Salı Mayıs 21, 2024

İbrahim Kaypakkaya Beynimizde Bilinç, Bileğimizde Güç, Yüreğimizde Cesarettir!

“Musa Kırmızı asılmayacak!

Biz hapiste çok yattık. Hapisliğin ne olduğunu biliriz.

Ölüm dersen her gün karşı karşıyayız!”

(Yılmaz Güney'in 1970 Yapımı Yedibelalılar Filminden bir replik.)

Marksizm Lenizm Maoizm’i rehber ideoloji olarak benimsediğini çeşitli makalelerinde ifade eden Yılmaz Güney, 1970 yıllarda çekilen ve senaryosunu kendisinin yazdığı “Yedibelalılar” filminde köyündeki haksızlıklara karşı, -her ne kadar köyün ağasından çok korksa da- vicdanının sesini dinleyen ve mahkemede tanık olmayı isteyen bir köylüyü arkadaşlarıyla birlikte ağanın adamlarının saldırısından kurtarır ve oldukça korkan köylüye, yukarıdaki repliği söyler.

Köylünün adı dikkat çekicidir. “Musa Kırmızı”! Neden “Kırmızı” olduğu bilinmez. Ama tahmin edilebilir. Ne de olsa kızılla kırmızı yakın renkler! Öte yandan “Musa” adı o yıllarda devrimciler tarafından da sıklıkla kullanılan bir “parti adı”dır. Yılmaz Güney'in “çok hapisler yattık, ölüm dersen her gün karşı karşıyayız” derken güçlü bir ihtimaldir ki devrimcilere bir gönderme yaptığını ileriye sürebiliriz.

İbrahim Kaypakkaya'nın bu filmi izleyip izlemediğini bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. İbrahim Kaypakkaya'nın kullandığı parti isimlerinden bir tanesi de “Musa” adıdır. “Musa”nın yani İbrahim Kaypakkaya'nın katledilişinin yıldönümü yaklaşıyor. 18 Mayıs 2017 tarihi, Türkiye devrimci komünist hareketinin önderlerinden; halkımızın nezdinde halen sohbetlerinin “şapkalı-kasketli”si olan genç bir komünist önderin 17 Mayıs'ı 18 Mayıs'a bağlayan gece, aylarca süren işkenceli-sorgulu tutsaklıktan sonra Amed 2 No’lu Hapishane'de kurşuna dizilmesinin 44. yıldönümüdür.

Bu vesileyle örneğin Yılmaz Güney'le İbrahim Kaypakkaya'yı aynı düzlemde buluşturan; onların dünyaya, ülkeye ve topluma bakışlarıdır. Her ikisi de meselelere işçi sınıfının, halkın çıkarları açısından bakmışlar ve bu bakış açısı onların yaptıkları “iş”te başarılı olmalarına, halkın özlem ve taleplerini doğru bir biçimde analiz edip yansıtabilmelerine neden olmuştur. Her ikisini de birleştiren ortak nokta Marksizm Leninizm Maoizm'dir.

Yılmaz Güney dünyaya ve Türkiye toplumuna, bu ideolojik formasyondan bakmaya çalıştığı, bu yönlü bir çaba içinde olduğu içindir ki Türk Kürt ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfının ve halkımızın nabzını yakalayabilmiş, bunu belli bir estetikle ele alabildiği içindir ki sinema sanatında başarılı olabilmiştir.

İbrahim Kaypakkaya'nın da meselelere yaklaşırken temeli MLM'dir. O her şeyden önce Maoist olduğu için kimilerince bugün sahiplendikleri tezleri ileriye sürmüştür. Bizzat Kaypakkaya'nın kendisi “hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devriminin ürünüdür” diye not düşmüştür. Dolayısıyla onun bu niteliğini bir kenara bırakırsanız ve onu öyle “sahip”lenmeye çalışırsanız, bu doğru bir tutum olmaz. Tabi bu durumdan zararlı çıkan İbrahim Kaypakkaya olmaz. Onu savunduğunu ve “hata”larını reddedip “sahip”lendiğini ileriye sürenler kendileri kaybederler.

Uzun lafın kısası İbrahim Kaypakkaya MLM olduğu için Kemalizm, ulusal sorun, komünist partisinin sınıfsal niteliği, devletin niteliği, ülkede verilecek mücadelenin biçimi, köylülüğün örgütlenmesi, halk savaşı, ordu örgütlenmesi, reform-devrim ilişkisi ve hatta sosyalizmin bazı sorunları vb. konularında doğru tespitler yapabilmiştir.

İbrahim Kaypakkaya Maoist olduğu, bu ideolojik formasyonla silahlandığı için doğru analizler yapmıştır. Hatta bizzat Kaypakkaya'nın kendisi Dersim mağaralarında “en güçlü silah” olarak Mao'nun küçük Kızıl kitabını yoldaşlarına öneriyordu.

Bu nedenle İbrahim Kaypakkaya'nın ileriye sürdüğü tezlerin nasıl ortaya çıktığı ya da tezlerinin içeriğine dair bir çalışmadan çok, onun 44 yıl önce ileriye sürdüğü tezlerin günümüzdeki güncelliğine dair birkaç örnek vermek yeterli olacaktır.

İbrahim Kaypakkaya Günceldir?

Son birkaç yıldır sadece halkımızın değil hâkim sınıfların da İbrahim Kaypakkaya'ya yönelik “ilgisi”nin arttığına tanık oluyoruz.

 İbrahim Kaypakkaya'yla ilgili şarkı söylediğinden tutun da, onu ananlara ve hatta afişini asanlara kadar bir dizi devrimci demokrat, ilericiye soruşturmalar açılıp, hapis cezaları verilir oldu. son 1 Mayıs kutlamalarında onun resminin olduğu flama, pankart vb.ne yönelik “ilgi” de bunun göstergesi olmuştur.

İbrahim Kaypakkaya'yı hâkim sınıflar nezdinde bu kadar tehlikeli kılan hiç kuşkusuz ki onun ideolojik formasyonudur. İbrahim Kaypakkaya, Marksist Leninist Maoist olduğu için, hakim sınıfların “bam teline” basmış, devletin faşist niteliği başta olmak üzere, ülkemizde var olan çelişkileri doğru tespit etmiş ve bu çelişkilere uygun olarak silahlı devrim mücadelesi iddiasına uygun bir söylem ve pratik hat içine girmiştir. Yani İbrahim Kaypakkaya yılanı kuyruğundan yakalamıştır! Zaten tam da bu nedenle katledilmiştir!

Dolayısıyla İbrahim Kaypakkaya ülkemiz topraklarında Marksist Leninist Maoist teorinin ilk temsilcisidir. 50 yıllık reformist-revizyonist suskunluğu parçalama söylemi bu açıdan basit bir propaganda değildir. Bu vesileyle aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Kaypakkaya'nın tezlerinin güncelliğinin esas nedeni, onun MLM hattında gizlidir. Marksizm Leninizm Maoizm güncel olduğu için Kaypakkaya günceldir.

Maoizm meselesinin önemi ve günümüzdeki güncelliğine dair bir örnek verecek olursak şu söylenebilir: Bilineceği üzere -diğer sebepler bir yana- sosyalizmde yaşanan geriye dönüşleri açıklayabilmek için meselelere Marksizm Leninizm'in üçüncü aşaması olan Maoizm’le yaklaşmak gerekir. Bu yapılmadığı takdirde geriye dönüşler bilimsel bir şekilde açıklanamaz. Sorunların kaynağı doğru tespit edilemez. Kişiler ya da rastlantılar neden olarak ileriye sürülür vb. Böylelikle Troçkizm, anarşizm, reformizm vesaire anlayışların güçlenmesi söz konusu olur.

Dolayısıyla ülkemiz koşullarında MLM'yi savunmak, Kaypakkaya'nın bu toprakların ilk Maoist önderi olduğunun ısrarla altını çizmek ve propagandasını yapmak gerekir. Ülkemizde sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler Maoizm’le değerlendirilmediği için, kimi çevreler kendince “çözüm”ler bulmuştur!

Örneğin bu durumun günümüz Türkiye toplumundaki karşılığı ise irili ufaklı Troçkist yapıların tezahürü olmuştur. Bu minvalde özellikle demokratik halk devrimi-sosyalist devrim vb. tartışmalarından ziyade, kendini Troçkist olarak ifade eden grupların-yayınların sayısındaki artışa dikkat çekmek gerekir. Meselelere Maoizm’le yaklaşmamak, sosyalizmdeki geriye dönüşleri açıklayamamak, Troçkizm gibi Türkiye devrimci hareketinde ipliği pazara çıkmış ve geçmişte açıktan sahiplenilemeyen karşı devrimci düşüncelerin dillendirildiğine tanık olmaktayız.

Bu güncel durum bize ülkemiz sınıf mücadelesi arenasına Marksizm Leninizm Maoizm’i –özellikle de Maoizm’i- daha fazla taşımamızı ve sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler ve devrimin proletarya diktatörlüğü altında da sürdürülmesi teorisini genç kuşaklarla tanıştırmamızı koşulluyor. Bu minvalde Büyük Proleter Kültür Devrimi'nden etkilendiğini özellikle belirten Kaypakkaya'nın Maoist yönü üzerinde durulması gerekir.

Kaypakkaya'nın günümüzde bu kadar güncel olmasının nedenlerinden biri de onun ileriye sürdüğü tezlerin sosyal pratik içinde karşılığını bulmasıdır. Ülkemizin son yarım asra yaklaşan tarihi göz önüne getirildiğinde yaşanan gelişmeler İbrahim Kaypakkaya'nın ileriye sürdüğü tezlerin doğruluğu hakkında kesin ipuçları vermiştir.

