Pazar Mayıs 12, 2024

Hrant, “nefret suçları” ve “zehirli kan” üzerine [1]

“Bizi gömmeye çalıştılar, tohum olduğumuzu bilmeden…”[2]

Biraz şu mahut “zehirli kan” meselesinden bahsedelim mi?

Ahparik Hrant katledileli sekiz yıl oldu… Onu Agos’un önünden Balıklı Ermeni Mezarlığı’na uzanan son yolculuğunda yüzbinlerle uğurlayalı sekiz yıl geçti…

İktidar partisi ve yargı Hrant’ın katli davasını sekiz yıldır süründürüyor… Hrant’ın öldürülmesinin planlı bir “devlet işi” olduğunu gözlerden gizlemek için elinden geleni yapıyor. Bu “görev”de kullandığı birkaç tetikçiyi önümüze atıp, onlarla avunmamızı istiyor. Cinayetin gerisindeki istihbarat ve emniyet şebekesinin üstü özenle örtülüyor. Bu işi planlayan, örgütleyen, azmettiren büyükbaşlar terfilerini aldılar, keyifleri yerinde!

Bugün, sekiz yıldır yaptığımız gibi Hrant’tan ve Ermeni Soykırımı’ndan söz etmek için bir araya geldik. Hrant’ı anmanın, onu yaşatmanın en iyi yolunun bu olduğunu biliyoruz çünkü…

Çünkü Hrant Ermeni olduğu için değil, “Ermeni Soykırımı”nı yüksek sesle telaffuz etmek cesaretini gösterdiği için katledildi.

“Üzerinden yıllar geçmiş bir olay,” diyenler çıkabilir… “Kurcalayıp durmanın ne yararı var?”

Oysa bu lanetli tarihi “kurcalamazsak”, o bizim kanımızı zehirlemeyi sürdürecek.

Biz bu lanetli tarihi kurcalamaz, insanların onunla yüzleşmesini sağlamak için çabalamazsak, bu cerahatin boşaltılıp iyice temizlenmesini sağlayamazsak, 1915’te doruğa ulaşan vahşet, fırsat buldukça bulduğu gediklerden fışkırmayı sürdürecek. 

Biz bu lanetli tarihi kurcalamazsak, soykırımlar, katliamlar, sürgünler, asimilasyoncu saldırganlık ve mübadelelerle zaten bir avuç kalmış gayrımüslimlerin, bu ülkede “bu kez saldırı ne zaman, nereden gelecek?” tedirginliğinde yaşaması sürdürecek.

Biz bu lanetli tarihi kurcalamazsak, Alevilerin evleri işaretlenecek, köylerine, mahallelerine zorla cami yapma, çocuklarını zorla din derslerine göndertme baskısı sürecek.

Biz bu lanetli tarihi kurcalamazsak, Türk bölgelerinde Kürtler bıçak sırtı yaşamaya devam edecek. PKK’nin her eyleminde galeyana gelen “milli hassasiyetler” linç teşebbüsleri olarak faturayı Kürt mahallelerine çıkartmayı sürdürecekler…

Biz bu lanetli tarihi kurcalamazsak, İslam’a ve “kutsal” addedilen her şeye yönelik en küçük eleştiri, tehdit, gözdağı ve saldırı furyasıyla karşılanacak…

Evet, milliyetçilik-maneviyatçılık, bu toplumun kanını fena hâlde zehirlemiş durumda. Kendini milliyetçi-mukaddesatçı” vb. terimlerle tanımlayan internet sitelerinde küçük bir gezinti, bu toplumun damarlarında “farklı” olana “öteki”ne karşı nefret söyleminin ürkütücü boyutlarını ortaya koymakta.

- Örneğin Samsun’da yayınlanan Statüko dergisinin Genel Koordinatörü Okan Baş, bir köşe yazısında: “Ogün Samast gibi gürbüz bir genç, işi ‘Türk’ün kanı pistir’ demeye getiren Hrant denen herifi vurduğu için ağır bir cezayla karşı karşıya kaldı. Kötü mü yaptı yani?” diye soruyor.[3] 

- Örneğin bir “ülkücü”, “Hrant’ın hayatını canlandıran filmde rol alırdım” diyen Erkan Can için şöyle diyor:

“ALAYINIZ TÜRK DÜŞMANI. DİLERİZ; TOPUNUZUN SONU HRANT GİBİ OLUR! 

Atatürk’ün ‘muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ sözünü ret ettiğini belirterek; ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil

damarında mevcuttur’ diye açıklamalarda bulunan ve vatan hainliğinden dolayı DGM’de yargılanmış bir kansız Ermeni’yi canlandırmak isteyen ne kadar çok PİÇ adayı mevcutmuş bu ülkede?”[4]

Örneğin Nurullah Aydın, “Ülkücü Haber”de soruyor:

“Laik çağdaş örgütlerde veya İslamcı tarikat ve cemaatlerde yuvalanmış İslamcı dönme Ermeniler ve terör örgütünde yer alan Marksist Ermeniler nerede? 

Onlar siyasetçi kimliğindeler. 

Onlar gazeteci kimliğindeler. 

Onlar akademisyen kimliğindeler. 

Onlar sivil toplum örgütü temsilcisi kılığındalar. (…)

Onlar; içimizdeki dönmelerdir. Türk ve Müslüman isimleri taşırlar ama gönülleri kalpleri hınç doludur.

Onlar; Müslüman görünümlü Gürcü, Rum, Yahudi ve Ermeni dönmeleridir.

Ajite etmek, nefret kusmak kimlik kişilik yaşam amaçları olmuştur. 

Vatan evlatlarını kirli niyetlerle suçlamak, zan altında bırakmak, karalamak amaçları olmuştur.”[5]

Türk bilinçaltında, “Affedersiniz Ermeni”lik, şaibe altında olmak, çamur atılmak, potansiyel suçlu ilan edilmek için yeterli nedendir, bilirsiniz. Bu “çamur”dan Devlet Bahçeli’nin dahi nasibini aldığını görmek, gerçekten de ibretlik. Bir blog’da soruluyor: “Türkçülüğün başında bir Kripto Ermeni’nin ne işi olabilir? Devlet Bahçeli’nin kütüğüne bakıldı, soyundaki Ermenilere ulaşıldı...”[6]

Ve Ermenilik, Türk’ün bilinçaltında, “bulaştığı” her şeyi kirletir: Örneğin Kürtleri:

“Artık bölücüler fistan giyip geziyor, maske takıp ödlekliğini gizliyor. Erkeklik, yiğitlik, tarih boyu onların kitabında hiç yer almamış kavramlar…

Hainlik, kahpelik, namertlik, kalleşlik’in kitabını yazmış bir kitledir onlar.

ASALA idi şimdi PKK oldu kahpeliğin adı.

Ustası olduğu ‘pusu’ ve ‘baskın’larda içtiği kanın haddi hesabı yok…

Hepsi de önce Suriye’nin Bekaa genelevinde, sonra Kandil’deki PKK umumhanesinde yetiştirilmiş fahişeler bunlar…

Para ve silahı veren herkesin altına yatarlar.

Yıllarca Rusun, İngilizin, Fransızın kapatması idiler, şimdi ABD’nin metresi…

Ermenilerin bu bölücülere bıraktığı en büyük mirastır kahpelik…”[7]

Midenizi daha fazla kaldırmayayım. Ancak, yüzeyin hemen altında yatan “hissiyat” ne yazık ki, büyük ölçüde böyle. Faşist, Kemalist ya da İslamcı olmak, fazla bir şey değiştirmiyor. Bu toplumun “kahır ekseriyeti” potansiyel nefret suçlusudur, ve iktidarlar bu potansiyeli her an harekete geçirecek bir momentte tutma konusunda ustalaşmıştır.

Bu “potansiyel”in ardında ise, tüm bir “ulusal inşa”yı “öteki(leştirilmiş)”lerin maddî ve manevî varlıklarının yağması, inkârı ve temellükü üzerinde gerçekleştirmiş olmanın kolektif suçortaklığı yatmaktadır. Türkiye’de, iki-üç kuşak öncesinde, katledilen Ermenilerden kalma bir atölyeyi, ürkütülerek yurtdışına kaçırılmış Yahudilerden kalma bir dükkânı, mübadeleyle sürülmüş Rumlardan kalma birkaç altın-gümüş eşyayı, ya da soykırımdan ancak ihtida edip bir müslümanın karısı olmayı kabul ederek kurtulabilmiş bir Ermeni gelini temellük etmemiş, Türk ya da Kürt, kaç aile vardır?

Kolektif nefret, büyük ölçüde bu “sermaye birikim modeli”nin açığa çıkartılarak tazminat talebiyle karşılaşması yolundaki bilinçli ya da bilinçsiz korkudan da beslenmektedir. 

Bu korku açığa çıkartılıp bu toplum geçmiş edimleriyle yüzleşmedikçe, Alevî, Kürt, Ezidi, Hıristiyan, Yahudi, Ermeni, ateist, eşcinsel… velhasıl “kahır ekseriyet”ten farklı olan herkesi “bıçak sırtı”nda yaşatmayı sürdürecek…

 

16 Ocak 2015 10:13:43, Ankara.

 


64722

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar