Pazar Mayıs 5, 2024

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlayabilir.

Bu teze karşı ilk antitez Talabani öncülüğünde Güneyli siyasi kadrolar tarafından yaratılmaya çalışılsa da Soran bölgesine sıkışmışlığı,nispeten şehirli bir hareket olması nedeniyle Güney Kürdistan’daki geniş köylü yığınlarını ve aşiretleri kapsamada karşılaştığı zorluklar ve sömürgecilerle ittifaka meyilli yapısı nedeniyle gerçek bir antitez’e dönüşememiştir.

Daha tutarlı bir antitez Dr.Şivan öncülüğünde yaratılmış,TC istihbaratının doğru öngörüsü ve Güney KDP’nin işbirliği neticesinde,Kuzey Kürdistan’da sayısı binlerle ölçülen silahlı peşmerge birlikleri örgütlemiş Dr.Şivan ve arkadaşları silahlı mücadeleye başlayacakları dönemin arefesinde imha edilmişlerdir.Dr.Şivan’ın düşüncesi bu imha sonrasında siyasal  bir hat olarak diri kalmasına rağmen,bu siyasal hattın örgütü tam olarak tarih sahnesine çıkamamıştır.Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefinde billurlaşan bu siyasal hat dönemin bir kaç siyasal hareketinde temsiliyet bulmuşsa da bu siyasal hareketler Dr.Şivan’ın siyasal hattının “deprem yaratıcı” gücünü ortaya çıkarmakta yetersiz kalmışlardır.

Bu “deprem yaratıcı” gücün potansiyelini kinetiğe dökme işi,yani Kürdistan’da teorik sentezi pratiğe dökme onuru PKK’ye aittir.Frantz Fanon’un “İlk Kurşun” teorisinin PKK bağlamında tartışılması da bu nedenledir.Yani Kürdistan’da antitez PKK’dir.Dönemin “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” hedefiyle yola çıkmış pek çok siyasi hareketinin içinden öne fırlamışlığıyla göze batan,ittifaklar siyasetini dönemin reel-sosyalist denklemlerinden değil,Ortadoğu’nun kaygan zeminli politikasının acımasız gerçekliğinden alan bir antitez.Diğer yapılar Avrupa’ya savrulurken Ortadoğu’nun kirli zemininde, kirlenmeyi de göze alarak,tutunma inadıyla kendini yeniden yaratan bir antitez.Bugün dahi PKK,Kürdistan’ın dört parçasında program ve irade koyan tek siyasal harekettir.Ancak, bir dönemin “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” programını öteleyen günümüzün “Bir,İki,Üç...Daha Fazla Kürdistan” döneminde Kürdistan siyasetindeki sentez zorunluluğu kendini dayatmış görünüyor.Bu sentez ulus inşa edici yeni bir toplumsal/siyasi hareket olabileceği gibi,daha yüksek bir ihtimalle PKK’nin kendisini bilinçli dönüştürmesi ya da dönemin şartlarının PKK’yi bir dönüşüme zorlaması olarak da ortaya çıkabilir.Ya da bu süreçler bugünden öngöremeyeceğimiz başka bir sentezin tetikleyicisi olabilirler.Mevcut momentte PKK’nin antitezi  sentezini yaratamadığı  için zorlanmakta,ideolojik olarak irtifa kaybetmektedir.İrtifa kaybı Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı ve Batı Kürdistan’ın özgürleşme sürecinde gerekli bilgi üretim süreçlerinin çalıştırılması yerine Türkiyelileşme, ”sollaşma”,”kendi üzerine vazife olmayan” ve ancak ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir aşamaya varmasıyla çözülebilir olan kadın hakları/eşcinsel hakları gibi sorunlara yoğunlaşma süreçlerinde iyice ortaya çıkmaktadır.Oysa “üstyapıda modernleşme” konusunda ne kadar hızlı giderseniz gidin,”altyapıda “ Kürdistan’ın sömürge altı statüye sahip olduğu gerçekliği orta yerde durmaktadır.Kürdistan’ın petrol ,su  ve madenler dahil tüm kaynakları ve dahi ucuz Kürd emeği Türk tarım,sanayi ve ticaretinin ana girdilerinden  biri olarak niteliksiz bir biçimde yağmalanmaktadır.