Özellikle de Kürt ulusal sorununu kendine temel alan Kürt ulusal hareketinin ulaştığı aşamayla birlikte, Türk hâkim sınıflarının kendi arasında yaşanan mücadele sonucunda da olsa Kemalizm meselesine dair ortaya çıkan gerçekler, Kaypakkaya'nın “Milli Mesele” ve “Kemalizm”e ilişkin ileriye sürdüğü tezlere ilgiyi artırmıştır. Tabi bu ilgi sahiplerinden bazılarının İbrahim Kaypakkaya'nın Maoist formasyonuyla ilgilenmediklerinin, onun bu tezleri ileriye sürmesinin temelini gözardı ettiklerinin altını çizelim.

Kaypakkaya'nın tezlerinin bu derece günümüze ışık tutan bir içeriği sahip olması, onun geleceği gören bir kâhin olması değildir. Bunun birinci nedeni her şeyden yukarıda da değindiğimiz üzere meselelere MLM bakış açısıyla yaklaşmasıdır.

Kaypakkaya'nın tezlerinin güncelliğinin bir diğer nedeni de, tezlerinin masa başında üretilmesi değil, pratik süreç içinde; bir yandan hâkim sınıflarla, diğer yandan ise revizyonizmle mücadele içinde şekillenip ileriye sürülmesidir.

Kaypakkaya'nın tezlerinin güncelliği, tezlerinin ülkemiz sınıf mücadelesinin somut birikiminin üzerinden yükselmiş olmasıdır. Kaypakkaya, köylü direnişleri içinde yer alarak köylülerin, işçi direnişleri içinde yer alarak işçi sınıfının, öğrenci gençlik mücadelesinin içinde yer alarak gençliğin, Kürt ulusunun içinde yer alarak Kürtlerin yaşadığı çelişkileri, uğramış oldukları faşist zulmü ve buna karşı geliştirilen mücadelenin, kitle hareketlerinin içinde yer alarak tezlerini ileriye sürdü. Bu kitle hareketlerinin ortaya çıkardığı bilinci MLM bilimiyle analiz ederek, ülkemiz topraklarında komünist tezlerini ileriye sürdü.

Ülkemizde sınıf mücadelesi devam ettiğine ve daha da önemlisi ülkemizde işçi sınıf ve halkın hâkim sınıflarla yaşadığı çelişkilerinde esaslı, temele ilişkin bir değişiklik olmadığı içindir ki Kaypakkaya'nın tezleri halen güncelliğini koruyor. Her şey karşıtıyla vardır, değişir ve dönüşür. Ülkemiz komünist hareketi de üzerinde yükseldiği zeminden hareketle, karşıtının değişimine ve dönüşümüne paralel bir süreç içindedir. Düşmanın durumu karşıtını da belirlemektedir.

Ülkemizde halen Kaypakkaya'nın tespit ettiği temel çelişkiler çözülmüş değildir. Bu nedenle Kaypakkaya'nın tezleri “sanki dün değil bugün yazılmış gibi” günceldir.

Kaypakkaya'yı Türk hakim sınıfları nezdinde tehlikeli kılan, onun silahlı mücadele savunusu ve her türden reformist revizyonist çizgiye amansız düşmanlığıdır. Bu bahisle Kaypakkaya'da söz ve eylemin birliği beraberinde onu “en tehlikeli düşman” kategorisinde değerlendirilmesini gündeme getirmiştir.

Aradan geçen zamana rağmen günümüzde esen tasfiyecilik rüzgarları ve önü açılan reformizm bir kez daha Kaypakkaya'nın “en tehlikeli düşman” olmasını güncellemiştir.

Kaypakkaya'nın tezleri nedeniyle ona “ilgi”sini eksik etmeyen devletin bu tavrından şikayetçi olmamak gerekir! Bilakis devletin bu ilgisi Kaypakkaya'nın tezlerinin güncel olmasının ispatıdır aynı zamanda! Yoksa Ortadoğu'ya ve bölgeye “model ülke” olarak ilan edilen, “etkili” ve “güçlü” bir devletin yıllar önce katlettiği genç bir komünist önderden bu kadar çekinmesi saçma olurdu. Düşmanın Kaypakkaya'ya ilgisi onun tezlerinden kaynaklıdır. Çünkü o tezlerde kendi sonunu görmektedir. Bu nedenle Kaypakkaya'ya her fırsatta saldırması anlaşılırdır. Eşyanın tabiatı gereğidir.

Temel meselemiz İbrahim Kaypakkaya'nın tezlerinin layıkıyla kavranabilmesidir. Bu ise ancak pratik-tıpkı Kaypakkaya'nın yaptığı gibi- içinde olur. (Bir ÖG okuru)

40959

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Sayfalar