Cumartesi Mayıs 11, 2024

“Kerdoğan”“Herdoğan”

TARİHLERİ KATLİAM, GÜNLERİ KAN! HESAP VERECEKSİN DİKTATÖR

Bilindiği üzere “Ker” Kürtçede eşek demektir. “Kerdoğan” tabirini Kürt halkının yer yer eylemlerinde Faşist TC Başbakanı Erdoğan'a göndermesi olarak rastlamaktayız. Aynı göndermenin Almanya'da faşist Hitlere gönderme yaparak “Hei Hitler” anlamında “Herdoğan” olarak afişlere yansıması, kitlelerin yaratıcılığı göstermenin yanında, kitlelerin Erdoğan'ı bilinçlerinde nasıl kodladıklarını da göstermesi açısından anlamlıdır. Kürtler an itibariyle faşizmin kendilerine dayattığı politikalara tepki olarak ona “eşek” demektedir. Yurtdışındaki göçmen emekçiler ve politik mülteciler ise daha doğrudan bir ifadeyle onu faşist Hitlere benzetmektedirler.

 

Gezi İsyanı'ndan günümüze geçen bir yıllık süre içinde yaşananlar kitlelerin bu yargısını fazlasıyla doğrular niteliktedir. Ancak belirtmek gerekir ki günümüzde kimi çevreler, (kendilerini “sol” olarak tanımlayan ama faşist oldukları kuşku götürmeyenlerin dışında) “AKP faşizmi” adı altında bir tanımlama yapmaktadırlar.

Bu kavram an itibariyle kitleri somut bir hedefe yönlendirmek açısından doğru gibi görünse de, AKP öncesi dönemi aklayan, önceden faşizm yokmuş, bu ülkeye faşizm Erdoğan'la gelmiş gibi bir algı oluşmasına da hizmet etmektedir. Bu kavrama bir de son yılların “liberal aydın” tayfasının “artan toplumsal kutuplaşma” minvalli yazıları ve uyarıları eklenince, sanki günümüzde faşizm AKP ve hatta sadece Erdoğan'la özdeşleştirilmektedir. Bunun doğru olmadığı açıktır.

 

Çok uzağa gitmeden Gezi İsyanı’ndan günümüze yaşananları, “toplumsal kutuplaşma” ya da en iyi tanımlamayla “AKP faşizmine” bağlayanlar, AKP öncesi benzer uygulama ve politikaları açıklamakta zorlanırlar. TC devleti tarihi boyunca, kısa sürelide olsa üç dönem hariç hiç bir zaman demokratik bir özellik göstermedi. Bununda nedeni hakim sınıfların demokratik olmaları değil, kitle hareketinin iktidarlarını zorlamasından kACaynaklı, hareketi denetim altına almak için verilen tavizler nedeniyle, faşist uygulamalarında kimi esnemeler gerçekleştirmesiyle yaşanmıştır. Kısacası kuruluşundan günümüze kadar TC'nin üzerinde yükseldiği zemin faşizmdir.

 

Dolayısıyla TC devleti, AKP iktidarıyla faşistleşmemiştir. AKP faşizmi tezini dillendirenler gerçekte, AKP öncesini aklamakta ve hatta bu politikalarıyla AKP'nin eline koz vermektedirler. T. Erdoğan'ın her fırsatta, “Cehape zihniyetine ve uygulamalarına” çakması boşuna değildir. Çünkü halk kitleleri kendi tarihsel pratiklerinden de çok iyi bilmektedir ki, bu devlet AKP öncesinde de kendisine zulüm olarak, faşist baskı ve katliamlar olarak görünmüştür.

 

Faşizmin halka saldırısının tarihselliği, boyutu ve hemen hemen her kesimi hedefleyen pratiği, bugün halkımızın kendisini “Müslüman” olarak, “dindar Kürtler” olarak vb. vb. tanımlayan geniş bir kesimin T. Erdoğan'ın arkasında saf tutmasının arka planını oluşturmaktadır. T. Erdoğan boşuna “yeni Türkiye”den bahsetmiyor. Çünkü halkımız “eski Türkiye”nin kendi hayrına olmadığını yaşadığı pratikten çok iyi biliyor. Halk düşmanı T. Erdoğan, çok iyi bildiği bir işi yaparak, geçmişte halka yönelen faşist terörü, kendi terörünü meşrulaştırmak için başarıyla kullanıyor! Mağduriyet tezgahtarlığına soyunup pazarlama yapıyor.

