Çarşamba Mayıs 15, 2024

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Eskiden ümitler ABD’ye bağlanmıştı. “ABD bu baharda çözecek,”deniyordu. ABD’ye heyet üstüne heyetler gidiyor, ABD başkanlarına peş peşe mektuplar yollanıyordu. O zamanlar Kürt siyasetinde diplomasi rüzgârları esiyordu. Böyle nice baharlar tüketildi. O bos vaatlerin ve nafile çabaların üstünden tam yirmi iki yıl geçti. ABD hayali suya düşünce gözler bu defa da AB’ye çevrildi; AB kapılarında kurtuluş arandı. Diplomasi adına gidilmedik, kapısı çalınmadık Avrupa devleti bırakılmadı. Ancak siyasetin amansız çarkı çok geçmeden o beklentileri de tuzla buz etti. Dışarıdan ümitler kesilince bu kez devletle doğrudan görüşmenin yolları arandı. Bunun için seçimlere girildi ve halkın ümit dolu alkışları arasında Parlamento’ya milletvekilleri gönderildi. Milletvekillerinin devletle diyalog ve müzakere kanallarını açacaklar düşünülüyordu. Geçen zamanda bu hayal de suya düştü.

Yıllar böyle yanlış hesaplar üzerinden akıp giderken nice ocaklar söndü, iki taraftan nice gençler öldü. BDP’ nin son Karadeniz gezisiyle de gün ışığına çıktığı gibi geçen zaman içinde Türkler Kürtlere düşman kesildi. Oysa o Karadeniz halkı eskiden devrimcileri kendi çocukları gibi kalpten bir sevgiyle kucaklardı. Devletin hisim gibi yağan ırkçı propagandası ve ardı arkası kesilmeyen asker tabutları ne yazık ki Karadenizlilerin saf değiştirmelerine neden oldu. Bunda elbette Kürt hareketinin payı da vardır. Kürt siyaseti Karadeniz’e ne ekmişti ki biçmeye gidiyordu! Hareketin öncüleri nedense kendilerini çocuklarını kaybeden Türk insaninin yerine hiç koymadılar.  Ne yazık ki Türk insani da kendisini tüm ulusal ve sınıfsal hakları gasp edilen Kürtlerin yerine koymadı, empati kurmadı, kuramadı.

Sözü fazla uzatmadan bugüne gelelim.

Tayyip Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme düşüncesi hiç olmadı. Gençler, akan kan, ölümler, anneler ve babalar, hiç, hiçbir şey umurunda değildir. Her şey, tabutlar bile - tıpkı Devlet Bahçeli gibi- onun için bir propaganda malzemesidir. Hiçbir şey onun hırslarının ve tek adam olma açlığının önüne geçemez. Son iki yıldır Abdullah Öcalan’a sıkı bir tecrit uyguluyordu. “İstersem bu tecridi sonsuza kadar sürdürürüm,”mesajını verdi Öcalan’a. Legal Kürt siyaseti bu hukuksuz izolasyonu kıracak sivil bir proje geliştiremeyince, cezaevlerindeki PKK’ li tutuklular devreye girdi. Açlık grevleri sürerken ortalık bir anda hareketlendi. Dışarıdan ümidini kesen Öcalan meğer o günlerde, “MIT başkanı Hakan Fidan’a sahip çıkmak gerek,”diye düşünerek ona bir mektup yollamış. Bunu Öcalan’ın İmralı’da görüştüğü milletvekillerine söylediği sözlerden öğreniyoruz.

MIT başkanı Hakan Fidan, Öcalan’dan gelen mektubu alınca soluğu başbakanlıkta alıyor. Başbakan mektubu meraklı bir heyecan içinde okuyor ve kısa bir düşünmeden sonra ayağına altın bir fırsat geldiğine karar verip, Hakan Fidan’a İmralı’ya gitmesi için talimat veriyor. İşte Tayyip Erdoğan’ın, “Çözüm süreci” adini verdiği masal böyle başlamış oluyor. Yani genel kanaatin aksine Tayyip Erdoğan’ın başlattığı bir süreç söz konusu değildir. Süreç Öcalan’ın belirtilen mektubu ile başlıyor. Gel gelelim Öcalan’ın bu hamlesinin devlette meselenin çözümüne dair herhangi bir karşılığı yoktur!

Erdoğan’ın yapmak istediği şey, bir tasla birkaç kus vurmaktır. Neredeyse herkesi beklenti içine soktu. Türk yoksulları artik çocukları ölmeyecek diye bekliyor, Kürtler hem hakları verilecek, hem de çocukları ölmeyecek diye bekliyor, dağda ve cezaevlerinde olanlar ailelerine kavuşacaklar diye bekliyor. Medya bu kan dursun diye büyük destek veriyor. Öcalan, “Herkes özgür olacak,”diyor. Artik içeride ve dışarıda tüm ilgili kişi ve çevreler Tayyip Erdoğan’ın ağzına bakıyor. O da kani durduracak bir kahraman edasıyla il il dolaşıp, darbe dönemi Kenan Evren’i çağrıştıran şatafatlı konuşmalar yapıyor.  

Oysa Kürt meselesini çözecek en son kişi Tayyip Erdoğan’dır. Böyle olmasa iktidarda olduğu on bir yıl boyunca bu amansız savaşı sürdürmez ve bunca insanin ölümüne neden olan kanlı, kör bir yol izlemezdi. Simdi hangi yakıcı neden, hangi etkili güç onu çözüme zorladı ki sorunu çözsün? ABD –kendi çıkarlarına hizmet edecek bir çözüm için de olsa - bu sürecin içinde ya da yanında mi? Hayır! Peki AB?  O da yok. İçte bir baskı var mı? Yani Türk halkı Amerikan halkının Vietnam savaşında yaptığı gibi bu meselenin çözümü için sokağa mı dökülmüş? Kürt siyaseti içte ve dışta yarattığı çok yönlü sivil baskı ile AKP’yi köşeye mi sıkıştırmış? Tayyip Erdoğan bos alanlara seslenir hale mi gelmiş? Meydanlarda anneler ve babalar tarafından protesto mu ediliyor? Kürt hareketi şiddetsiz Newroz Tahrirleri mi örgütlemiş? Kürt siyaseti Afrikalı Amerikalılar gibi özgün bir mücadele tarzı ile dünyanın vicdanına ulaştı da dünya halkları Türk büyükelçilikleri önünde akan kani durdurma talebini mi haykırmakta? Bu sorulardan bir tekine bile dürüstlükle “evet” cevabi verilebilir mi? Öyleyse Tayyip Erdoğan bu meseleyi neden çözsün? Bu kanlı düğümü çözme arzusu olsa 4. Yargı Paketi gibi çöpe atılacak bir metni getirir miydi Meclis’in önüne? Bir adım sonrasını göremeyen muhalefet Tayyip Erdoğan’dan çok şey ummuş olmalı ki, simdi “Dağ fare doğurdu,” diyerek dizlerini dövüyor! Yarın da, “Aldatıldık,”diye feryat ederlerse hiç şaşmayacağız.  

Kimse boşuna hayal kurmasın ve halkı da kendi yanıltıcı hayallerinin peşinden koşturmasın. Tayyip Erdoğan bu süreçten faydalanabildiği kadar faydalanmaya, siyaseten rant sağlamaya çalışacak. Kürt sorunu da ne yazık ki bir defa daha bilinmez bir geleceğe ertelenecek.

Peki, şiddetsiz, kansız bir yol, bir ümit yok mu? Var elbette. Var ama bu başka bir yazının konusudur.15 Mart 2013 alinakmahmut@hotmail.com 

Not: Bu yazı 15 Mart 2013 günü, "KÜRT MESELESİNİ ÇÖZECEK SON KİŞİ" başlığı ile yayımlanmıştı. Esen kalın. 2 Ekim 2013

101735

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Sayfalar