Perşembe Mayıs 2, 2024

Kürtlerden uzak durun (!)

Kürtlerden uzak durun, “devlet baba kızıyor.” Faşist TC devleti, Kürtleri yanlızlaştırmak ve elimine etmek için, bütün silahlarını kullanıyor. Kürtlerle dayanışma gösteren sosyalist gençleri Suruç’ta parçalarına ayırıryor. Kürtlerle ortak hareket eden demokratik ve ilerici güçleri Ankara’nın göbeğinde bombalıyarak, yüzü aşkın devrimci-demokrat insanı katlediyor. Kürtlerin katledilmesine karşı çıkan aydınlar birer birer tutuklanıyor, yıkımları haber yapan gazeteciler zindanlara atılıyor, akedemisyenler, öğretmenler ve diğer kamu çalışanları tasifye ediliyor.

Demokratik Kürt Ulusal Hareketi’ne yanaşan, göz kırpan, el uzatan kim varsa, bir şeklide saf dışı ediyor ve etmeye çalışıyor. Kürtlerle ittifak kuranlara kızıyor. Eylem birlikleri yapanları tehdit ediyor. Bu birliktelikleri ve demokratik dayanışmayı bozmayanlara cephe alıp, onlara saldırıyor.

Burada faşist Türk devletininin Kürt ulusuna neler yaptığını uzun uzadıya yazmanın bir gereği var mı? Elbette yoktur! Çünkü bu herkesin gözü önününde oluyor. Kürt Şehirleri bombalanarak yerle bir ediliyor. İnsanlar topluca katlediliyor. Kürtlerin “burjuva demokrasisi” sınırları içinde seçtikleri siyasal temsilcileri gözaltına alınıyor, tutklanıyor, tartaklanıyor. Kürtler, devletin tüm asimilasyon politikalarına rağmen Türk olmadıkları için yok edilmek, yerlerinden sürülmek istyeniyor. Kürt yerleşim yerleri boşaltılarak bölgenin demografik yapısı değiştiriliyor.

Sistem, 12 Eylük Askeri Faşist Cunta’sının yarım bıraktığı toplumsal yıkımı; faşist-ırkçı-şeriatçı rejimi, emperyalist neoliberal politikalara uygun olarak toplumun her alanına egemen kılarak tamamlamaya çalışıyor.

TC Devleti Ne İstiyor:

“En iyi Kürt ölü Kürt” politikası izliyor ve bunu yukarıda sıraladığımız eylemleri(şiddeti)yle destekliyor. Sadece Kuzey Kürdistan’ı yıkmakla yetinmiyor, Rojava ve diğer Kürt ulusal kazanımlarını da yok etmeyi amaçlıyor.

TC devletinin bütün birleşen egemen güçleri bu konuda “milli mutabakat” sağlamış durumdalar. AKP,CHP-MHP ve bunlara ek olarak faşizmin manipülsayon aracı ve ideolojik-siyasi kontrası Vatan Partisi vb. irili ufaklı faşist-ırkçı örgütlenmeler bunların yanında saf tutmuşlardır.

CHP’nin “laik”liği, Kürt düşmanlığı yanında tali duruma düşmüştür. Tarihteki bütün sosyal demokrat partilerde olduğu gibi, faşizmin koltuk değnekçileri olmaktan geri kalmamışlardır. Bugün AKP, faşist, dinci ve tekçi politikasını CHP’nin desteği sayesinde rahatlıkla hayata geçirebilmektedir.

TC devleti, Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı temelinde, bütün gerici kesimleri yanına toplamaya çalışarak, Erdoğan diktatörlüğünü sağşlamlaştırmaya ve uzun bir sürece yaymaya çalışıyor. Kürt karşıtlığı ve düşmanlığında birleşmek, burjuva demokrasisinin kırıntılarının tasfiyesi ve faşizmi her alanda kurmlaştırmak; toplumu din cenederesi içine sokarak, faşist islamcı bir rejimi pekiştirmek istiyor. Bunu önemli ölçüde başarmış durumdadır. Yürürlükte olan sadece ve sadece Erdoğan’ın faşist-ırkçı-şeriatçı yasaları söz konusudur. Burjuva devletin temel üst yapı kurumları buna göre biçimlendirilmiştir.

Sermaye Ne İstiyor?

Erdoğan rejmine sermaye kesimi karşı değildir. Şu anda devletin uyguladığı ekonomik ve siyasal politikalar, emperyalist neoliberal politiklalarla koşutluk gösterdiği gibi, en vahşi bir şekilde uygulama alanı bulabilmiştir. Sermayennin kar oranı artmıştır. Büyük tekelci holdingler küçülmemiş, tersine büyüme göstermişlerdir. Sermayenin en büyük düşmanı işçi sınıfı zorla sindirilmiş, milliyetçilik/dincilik sarmalı içine sokulabilmiştir. Sendikalar susturulmuş, grevler bir şekilde yasaklanmıştır. İşçi sınıfının mücadelesini geliştirmede önemli bir etken olan devrimci ve komünist güçlerin etkinliği en alt seviyeye indirilmiştir. Kısacası, işçi sınıfı, devlet şiddetiyle sermayenin istediği gibi hareketsiz bırakılmıştır.

Ülkede, sermayeyi rahatsız edecek herhangi bir demokratik oksijen soluma alanı bırakılmamış, her taraf sermayenin seveceği karanlık odaya dönüştürülmüştür. Bu ortam sürdüğü ve sermaye büyümeye devam ettiği sürece Erdoğan’ın tek kişi diktatörlüğü ve rejimi sermaye tarafından desteklenmeye devam edecektir.

Paramilitarist Güçlerin Örgütlenmesi

Erdoğan iktidarı, kendiliğinden gitmeyecek ve yıkılmayacaktır. O toplumun önemli bir kesimini kendi etrafına toplamış durumdadır. Aynı zamanda iktidarını daha uzun yıllar sürdürebilmek için faşist örgütleme ağı içine aldığı kitleleri silahlandırmaktadır. Bunu ilk örneklerini GEZİ direnişi sırasında vermesine karşın, esas olarak 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilerek kendi taraftarlarını sokaklara döktü. Camileri açıktan siyasi arenaya çekti. Yine camilere bağlı gençlik örgütleri kuruyorlar. Silah alma ruhsatlarını gevşetip ve genişletiyorlar. Genişleme, elbette AKP’ye ve Erdoğan’a bağlı güçlerle sınırlı olacaktır.

Mussolini, Hitler, Franko ve diğer faşist diktatörler ne yaptıysa, Erdoğan’da aynısını yapıyor. Devletin resmi şiddet ve baskı güçleri asker ve polisin yanında her sokakta kitleleri sindirecek, yıldıracak, ezecek paramiliter güçler oluşturacaktır. Böylece, ktilelerin hoşnutsuzlukları, tepkileri anında yerinde bastırılacaktır. Yani, devlet terörü her caddeye, her sokağa ve hatta her eve yayılmaktadır.

Devlet iktidarını elinde bulunduran güçler için, artık seçim, dış kamuoyuna karşı yapılacak bütünüyle formaliteden ibarete olacaktır. Her seçimi Erdoğan büyük bir farkla kazanacaktır. Aynı Mısır’da Mübareke’in sürekli olarak, 30 yıl %80’lere varan çoğunlukla kazandığı gibi.

Emperyalistler Ne istiyor?

Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının tamtam seslerinin duyulduğu bu günlerde, TC devleti, tam da emperyalist efendilerinin dediği gibi hareket ediyor. Emperyalistler arasındaki çelişmeden yaralanmak gibi hareket etmesine karşın, hareket sınırları emperyalistlerce belirlenmiş ve o sınırların ötesine geçemiyor. İçeride, hamasi milliyetçi-fetihçi nutukların atılması, iç kamuoyuna yönelik olduğu bir gerçek. Bir gerçek daha var: Kürt ulusal kazanımlarının yok edilmesi ve ondan duyulan rahatsızlık ve saldırganlaşma...

Emperyalistlerin TC’deki “demokrasi”den memnun oldukları aşikar. Onların tek derdi, TC’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve emperyalist sermayenin büyümesini sağlayacak politikların izlenmesi... Yani, neoliberal politikanın eksiksiz uygulanması. Bunun ne adla uygulanıyor

olması önemli değildir. İster islam şeriatıyla uygula, ister ırkçılıkla uygula ya da “demokrasi” adı altında faşist diktatörlükle uygula... Ancak, emperyalist neoliberal politikalar burjuva demokrasinin bilinen geniş anlamına uymaz. Bu nedenle emperyalist burjuvazi TC egemenlerinden “demokrasi” istemiyorlar. Arada bir “kaygıyla izliyoruz” yarım ağız mırıldanmaları, sorunu geçiştirmek amaçlıdır. Çünkü emperyalizm, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin düşmanıdır. Emperyalist burjuvazinin çıkarları işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla örtüşmez, çatışır.