 

K. Kılıçdaroğlu yaşanan pratiklerden hareketle T. Erdoğan'a haklı olarak “diktatör” demektedir. Belki de tek doğru söylediği şey budur ama bunu da çarpıtarak yapmaktadır. Evet, T. Erdoğan kuruluşundan günümüze kadar faşist bir niteliğe sahip TC devletinin başbakanı olarak faşist bir diktatördür. Ama T. Erdoğan'ı faşist yapan, onun yönettiği devlet aygıtının faşist karakteridir. T. Erdoğan'ın fıtratındaki faşistlik, TC'nin geleneksel yapısıyla tencere kapak olmuştur.

T. Erdoğan'a diktatör diyen Kılıçdaroğlu'nun çözümü nedir? “Korkmayın Cumhuriyet var, demokrasi var”(!) Yani demek istiyor ki Kılıçdaroğlu, “Tayyip diktatör ama demokratik Cumhuriyet var”(!) “Devleti diktatörden kurtarmak” gerekir vb. vb. Kısacası nereden bakarsanız tutarsızlık, nereden bakarsanız ahmakça!

 

Gezi'den beridir iktidarın artan bir şekilde en ufak bir hak arama talebine yönelik azgın faşist saldırısını, “AKP faşizmi” olarak tanımlayan başta ana muhalefet partisi olmak üzere çeşitli çevrelerin, Kemalist faşizmi aklamaya hizmet eden bu tanımlamaları geçmişe yönelik bir itirafı da içeriyor aslında.

Çünkü bugün yaşananları faşizm olarak adlandıranlar, AKP öncesi yaşananları, Cumhuriyetin 90 yıllık tarihini nereye koyacaklar! Denilebilir ki AKP'nin artan faşist saldırıları, tek bir şeye yaramıştır: Eskiden Türkiye'nin faşist olduğunu ve dolayısıyla, illegal mücadelenin ve silahlı mücadelenin temel alınması gerektiğini söyleyenlere “uzaydan gelen” muamelesi yapan, “dogmatik”ler ve “marjinal gruplar” olarak saldıranlar, bugün o “marjinal”ler ile aynı söylemde buluşmuşlardır!

Hakim sınıfların bir kliğinin temsilcisi Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, bir kısım çevrenin T. Erdoğan'ın diktatörlüğünü dillendirmeleri, “AKP faşizmi” kavramını ileriye sürmelerinin nedeni, kitlelerin son bir yıldır artan bir şekilde düzen dışı eğilim içinde bulunmalarıdır. Kitlelerin mücadelesi ve basıncı, faşizmin baskısıyla birlikte, bu çevreleri, kitlelerin tepkisini düzen içinde tutmayı amaçlamasını getirmektedir. Bir nevi bu söylemlerle “gaz” alınmaktadır!

Çünkü Gezi'den beridir toplumsal yaşamın somut pratiği, bir kez daha ve bir kez daha ülkemizde silahlı mücadelenin gerekliliği dayatmaktadır. Kendisine karşı gaz bombası atan polise, bombası iade edilmekte, TOMA'ların saldırısı taşlarla, molotoflarla ve barikatlarla yanıtlanmaktadır. Faşizmin halka silahla saldırısı ise silahla yanıtlanmaktadır. Gezi'den itibaren faşizmin halka saldırısında ona yakın genç katledilmiş, onlarca insan kör olmuş, binlerce insan yaralanmış, yüzlerce insan tutuklanmıştır. Gelinen aşamada barikat başlarında, sokaklarda mücadele içinde olan kitlelere faşizme karşı mücadelenin nasıl olması gerektiğini sorduğunuzda size doğru yanıtı vereceklerdir.

 

Halkımızın sokaklara çıkan, barikat başlarında yer alanların önemli bir kesimi kendisine karşı yönelen faşist devlet terörüne yönelik devrimci şiddetle yanıt vermenin gerekliliğine her geçen gün daha da inanmakta, görmekte ve bilince çıkarmaktadır. Fikirler bilinçlere eylemlerle yerleşmektedir. Sokağa çıkan, en küçük hal talebinde bulunan halk kitleleri devletin faşist yüzünü görmektedir. Faşist şiddetle yanıtlanmaktadır.

