Pazartesi Mayıs 20, 2024

Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan “krizi” nasıl okumalıyız?! H.Gürer

AKP’nin siyaset yapma Algoritması!

Türkiye, 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşecek olan “anayasa ve başkanlık sistemi referandumu” için, dünya da eşi benzeri görülmemiş “seçim çalışmaları”na başladı. Sınır ötesi seçim çalışmalarının bir ayağını da Hollanda olarak belirleyen AKP, 11 Mart Cumartesi günü Hollanda Rotterdam şehrinde ‘referandum kampanyası programı’ organize etmek istedi. Bu etkinliğe katılmak isteyen Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na, Hollanda hükümeti Dışişleri Bakanı Bert Koenders telefon ederek; “Hollanda’da referandum kampanyası yapmanızı istemiyoruz. Gelmeyin…” demesine karşın, Çavuşoğlu istenmediği bu ülkeye gitmekte kararlı olduğunu açıklamış, programını iptal etmeyeceğini duyurmuştu. Bu gelişmelerin ardından başlayan “diplomatik kriz” nasıl okunmalıdır? Buraya gelmeden kısa birkaç açıklama yapmak, süreci daha sağlıklı okumak açısından faydalı olacaktır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye dünyada eşi benzeri olmayan bir seçim süreci işletiyor. Özel olarak Türkiyeli göçmen nüfusunun yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinde sandıklar kuruyor. Toplantılar, konferanslar, hatta mitingler düzenlemeye kadar işi taşırmaya çalışıyor. Bu durumdan rahatsız olan Avrupa ülkeleri, kendi ülkelerinde bulunan Türkiyeli göçmenlerin bilinçlendirilmesine karşı değiller fakat, Türkiye tarzı bir seçim kampanyasının da kendi ülkelerinde yürütülmesine haklı olarak karşılar. Çünkü neredeyse otobüsler tutulup marşlar çalınacak, direklerden direklere bayraklar asılacak hale getirilecek. Kendi ülkelerinin seçim süreçlerinde dahi bu vb. uygulamalar yapmayan Avrupalılar, Türkiye’nin bu tarzından pekâlâ rahatsız olma hakkına sahipler. İkinci bir nokta ise, bu tür çalışmalar kendi ülkelerinde toplumsal kargaşa, iç huzursuzluk, toplumsal gerilim vb. yarattığını düşündüklerinden, anayasa referandumu için Avrupa ülkelerinde toplantı düzenlemek isteyen bakanlara bugüne dek Almanya, Hollanda, Avusturya ve İsviçre engel çıkardı. Bu ülkelerin aynı anda siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalarını da yapmayı sürdürdüklerinin de altını çizelim!

Hollanda’nın çekildiği minder, bilinçli tırmandırılan kriz
Bu vb. gelişmeler her ne kadar AKP veya T.C karşıtı şeyler gibi gözükse de, iki yanı keskin bıçak gibi bir karakter taşıyor!

Birincisi; AKP iktidar olduğu 15 yıllık süreç boyunca, içine düştüğü her yönetememe krizinde, her seçim ve her referandum gibi kritik dönemlerde, kamusal sonuçları olan şeylerle kendisini “mağdur” durumuna sokmayı başarıyor! Böylece kitlesini daha da çok kemikleştiriyor. Karamsar durumda olan milliyetçi-sosyal şoven unsurların da histerik duygularını körükleyerek “kararlı” hale getirip yanına çekiyor! (Bu olayla CHP’nin tavrının da AKP ile aynılaşması gibi) Haliyle Hollanda’nın bu çıkışı, AKP’nin ön gördüğü başkanlık sistemini ve yeni anayasa tasarısının geçmesini garantilemesi açısından önemli bir “destek” ve “yardım” olarak görmek mümkün. Onca uzaklıkta bir ülkenin iç siyasetine ve iktidar partisine ancak bu denli bir yardımda bulunulabilirdi! AKP “bizi dışta AB ülkeleri, içte terör örgütleri istemiyor. Daha güçlü bir Türkiye için evet deyin” türünden ucuz sloganlar ve basit şoven kampanyalar için önemli bir hamle manevrasına sahip oldu. Kendi medyası ile yapamayacağı reklamı, isteyip de ulaşamadığı kesimlere dünya medyası ile ulaşmayı başardı. Dünyanın gündemine düşüp tartışılıyor olmak, milyar dolarlar vererek yapılamayacak büyüklükte bir şeyken, Hollanda’yı bu mindere çekerek yapmak daha akıllıcaydı. Bu başarıldı.

İkincisi; Hollanda hükümeti açıklamalarına baktığımızda, kendi ülkesinde yapılacak referandum çalışmalarını yasaklamış değil, sınırlandırmıştır! Yapılacak toplantı salonu için şöyle deniyor “Bakanın konuşması için yeni bir salon bulunması için görüşmeler sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı tehdit etti. Bu durum mantıklı bir çözüm arayışını imkânsız kılmıştır.” ve Türkiye Dışişleri bakanının uçuşunu iptal etmelerini ise; “İptal kararı, uygun bir çözüm bulunması için görüşmelerin sürdüğü bir sırada kamuoyu önünde yapılan tehditler nedeniyle alındı.” Diyerek kamuoyuna açıklama yapan Hollanda hükümeti, krizi derinleştiren ve bu aşamaya getiren tarafın Türkiye olduğunu iddia ediyor. Açıklama da çarpıcı bir bölüm de şurası; “Hollanda hükümeti ülkedeki Türkiye vatandaşlarına referandum hakkında bilgi verilmesi için toplantı düzenlenmesine karşı değil. Fakat bu toplantılar bizim toplumumuzdaki gerilimlere olumlu katkıda bulunmuyor ve burada bir toplantı düzenlemek isteyenler, kamu düzeninin ve güvenliğin sağlanması için ilgili yetkililerin kurallarına uymalı. Türkiye hükümetinin bu konudaki kurallara saygı göstermediğini söylemek durumundayız.” Açıklama böyle. Türkiye tüm bu açıklamaları görmezden gelerek, tüm sivil bürokrasisi ile eylem, protesto, açıklama ve tehdit yarışına katılmış durumda. Kimse karşı tarafın ne dediğiyle ilgili değil. Portakal bıçaklayıp, suyunu sıkıp içerken, tehditler yağdırırken, anayasa referandumu için “evet” kampanyasını da aynı anda yürütmeleri son derece planlı bir kampanyanın ürünü olduğunu gösteriyor. “Hollanda resmi makamlarını aratıp mehter marşı dinletti” diye medyaya manşetler atarak kitlesini bu yönlü eylemler yapmaya yönlendirme derdindeler. Cumhurbaşkanı, bakanlar vs. kitleye bir zat eylem çeşitleri sunuyor. İşin bu aşamaya getirilmesi kimin işine yaradığı çok açık…

AKP’nin Kasımpaşa jargonu ile her önüne geleni tehdit ettiğini bu ülke insanı gayet iyi biliyor. Dolayısıyla da “(…) görüşmeler sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı tehdit etti.” Açıklaması gerçekliği ifade ediyor. Aynı şekilde kimi bakanların “kimse bizim toplantımızı iptal edemez, programımız ertelenemez, hesabını sorarız, bedelini ödetiriz” türünden haberlerin yapıldığına da kimi gazete ve sosyal medya üzerinden tanık olduk. Tüm bunlar krizi tırmandırmak için yapılan şeylerdi. Çünkü karşılarında kendi vatandaşları olan gariban bir çiftçiye “ananı da al git” demediklerini, bir ülkeyi tahdit ettiklerini, bunun diplomatik, siyasi ve ekonomik sonuçları olacağını da gayet iyi biliyorlardı. Bilerek, planlanarak ve isteyerek de yapıldı. Çünkü her seçim ve referandum dönemlerinde olduğu gibi “mağdur” olmaya ihtiyaçları var. “Mağdurluktan” çıkıp mağrurluğa dönüşümü önümüzdeki günlerde hep birlikte daha açık ve net olarak göreceğiz…

Hollanda her ne kadar yapmak istediği “sınırlamalarının” nedenlerini açıklamaya çalışsa da AKP tarafından hızlı bir şekilde bu sesleri boğuldu. Hollanda’nın bu tutumunu “tanımsız” bir ifade haline sokarak dünya kamuoyu karşısında “haklı”, Türkiye halkları karşısında ise “mağdur” bir hale ulaşıldı. Böylece AB’nin demokrasi kriterleri kendilerince tartışılır hale getirilecek, Hollanda ise AKP tarafından fırsat verilmeden “tanımlayamadığı sınırlamalar” yüzünden tüm dünya tarafından siyasi baskı altına alınacak, böylece AKP Türkiye ve dünya halkları karşısında “prestij” elde edecekti. Bu “prestiji” Nisan’da ki anayasa ve başkanlık referandumunun geçmesi lehine kullanacaktı. Plan tuttu mu? Bizce tuttu. Hollanda’nın kısa gelecekte özür dilemesi büyük bir olasılıktır!..

Özetlersek;
Hollanda’nın AKP tarafından bilinçli ve planlı bir şekilde çekildiği bu minder, her ne kadar AKP karşıtı gibi gözükse de, esasen AKP’yi referandum sürecinde elini güçlendiren çıkışlardır! Referanduma kadar benzer gelişmeler, çıkışlar ve ülke içi veya ülke dışında siyasi, politik, askeri komplolar sürpriz olmamalıdır!

58344

H.Gürer

H.Gürer sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

H.Gürer

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar