Pazar Nisan 28, 2024

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır. Her sınıfın örgüt ve partiden anladığı farklıdır. Her sınıf, söz konusu araçları kendi niteliğinin görüngüsü olan bir ideoloji ve bunun ruhunu verdiği bir siyasal ahlak ve kültürle biçimlendirir. 

İlkeler neden var?

Fransızca organize olmaktan türeyen örgüt kavramı, niteliği ve biçimi ne olursa olsun, belli amaçlar için belirlenmiş ilkeler, prensipler etrafında biraraya gelen insanlar topluluğunu ifade eder. Örgüte esas niteliğini veren amacıdır. Bu aynı zamanda onun işleyişini ve hareket tarzını tarif eder.

En basitinden en karmaşığına kadar her türden örgütlenmeye yön veren kurallar bütünü vardır. Program, o örgütün (dernek, sendika, parti vb.) amaçlarını belirlerken tüzük ise bu uğraşın, hareketin çalışma prensiplerini, bu anlamda karakterini ifade eder. En karmaşık ve gelişmiş olan devlette bu, anayasa olarak karşılığını bulur. Anayasa toplumda egemen sınıflar arasında yapılan bir sözleşmedir. Amacı da iktidarlarını korumak ve sürdürmektir. Bir parti veya dernekte ise bu görev tüzüğe verilmiştir. Tüzük siyasal organizasyonun tüm üyelerini bağlayan, herkes için geçerli olan, birleştirici ve düzenleyici bir işleve sahiptir. Tüzük, organizasyonu oluşturan üyelerin ortak iradesinin, daha doğrusu en yüksek iradesinin ürünü olduğundan bireylerin, organların üzerindedir. Zira kolektif irade her şeyin üzerindedir ve tüm parçalara yön verendir. Bu bir dernek için kurultay, bir sendika ya da parti için konferans ya da kongre olabilir. Tüzük böylesi kolektif biraraya gelişlerin sonucunda ortaya çıkar ve bir sonraki birleşime kadar tüm üyeleri birarada tutan bir mıknatıs işlevi görür.

Bilimsel sosyalizmin ustaları, işçi sınıfı ve emekçileri kurtuluşa götürecek yegane güç olan komünist partilerin hangi temeller üzerine ve nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair ilkeleri, strateji ve taktikleri ortaya koymuşlardır. Paris Komününden Rus ve Çin devrimlerine, dünya ve coğrafyamızdaki sınıfsal, toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri bu anlamda zengin deneyimlerle doludur. Biz sorunu olabildiğince sadeleştirerek tartışmayı tercih edeceğiz.

Tüzük, örgütü oluşturan üyelerin aşağıdan yukarıya doğru taşınan iradesinin son ve en üst adresinde son halini alır. Buraya katılanlar, kurumun bir bütün iradesini yansıttığından alacakları kararlar da, kolektifin tümü için bağlayıcıdır, uyulması zorunludur. Tüzük, bir sonraki organizasyona kadar geçerlidir ve uygulanmalıdır! Pozisyonu, görevi ne olursa olsun, herkes için uyulması gereken kurallar bütünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu bir dernek için de öyledir, kooperatif, sendika veya siyasi parti için de… Tüzük, organizasyonun üzerinde yükseldiği kolon veya vücudun iskeleti olarak da tarif edilebilir.

İki yaklaşım...

Tüzüğe yaklaşım, egemen sınıflar ile proletarya ideolojisi arasındaki farkı da ortaya koyar. Hakim sınıflar tam da karakterlerine uygun bir şekilde bu konuda tutarsız, ikiyüzlü, sahtekarca bir tutum izlerler. Kendi koydukları yasaları sık sık ihlal ederler ama başkalarından bunlara uymalarını isterler. Zira temel kaygıları iktidarlarını ve menfaatlerini korumaktır. Bunun için ne gerekiyorsa yapılacaktır, yapılır da. Bu durum onların karakterine uygundur. Milyonlarca emekçinin alınteri ve emeğiyle yarattıklarına, bir avuç olarak el koyma gerçekliklerine uygundur. Sömürücü nitelikleri onları ikiyüzlü ve zorba yapar. Aldıkları kararlara uymamak bundan dolayı onları rahatsız etmez.

Entrika, yalan, hasımlarını tasfiye etmede, kanunları ihlal etmenin her zaman haklı bir gerekçesini bulmakta zorlanmazlar. Bu da tüm bedene yayılmış bir yozlaşma ve çürüme, bataklık demektir. Kanun koyucudurlar ama ona uymazlar. Ne var ki, ezilenleri bu yasaları çiğnedikleri için şiddetle cezalandırırlar. Hem kanun zemininde kendi aralarındaki dalaşta hem de yığınlara yönelik yaklaşımda bu ikiyüzlülük söz konusudur. Söylemlerine bakarsanız onlar, devletin ve “toplumun” çıkarlarını herkesten fazla düşündükleri için ihlal etmişlerdir anayasayı! Her zaman ivedi bir durum, büyük bir tehlike söz konusudur. Ve değişmeyen kurtarıcı yine kendileridir. 

12 Eylül darbecileri de anayasayı rafa kaldırırken bu argümanlara sarılmışlardı. Ülke büyük bir kaos içindeydi ve vatan elden gidiyordu! Devlet-i Âli’nin çıkarları korunmalıydı! Bunun için birilerinin sorumluluk alması gerekiyordu. Böylece mevcut anayasaya göre seçilerek, meclise gelenlerin iradesini gasp etmek ve her türlü yasa, yönetmelik vb. elinin tersiyle itmek için yeterli gerekçe ortaya çıkmıştı. Bugün AKP’de karşılığını bulan da bu tutumun değişik bir versiyonudur. Erdoğan “ikinci kurtuluş savaşı için” anayasayı ihlal etmekten çekinmiyor! Dahası onu ihlal ederek yarattığı fiili durumu yasal bir zemine kavuşturmaya çalışıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hepsinin ortak noktasının keyfilik, ikiyüzlülük ve iktidarını korumak olduğu açık.

Peki proletarya tüzüğe nasıl yaklaşır, onun için tüzük ne anlama gelir? Geleceğin, umudun ve kurtuluşun lokomotifi proletarya her alana kendi niteliğini yansıtır: Edebiyat, sanat, kültür ve siyaset vs.

Proletarya egemen sınıfların tutarsızlığına karşı ilkeli olmayı, sahtekarlığa karşı dürüstlüğü, bencil-dar çıkarlar yerine ezilenlerin-halkın bütününün çıkarlarını savunur. Zira bilir ki, özgürlük her anlamda ve alanda, burjuvazinin karşısında alınan tutum ve inşa edilen yaşamla, kültürle, siyasal ahlakla adım adım kazanılacaktır. Proleter devrimciler tüzük konusunda ilkeli ve tutarlı olmak durumundadır. Savundukları ve yığınlara vaat ettikleri dünyanın tohumlarını bugünden atmanın başka yolu yoktur. İşçi sınıfı ve geniş yığınlar için bir çekim merkezi olmak, onlarla kaynaşmak ve onları harekete geçirmenin yolu buradan geçer.

Son hali verilen tüzüğü, gözü kapalı çiğneyen, buna türlü gerekçeler üreten her kim olursa olsun, burjuva ideolojisine hizmet etmektedir. Bunun adı tüzüğe, hukuka yönelik darbedir, darbeciliktir. “Hareketi, içinde bulunduğu kaostan çıkarmak” ulvi(!) amacının arkasına sığınarak da yapılsa, bu öyledir. Zira kolektifin iradesine yönelik bir gasp söz konusudur. Bunun kolektifin, irade ve eylem birliğini geliştirmeyeceği ve büyütmeyeceği ortadadır. Kolektifin yönetici mekanizmasında bulunuyor veya bulunmuş olmak, tüzüğün ihlal edilmesini, buna yönelik darbeciliği meşru kılmaz. Aksine yıkımı derinleştirir, etkisini ve çapını büyütür. Tüzüğün, hukukun uygulanmasını garanti altına almak herkesten önce omzuna bu rütbeleri takanların     görevidir. Bu görevin yerine getirilmemesinin suçu ise daha büyüktür. 

Darbecilik yenilgiye, proletaryanın hukuku zafere götürür!

Kendi iktidarını koruma kaygısına düşerek çoktan burjuva bataklığında boğulanların proletarya partisini demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ileri taşımayacağı bir gerçektir. Yığınlar, söz ile eylemi, teori ile pratiği birbirine uymayan, kendine karşı dürüst ve özeleştirel olmayanları tespit etmekte son derce mahirdir.

Kendini bağımsızlık, halk demokrasisi ve sosyalizm davasına adayanların, büyük bedeller pahasına yarattıkları değerler, kitleler için ilham kaynağıdır. Bu değerlerin arasında, hatta başında ilkeli, dürüst olmak, halka ve yoldaşlarına hesap vermek vardır hem de koşulsuz! Bu özellikler yıprandığında, dejenere olduğunda adı ne olursa olsun söz konusu pratik öznenin ürettiği devrimcilik kirlenmiş demektir. Burjuva ideolojisiyle zehirlenmiş, ideolojik bağlamda hedefinden uzaklaşmış demektir. Tarihte hakim sınıfların, ideolojik kuşatma altına alınarak, içindeki unsurları aracılığıyla proletarya partisini varlık amacından uzaklaştırmak adına neler yaptıklarına çokça tanık olundu. Tüzüğe, hukuka yönelik ihlaller, gasplar ve darbelerle ilerleyen bu süreçlerin başta ideolojik olmak üzere her anlamda büyük yıkımlar getirdiğini biliyoruz.

Her sınıf en iyi bildiği yöntemle savaşır. Proleter devrimcilerin önünde bugün, her türden gericiliğe, darbeciliğe tavır alma, kolektifin birliğinin harcı olan tüzüğe ve hukuka sahip çıkma görevi bulunmaktadır. Burjuvazinin temsilcilerine, proletaryanın dünya görüşü, onun ideolojik, politik ve örgütsel alanda yarattığı değerleri savunarak yanıt vermek herkesin boynunun borcudur. Proletarya partisinin en yüksek iradesinin ürünü, onun cisimleşmiş hali olan tüzüğü çiğneyenler, darbe yaparak hukuku rafa kaldırmak isteyenlerin; uyarılara, eleştirilere rağmen bunda ısrar edenlerin, kan-can pahasına yaratılan değerlerden fersah fersah uzaklaştıkları, burjuvazinin çöplüğüne demir attıkları, kendi kirli-dar dünyalarına sıkışıp kaldıkları bir gerçektir.

Yoldaşlarına tasfiye ve alt edilmesi gereken rakipler olarak bakmak ve davranmak, hesap vermekten ve özeleştiriden kaçmak, kendisiyle hesaplaşmadan ve üretmeden, iktidarını koruma güdüsüyle hareket etmek, bu uğurda entrika, yalan ve her türlü sahtekarlığa başvurmak proletaryaya değil burjuvaziye ait tutum ve davranışlardır.

Gelinen aşamada burjuva ideolojisinin temsilcilerinin yeniden sahneye çıktığı, tüzüğü ve hukuku ihlal ederek, darbe yaparak, proletaryanın partisini ideolojik anlamda kirletmeye, dahası ele geçirmeye çalıştığı bir süreci yaşıyoruz. Tarihsel tecrübelerimizden biliyoruz ki, bizi ileriye, geleceğe taşıyacak olan, umudumuzu ve kazanma azmimizi bileyen, proletaryanın ideolojisine onun politik ve örgütsel alanda yarattığı değerlere olan bağlılığımızdır! Açık ki, her türden darbecilik yenilgiye, proletaryanın hukuku, adaleti ve iradesi zafere götürür!

44160

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Sayfalar