Faşist şiddete karşı mücadelenin şiddeti içeren yöntemlerle olması gerektiği sokaklardaki halkın bilincinde yer etmiştir. Çünkü faşizme karşı mücadele ise, doğal olarak, -eğer gerçek bir mücadele verilmek isteniyorsa,- şiddeti de içermek zorundadır. Çünkü eğer bir ülkede diktatör varsa, faşizm varsa orada, demokrasi ve özgürlük için mücadelenin yolu bellidir. Tarihte bunun örnekleri vardır. Hiçbir diktatörlük oyla, sandıkla yıkılmamıştır!

 

“Eski Türkiye”den “Yeni Türkiye”ye: Çözüm!

Faşizm sadece şiddet araçlarıyla saldırmamaktadır. Aynı zamanda yoğun bir ideolojik, politik, kültürel saldırı içindedir. Bunun örnekleri devletin ideolojik aygıtları vb. bağlamında çoğaltılabilir. Halkın faşist zulme isyan etmemesi için her yol kullanılmaktadır. Bu, bir yandan şu an iktidarı elinde bulunduran hakim sınıf kliği için geçerli olmakla birlikte, diğer yandan muhalefette olan hakim sınıf kliğinin politikalarıyla da sürdürülmektedir. Amaç düzenin, devletin bekasıdır!

 

Şu an iktidarı elinde tutan hakim sınıf kliğinin kendisini meşrulaştırma argümanlarından biri olarak “yeni Türkiye” söylemi kullanılmaktadır. Faşizmkendisini savunmak için “eski” Türkiye'ye gönderme yapmaktadır. Oysa halkımız açısından kimi nüanslar dışında değişen bir şey olmadığı ortadadır. Kemalist faşizmin artık iyiden iyiye sürdürülemez olan kimi politikaların değiştirilmesi bize “devrim” olarak sunulmaktadır! M. Kemal'in “efendiler bu şapkadır” söylemi ve pratiği ile T. Erdoğan'ın “ah benim başörtülü bacılarım” söylemi ve pratiği çok uzak değildir. Bunun nedeni her iki gericiliğin üzerinde yükseldiği temel aynı olmasıdır.

 

Bu nasıl “devrim”dir ki “eski” Türkiye'de de çocuklar ve gençler bombayla, kurşunla katlediliyordu, “yeni” Türkiye’de gençler kafasından kurşunlanıyor, gaz bombasıyla ya da odunla döve döve öldürülüyor? “Eski” Türkiye'de çocuklar katlediliyor, işkence ediliyor, tutsak edilip tecavüze uğruyorlardı. “Yeni” Türkiye'de de çocuklar aynı muameleye maruz kalıyor.

Pozantı Hapishanesi'nden Sincan Hapishanesi'ne çocuk işkenceleri ve tecavüzleri hatırlansın! Daha “15'inde bir fidan Berkin Elvan”ın kanı yerde duruyor. Özellikle Kürt çocuklarına bu zulmü reva görenler, bu çocuklar dağlara çıkınca feryat figan ediyorlar. Hatta hızını alamayan kimi gazetelerin iddiasına göre; “ilaçla uyutup kaçırıyorlar.” (Akşam 28.05.14) Bu gazeteci müsveddeleri çalışırken ne içiyorlar bilemeyiz ama “milli içecek” ayran içmedikleri kesin. Ancak ve ancak faşist bir kafa böyle iktidar yalakalığı yapabilir, böyle manşetler attırabilir.

 

Ama daha da “anlaşılır olan”, sağcısıyla “solcu”suyla bütün basının, ya da daha doğru ifadeyle Türk hakim sınıfların hepsinin dağa çıkan Kürt çocukları konusunda aynı refleksi göstermeleridir. Aydınlık, Akit, Akşam “haberciliği”nin, AKP ile MHP ve CHP'nin dağa çıkan Kürt gençleri hakkında aynı çizgide buluşması tesadüf değildir. Hakim sınıfların dağa çıkan Kürt gençlerinden korkusu sebepsiz değildir. Çünkü onlar açısından asıl tehlike dağda elde silahla dolaşan gençlerdir. Ve bu isabetli bir korkudur! Sınıfsal içgüdüyle ilgilidir.

