Pazar Mayıs 19, 2024

“Komünist AKP”ye Az Kaldı?

“...Az önce bakanımıza onu dedim, 'çaldın dedim biraz sabırlı olsaydın.' (02 Kasım 2014, R. T. Erdoğan) Böyle diyordu Erdoğan. Yanlış anlaşılmasın! Erdoğan'ın bu sözleri söylediği kişi, öyle 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında belgeleriyle açığa çıktığı ve istifa ettirmek zorunda kaldığı dört bakandan biri değil. Erdoğan bu sözü, şimdilerde ilan ettikleri “Yeni Türkiye”nin “resmi ideoloğu” olarak takdim ettikleri Necip Fazıl Kısakürek anısına verilen ödül töreninde yaptığı konuşmada sarf ediyor.

AKP'nin ve özellikle de Erdoğan'ın Necip Fazıl sevgisi biliniyor. Yer yer konuşmalarında ondan alıntılar yapıp şiirler okuyor. Denilebilir ki Kısakürek; Erdoğan'ın edebiyatla, sanatla kurduğu kişisel ilişkisinde önemli bir yer tutuyor. N. Fazıl'ın Erdoğan açısından önemi, kendisinin gençlik yıllarında Kısakürek'le tanışması ve siyasi görüşleri doğrultusunda faaliyet sürdürmesinden de anlaşılabilir. Kısakürek aynı zamanda Türk İslam faşizmi açısından bir “aksiyon adamı”dır! Onun “Başyücelik” ve “Başyücelik devleti” gibi bir nevi şahsına münhasır tezleri vardır ve anlaşılıyor ki Erdoğan'ın kişisel düşünceleri üzerinde son derece etkili olmuştur.

AKP'nin devlet iktidarında gücünü tahkim ettikçe ve kendisine rakip kliği, ihtiyaç duyduğu “kültürel ve ideolojik hegemonya”nın sağlanması için bir Kısakürek güzellemesi yaptığına ve “havuz medyası”nın yoğun olarak çalıştığına tanık oluyoruz. Hatırlanırsa “yeni Türkiye”nin gazetesi olarak takdim edilen Star gazetesi, Kısakürek'in çıkardığı “Büyük Doğu” dergisinin tıpkıbasımlarını gazeteye ek olarak vermişti. Bu çabalar yetmemiş olacak ki, “İslamcı” faşist siyasetin ve onun “yeni Türkiye”sinin “resmi şairi ve ideologu” düzeyine yükseltilen Kısakürek adına bir gece düzenlendi ve bir kısım zevata ödüller verildi.

Burada önemli olan husus, Kısakürek gecesinin tam bir devlet törenine dönüştürülmesi ve Kısakürek’in; böylece an itibariyle TC Devleti’ne yön veren “İslamcı-Türkçü” faşist siyasetin muteber aydını olarak yüceltilmesidir. İşte Erdoğan bu gecede konuşuyor ve “Necip Fazıl saygı ödülü ilk olarak kime verilmeli diye sorulduğunda sanırım herkesin aklına o gelecektir" diyerek şunları ifade ediyor: "Selamlamasını dahi 'Dostlarım sizi antifaşist, antiemperyalist, antikapitalist, antifiravunist duygularımla selamlıyorum' diye yapan 'İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır' diyen sevgili Nuri ağabeyimizi, muhterem Nuri Pakdil'i özellikle kutluyor, tebrik ediyor; bize hilas duruşu ve devrimci başkaldırışı öğrettiği için kendisine şahsım, yol arkadaşlarım, ülkem ve milletim adına sonsuz şükranlarımı sunuyorum."

Erdoğan'ın bakanına “çaldın” derken ifade ettiği, Nuri Pakdil adındaki zatın konuşma süresinden çalması olduğunu anlıyoruz. Ne diyelim, bunların çalmaları fıtratlarında var deyip geçelim ama bu sayede bizler Erdoğan'ın ve onun temsil ettiği siyasetin sadece “İslamcı” değil aynı zamanda “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-firavunist” olduğunu öğrenmekle kalmıyor aynı zamanda “devrimci” olduğuna da tanık oluyoruz!

“Namuslu Fikir”: Darbe Destekçisinden Resmi İdeolog Yaratmak!

AKP'nin “yeni Türkiye”sinde pek çok kavramın içinin boşaltıldığı ya da tersyüz edildiğine tanık olmuştuk ama bu kadarının olabilmesi de bir hayli ilginç! Türkiye İslamcıları “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist” ve anlaşıldığı kadarıyla Mısır'daki darbeye gönderme yapılarak, darbe karşıtı “anti-firavunist” oldukları vurgulanıyor. T. Erdoğan'ın bir “kavga adamı” olarak, Kısakürek'ten mülhem “kininin ve dininin sahibi gençlik yetiştirmek” hedefiyle bir “dava”sının olduğunu (paraların sıfırlanması davası değil!) ve bunun için siyaset yürüttüğünü biliyoruz. Yani davasının “hırsızlık ve yolsuzluk” yapmak değil, “halka hizmet” olduğunu(!) biliyoruz ama gecede yaptığı konuşmada bu davasında “yol arkadaşları”nın olduğunu da öğreniyoruz! Yanlış anlaşılmasın Erdoğan'ın bu yol arkadaşları yolsuzluk ve hırsızlık çalışmalarında değil, Kemalist faşizme karşı verilen İslamcıların “devrimci mücadelesi”nde birlikte yürüdükleri yol arkadaşları(!)

Aslında bizzat Erdoğan tarafından ifade edilen bu söylemler şaşırtıcı değil. Yeni de değil. Hatırlanırsa 2010 referandumu öncesinde Erdoğan, idam edilen devrimcilerde atıf yapmış ve gözyaşları içinde halktan oy istemişti. Benzer şekilde “havuz medyası”nda köşe yazan ve bazı “kullanışlı aptallar” da AKP'nin üst üste seçim kazanmasını “halk ihtilali olarak” selamlamışlardı. Daha sonradan bu hizmette ödüllendirilmişti. Velhasıl AKP'nin “yeni Türkiye”sinde bütün kavramların içinin boşaltıldığı ve hatta tersyüz edildiği; ak'la kara'nın, iktidarla muhalefetin, zalimle mazlumun yer değiştirdiği bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Bütün siyasal yaşamı emperyalizme hizmetle geçmiş, en süzme kapitalist piyasa ekonomisi savunuculuğunu yapan ve sadece siyasal görüşleri değil kişisel olarak da faşist olduğu (en son vukuatı malum: “terbiyesiz”!) tartışma götürmez olan Erdoğan'ın, belki Mısır darbesi bağlamında “anti-firavunist” olduğu düşünülebilir. Ama burada da Erdoğan'ın karşı olduğu, bütün darbeciler değildir. Onun darbe karşıtlığı kendine olanadır!  Örneğin Erdoğan'ın o çok övdüğü ve “yeni Türkiye”nin “resmi ideoloğu” seviyesine çıkartılan Kısakürek'in 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’ne ilişkin yazdıkları orta yerde dururken; Erdoğan'ın ve “yol arkadaşları”na sorarsanız, kendileri en keskin darbe karşıtları! Erdoğan ve şürekâsının adına geceler düzenleyip ödüller verdikleri Kısakürek, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'ni klasik bir darbe olarak görmemektedir: "Hareketin mahiyeti... Malum klasik darbelerden biri değildir... Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabıyla Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi... 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır... 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir" (Aktaran: İsmail Kara, Derin Tarih, Mayıs 2012)

12 Eylül’ü “şahlanış” olarak gören Kısakürek

Gerek 27 Mayıs ve gerekse de 12 Eylül darbesinin faşist birer darbe olduğu bu ülkenin komünistleri tarafından dile getirilmiştir. 27 Mayıs'a ilişkin İbrahim Kaypakkaya'nın değerlendirmeleri ortadadır. Yine 12 Eylül faşizmine karşı; dağlardan, işkencehanelere ve hapishanelere kadar bu ülkenin komünistleri mücadele içinde oldular. Ama bugün iktidarın dilinden düşürmediği “resmi ideolog” faşist darbeyi darbe olarak görmemekte, bir şahlanış olarak değerlendirmektedir: "Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesat ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış... Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı... Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah..." (age)

Bugün Erdoğan'ın dilinde İslamcı harekete ve onların gençliğine örnek olarak sunulan Kısakürek, “Gerçek Müslümana düşen görevin” 12 Eylül faşist darbesini desteklemek olduğunu yazmaktadır: "Hakkın tayini, türlü oyunlara getirilen yığınlara değil, hakka bağlı bir otorite merkezine ait olması gerekir. Biz dünya görüşümüz icabı, hak ve hakikat saltanatından gayri bir sistem tanımayanlardanız."..."Diyarbakır'da 'şeriatın kestiği parmak acımaz' diyen Devlet Başkanı şeriatı hak ve hakikat manası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca 'anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz' dediğine göre gerçek Müslüman'a düşen vazife ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!" (age)

“Yeni Türkiye”nin kurulması yolunda Erdoğan'ın ve hempalarının bayraklaştırdığı ve başta gençlik olmak üzere topluma bir “aydın” olarak sunduğu Kısakürek'in 12 Eylül faşist darbesine ilişkin görüşleri kısaca budur. Buna rağmen başta Erdoğan olmak üzere günümüz İslamcılarına sorarsanız en keskin “darbe karşıtı” kendileridir. Ama anlaşılan bu durum da yetmemekte ve kendilerini “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-firavunist” ilan etmektedirler. Bu söyleme belki “anti-siyonizm”de eklenebilir ama anlaşılan İslamcı harekete “anti-yahudicilik” dolayısıyla “semitizm” daha cazip geldiği için sıralamada kendine yer bulamamıştır.

“Yeni Türkiye”nin kurulması yolunda her yolun ve her söylemin kullanıldığı bir aşamada yakında Erdoğan'ın “Afedersiniz komünist” olduğunu da duyabiliriz. Ya da yarın öbür gün Erdoğan'ın ağzından, “Faşizme, emperyalizme, feodalizme ve her türden gericiliğe karşı” sloganını duyarsak şaşırmamak gerekir.

Hırsızlık fıtratlarında var. Sadece para çalmıyor, kavram da çalıyorlar. Dilin kemiği olmadığı gibi, burjuva feodal siyasetin ilkesi de yoktur. Hadi onların sevdiği sıfatla ifade edersek, ahlakı yoktur. Dün canhıraş bir şekilde destekledikleri darbecileri, bugün en sert şekilde eleştiriler. Bununla yetinmez, dün darbecilere karşı bugünde kendilerine karşı mücadele edenleri “darbeci” olarak tanımlamaktan zerre kadar utanç duymazlar. Aziz Nesin'in “Zübük” karakteri bunların yanında oldukça saf kalmaktadır. Erdoğan ödül törenindeki yaptığı konuşmasını sonlandırırken “fikir namusu”ndan bahsetmesi bu anlamıyla yararlı olmuştur. Her ne kadar yine kavramları ve yaşananları tersyüz etme amaçlı olsa da!

76723

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Sayfalar