Günümüzün Kuzey Kürdistan siyasal hareketinde,partiler zemininin ötesinde,toplumsal altyapıyı yatay olarak kesen iki ana siyasal hat var.İlki Kürdistan’ın diğer parçalarını da kapsayan bütünlüklü bir politika üretimini öngören  ve ulusal hareketin kendi kurtarıcı/ulus inşa edici rolünü öne çıkaran siyasal hat.İkincisi ise temelde Türkiyelileşme perspektifini de içeren bir entegrasyona taraftar,sistemin dışında kalmış/sistemin dışına itilmiş Kürdler de dahil tüm kesimlerin ittifakı temelinde, demokratik cumhuriyet / halkların kardeşliği argümanlarıyla “yeni” bir siyaset inşasını öngören bir hat.Cuma Çiçek’in deyimiyle  (Radikal İki,08.12.2013,sf.5): “Birinci grup,Kürtlerin ulusal meselesine odaklanarak,Türkiye genelinde sol bir birlikten ziyade,Kürt bölgesinde ulusal birliği hedefleyen bir hattı savunuyor.İkinci grup,Kürtlerin ulusal sorunla birlikte sınıf,toplumsal cinsiyet gibi boyutlar içeren sosyal sorunlarının da olduğunu,bu anlamda Türkiye genelinde çoklu ezilmişlikleri/dışlanmışlıkları bir araya getirecek bir sol muhalefet hareketi yaratmaya odaklı bir yönelimin daha anlamlı olacağını ileri sürüyor.Kürt meselesinin jeopolitiğiyle birlikte düşünüldüğünde,yine çok kabaca ilk grup,dört ülkenin siyasi egemenliği altında yaşayan Kürtlerin birliğine ve ortaklığına yönelirken,ikinci grup ulus-devlet ve Kürt milliyetçiliği dışında bir çözüm arıyor,mevcut siyasi sınırlar dahilinde ,Kürtlerin kolektif kültürel haklarını ve özyönetim hakkını güvence altına alacak çok-uluslu ya da etnisiteden arınmış bir ulusallığa dayalı devlet ve toplum inşa etmeyi hedefliyor.” Kanımca Kürdistan’da tez-antitez diyalektiğinin sonucunda ortaya çıkacak sentez işte bu iki hattın mücadelesinin neticesinde ortaya çıkacaktır.Varolan tüm kamplaşmaları kararak aşacak ve tarafları yeniden düzenleyecek olan bu mücadelede Güney Kürdistan yönetiminin ,TC’nin mevcut iktidar partisinin ve Kürdistan ulusal hareketi içerisinden BDP’yi işlevsizleştirme çabasına ek olarak Türki sollarla birlikte HDP’yi örgütleyenlerin aynı düzlemde buluşması tarihin bir cilvesi olsa gerek.

Birincilerin bu mücadelenin kazananı olarak ortaya çıkması “bir,iki,üç,daha fazla Kürdistan” sistematiğinin hayata geçmesi için önşarttır ve Batı Kürdistan’ın nefes alabilmesi / TC’nin vekaletli saldırganlığından kurtulabilmesi de buna bağlıdır.Ulusal kurtuluş hareketinin kendine gelmesi ve ulus kurucu/kurtarıcı işlevine geri dönmesine ön açacak olan da budur.

İkincilerin başarılı olması,yani sentezin entegrasyoncularca üstlenilmesinin sonucu Kuzey Kürdistan’ın ve dönemin uluslararası koşulları elverirse Batı Kürdistan’ın Türkiye’nin bir “bölgesi” olmasıdır.Dünya ekonomisine entegre olma sürecinde TC’nin “demokratikleşme” zorunluluğuyla da kesişen bu plan Kuzey Kürdistan’da toprak temelli statü taleplerini de oldukça zorlaştıracaktır.Böylesi bir durumda Kürdistanlılar verili duruma yeni bir tez ile itiraz etmeye başlamakta çok da gecikmeyeceklerdir, ancak treni kaçırmış olma riskini de hesaba katmak lazım.Kürdistanlıların “birey” olmaktan gelen haklarının hızla tanınacağı önümüzdeki onyıllarda ikincilerin Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini yönetmeleri/yönlendirmeleri PKK dahil Kürdistanlı tüm örgütlerin toplumsal meşruiyetlerine ciddi gölge düşürecektir.Ulusal kurtuluştan/ulus inşasından vazgeçmiş,Türkiye sisteminin bir parçası olmaya yönelmiş siyasi hareketlere duyulan ihtiyaç kaçınılmaz olarak sona erecektir,asıl varken kimse vekile ihtiyaç duymaz çünkü.Dönüşmüş ve demokratikleşmiş bir TC,böylesi bir momentte daha işlevsel bir seçenektir.Entegrasyon süreçlerinin etkisi de hesaba katıldığında Kürdistanlılar zaten bir “Türkiyeli Kürt” olarak haklarını adım adım almakta olduklarını ve bunu gerçekleştirecek araç olarak TC’nin tüm Kürdistani örgütlerden daha işlevsel olduğunu farkedeceklerdir.Başka bir deyişle bugün Kuzey Kürdistan’da AKP’ye oy veren kitlelerin düşündüğü gibi düşünen bir çoğunlukla karşı karşıya kalma riski Türkiyelileşme senaryosunun en olası sonucudur.

90’lı yıllarda uygulanan rasyonel bir göçettirme politikası ve yerel aydın soykırımının eşzamanlılığında Türki metropollere dağıtılan Kürdistanlı kitleler ve Kürdistan’da ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı kırsal alanlardan koparılıp tarım dışı,hatta üretim dışı alanlara yönlendirilen Kürdistanlıların ekonomik zemin değişimine bağlı olarak nüfus artış hızında meydana gelecek radikal düşüşler, TC’yi,kendisini en çok rahatsız eden “ulusal kurtuluşçu” faktör olan “demografi” derdinden de kurtarmaktadır.”Demografi” faktörünün yerine ikame edilen “Türkiyeci ulusal birlik” zemininde  “demokrasi” faktöründen umulan önümüzdeki onyıllarda  Güney Kürdistan’ın “bağımsızlığıyla” tatmin olmuş,”Türkiyelilik” bilincine sahip ve toprak temelli bir Kürdistan fikrinden çok da hazzetmeyip bunu “geri” bulan “Doğulular” ve “Güneydoğulular”’dır.

Neyse ki tarihin sarkacı tez-antitez-sentez süreçleriyle ilerliyor.Sentez ulusal kurtuluşun re-organize edilmesi olarak değil,yukarıda anlatıldığı şekliyle bir entegrasyon süreci olarak tezahür ederse,ona karşı yeni bir tezle ortaya çıkacaklar da olacaktır.Treni kaçırmış olma riskine rağmen.

 

ZÜLKÜF AZEW,08.12.2013

99083

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Zülküf Azew

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar