessizleştirilmiş ve sindirilmiş kitlelerin sokaklara taşımanın aracı olursa, kitlelere, önümüzdeki mücadele günleri için güçlü deneyimler kazandırmış olacaktır. 

46334

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Sayfalar