Kürt hareketinin her ne kadar “çözüm süreci” adı altında, silahları çalıştırmaması ve bu anlamıyla, hakim sınıflar açısından an itibariyle somut bir tehlike oluşturmaması, kaldı ki Öcalan'ın “silahlı mücadele döneminin kapandığı”nın ilan etmesine rağmen, silahlı güçlerin varlığı ve üstelikte halen dağa çıkışların yaşanması, TC devletini bütün klikleriyle birlikte rahatsız etmektedir. Çözüm süreci denilen ama ulusal hareket dışında devletin adım atmadığı ve hatta askeri yapılanması başta olmak üzere pek çok alanda kendi konumunu güçlendirdiği bir aşamada, Kürt gençlerinin dağa çıkmasına yönelik örgütlenen karşı devrimci psikolojik kampanya, bize faşizmin neden çekindiğine ve dolayısıyla devrimi hedefleyen bir gücün nereden yürümesine gerektiğine dair fikir vermektedir. Faşizm neye saldırıyorsa orada bir doğru vardır!

 

Aslında günümüzde silahlı mücadeleyle siyasi mücadeleyi ayrı yerlere koyan anlayışlar vardır. Bu algının oluşmasında, faşizmin ve onun yeminli kalemşorlarının payı olmakla birlikte, bizzat Kürt hareketinin ve Öcalan'ın payı vardır. Kürt hareketi önderliğinin girmiş olduğu süreci politik olarak meşrulaştırmak için, “silahlı mücadele döneminin bittiği, siyasi mücadele döneminin başladığı”ndan ve bunun içinde faşizmin “siyasal mücadelenin önünü açması” gerektiğinden bahsedebilmektedir.

Oysa bu hareket 30 yıllık tarihinde silahları konuşturarak siyasi mücadele yürütmüştür. Şimdilerde silahlı mücadeleyi bu şekilde propaganda etmesi ve siyasi mücadeleyle karşı karşıya getirmesi onun andaki politik yönelimiyle uyumludur ve pek tabi ki doğru bir ele alış değildir. Yarın silahların kullanılması kendisini dayattığında bu teorik tespitlerin faşizmin elinde güçlü argümanlar olarak kullanılacağı, geçmiş dönem derslerinden fazlasıyla tecrübe edilmiştir. Ki bu ülkede faşizm yerle bir edilmediği sürece, silahların konuşacağı mutlaktır. Kürt hareketi de yaşamın bu gerçeğinden kaçamayacaktır.

Silahlı mücadele ile siyasal mücadelenin birbirinden kopuk ve ayrı şeyler olmadığı, silahlı mücadelenin bizzat siyasi mücadelenin kendisi olduğu ve bunun yanında diğer mücadele biçimlerini yani barışçıl eylemleri ve örgütlenmeleri reddetmediği son derece açıktır. Öte yandan belirtmek gerekir ki silahlı mücadele demek sadece İstanbul'un bazı mahallelerinde silahlı A/P yapmak değildir.

Bu tarz bir pratik değerli olmakla birlikte, silahlı mücadele denilince asıl kavranması gereken halkanın kırlık bölgelerde gerilla savaşını güçlendirmek olduğu unutulmamalıdır. Bilinmektedir ki ülkemizde Kürt ulusal hareketi dışında komünist hareketin gerilla gücü bulunmaktadır. Bu durum çok önemli bir tarihsel olanağa işaret etmektedir. Yani ülkemiz sınıf hareketi akacak bir mecraya sahiptir. Dolayısıyla kitlelerin haklı ve meşru tepkilerinin, eylemlerinin akacağı mecra bellidir.

 

Bugün eskisiyle yenisiyle faşizme karşı yapılması gerekenler belli olduğu gibi, yapılması gereken layıkıyla yerine getirilmediğinde ne olacağı da yıllar önce ifade edilmiştir: “Bugün kırlık bölgelerde köylü kitlelerinin başına geçip silahlı mücadeleyi örgütlemeyen ve kararlı, tutarlı, azimli bir şekilde yürütmeyen bir komünist hareket, komünist sıfatına layık olamaz ve devrimci kitlelerden tecrit olur. Bugün ülkemizdeki devrimci mücadele çok önemli bir noktaya, silahlı mücadele yolunu tutmayan bir akımın, bunun adı isterse komünist hareket olsun, kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor.” (İbrahim Kaypakkaya,  7-8 Şubat 1972 DABK Kararı, Bütün Eserleri, Umut Yay. S. 447, bold bn.)

96129

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Sayfalar