Kürtler Ne istiyor?

En asgarisinden, burjuva demokrasisi istiyor. Politik özgürlük istiyor. Siyasal haklarının tanınmasını istiyor. Ana dillerinden eğitim istiyor. Kendilerini yönetmek istiyor.

Kürtlerin en basit talepleri, normal bir burjuva demokrasisinde olan politik gerçekler. Gerçekleşmemesi için hiç bir neden yoktur. Bir ulus kendi kaderini özgürce belirleme hakkına sahiptir. Bu demokratik bir istemdir. Kendine demokrat diyen her insanın bunu desteklemesi zorunludur. Aksi taktirde demokrat bir niteliğe sahip olamayacağı gibi, yeri Kenan Evrenlerin, Tayyip Erdoğanların yanıdır. Ya da, daha yalın söylemle: 93 yıllık TC nin anti-demokratik ve faşist inkarcı politikaların destekciliğidir.

Kürtler Ne Yapıyor:

Kürtler her gün ölüyor. Kürtler, üzerlerine düşen bombalara karşı direniyor. Yıkılan şehirlerini tek etmemek için direniyor. En doğal insani hakları için direniyor ve ölüyorlar. Aynı Kürtler, bütün Türkiye halkları için demokratik bir mücadelede veriyor. Kürtlerin ezilmesi, haklarının yok edilmesi, sadece Kürtleri vurmuyor. Ülkedeki bütün işçi ve emekçilerin haklarını vuruyor. Kürtlerin üzerine düşen her bomba, ülkedeki tüm emekçilerin haklarını ve demokratik kazanımlarını vuruyor.

Bir ülkede ezilen ulus mensupları, eziliyor, katlediliyor ve zindanlara tıkılıyorsa, bu vahşetin onlarla sınırlı kalacağını ya da kaldığını düşünmek, kör burjuva şovenizmidir. Ezilen ulus üzerindeki baskı, işçi sınıfı üzerindeki baskıdır. Ezilen ulusun haklarının yok sayılması, işçi sınıfının haklarının yok sayılmasıdır. 93 yıllık TC tarihi, en asgarisinden kendine “demokratım” diyenlere göstermiş ve öğretmiş olması gerekiyor.

Demokrat Kürt örgütleri ve Kürt Ulusal Hareketi, devletin tüm vahşetine karşın mücadele edyor ve direniyor. Bu direnişin kırılması, ezilmesi, ülkede daha büyük bir vahşetin sürmesinin yolu açılacağı gibi, faşist-şeriatçı rejmin kökleşmesi olacaktır.

Bütün bu nedenlerle, Kürt Ulusal Hareketi ile ortaklaşa mücadeleyi geliştirmek, işçi sınıfının mücadadelesinin örgütlenmesi ve geliştirilmesi için koşular hazırlayacaktır. Tersi, “sınıf mücadelesi” adı altında, ortaklaşa mücadelenin örülememesini bedeli çok ağır olacaktır ve bu uzun yılları alacaktır.

Devrimci-Demokratlar Ne Yapıyor? Ne İstiyor?

Hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek var: Ülkede burjuva demokrasisinin kırıntıları dahi kalmadı. Faşist devlet terörü hergeçen gün dahada azgınlaşmakta ve demokratik güçlere saldırmaktadır. Devletin düşmanlığı, sadece Kürt Ulusal Hareketi’yle sınırlı olmayıp, sınıfsal doğası gereği tüm komünist, devrimci ve demokratik güçlere karşıdır ve bunlara düşmandır. Her fırsatta bu güçleri ezmek ister. Bugün yaptığı da budur.

Yazılanlara ve istemlere bakılınca; herkes (devimci-demokrat güçler) faşizme ve Akp diktatörlüğüne karşı ortaklaşa mücadele, eylem birlikleri ve birlikte hareketten sık sık söz ediyorlar. Bunları yinelemek yanlış değil, söylenenleri eyleme dökmemek, dökememek, söz-eylem arasındaki çelişkiyi derinleştiriyor ve sözün samimiyetini gölgeliyor.

AKP faşizmine karşı demokratik birlikler var. Birincisi, illegal ve silahlı cephede Halkların Birleşik Devrimci Harketi (HBDH). Diğer ikisi legal cephede, Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve HDP-HDK etrafındaki bir birlik. Bir de bunların içine girmeyen ilerici-devrimci kesimler mevcut. Ancak, etkinlikleri yok denecek düzeyde.

Faşizme karşı birliği oluşturan esas ilkenin başında, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlükleri savunmaktır. Yani, bir nevi demokratik politik özgürlük ortamını kazanmaktır.

Ne yazık ki, BHH, kuruluş bildirilerinde de vurguladıkları gibi, Kürtler’in haklarından söz ediyor, ama bu hakkın içinde “ayrılık” yoktur. Kürtlerin ayrılık hakkını yok sayarak, sosyal şovenist politik güzergahtan çıkamıyor. Ama CHP’yi de “demokrasi güçleri”nin içine sokarak, hala burjuva sosyal demokrasisinin faşizmin koltuk değnekçiliğini görmemekte ısrar ediyor. BHH içinde, TC devletinin kuruluş felsefesine sıcak bakan kesimlerin ortaklığı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bunu her fırsatta dile getiriyorlar. Erdoğan’a karşı kemalizm öne çıkarılıyor. Ancak, kemalizmin 1946 kadar tek parti diktatörlüğü olduğu ve o günün uygulamaları ile bugünün uygulamaları arasında “şeratçı” eğilim-uygulama dışında, herhangi bir ayrımın ve burjuva demokrasisinin en temel öğesi olan muhaliflerin politik özgürlüğünün olmadığını görmek istemiyorlar. Faşist “laik” uygulamaları, “ demokratik ortam” diye sunmak, burjuva demokrasisinin bile gerisine düşmektir.

Kürt Ulusal Hareketi’ni “emperyalizm ile uzlaşıyor” diye suçlamak, PKK’nın şu an içinde bulunduğu gerçekliği ile uyuşmadığı gibi, bu tür iddialar, sosyal şovenist politikalarının üzerini gölgeleme çabaları olarak öne sürülüyor.

“Devlet baba kızıyor.” Reformizm de T.C.’yi fazla kızdırmak istemiyor. Ne de olsa bu devletin “kuruluş felsefesi”ni “ilerici” değerlendiriyor.

Ancak, Kürtlerin demokratik bir mücadele verdiğini görümüyor. Bugün hala kısmi bazı soluklanmalar oluyorsa, Kürtlerin demokratik mücadelesi nedeniyle olduğu görmezden geliniyor.

OHAL’e karşı olduklarını söyleyenler, “Kürtler var” diye, OHAL’e karşı mitingde yan yana gelemiyorsa, burada faşizme karşı mücadelede samimiyet aramak boşunadır.

TC’de, şimdi “Kürt yok” demiyor. Ama, Kürtlerin siyasal haklarını da yok sayıyor. Reformist sosyal şovenler ise, devletten bir adım daha ileride olarak; Kürtlerin hakları var, ama, ayrılma hakkı yok diyorlar. Yani, boşanma hakkını tanımıyorlar. Böylece burjuvazinin, ezilen ulus üzerindeki baskısına destek veriyorlar.

Birlikten söz edilipte en asgari birliktelikleri sağlayamayanlar, faşizme karşı kararlı bir direniş sergileyemeyenler ve sergileyenlerle yan yana, omuz omuza yürümeyenler, faşist-dinci rejimin, toplumu en küçük alt hücrelerine kadar ayırmasına göz yumuyorlar.

Ortak erekler için birlikte mücadele ortak örgütlenmeyi zorunlu kılmaz. Ama, ortaklaşa eylemleri çoğaltmayı zorunlu kılar. Yapılmayan, yapılamayan budur. Reformist güçlerin kaygısı “Kürtlerle yan yana gözükme” sendromudur. Ayrıca, bunlar için, Kürtlerle birarada olmak, ortak hedefler için

ortaklaşa mücadeleyi geliştirmek, “milli his”leri geliştirici bir yanı yoktur. Bu nedenlerle, “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele” kaygıları, Kürt ulusal sorunu karşısında kaygısızlaşıyor, “ezen ulus hisleri” hassaslaşıyor.

Laiklik, Faşizme Karşı Mücadelenin Neresinde?

BHH mücadelesinin odağına laikliği koymuş durumda. Laikliğin savunulmaması elbette yanlış, ancak, TC, tarihinde hiç bir zaman tam laik bir devlet olmadı. Başından beri, türkiye’de yaşayan insanların dinleri devlet kontrolündeydi.

M. Kemal’in emriyle 1924 yılında başbakanlığa bağlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Ve TC devletinin milliyeti “Türk”, dini ise “Sünni” idi. 1925 yılından itibaren alevililerin ibadet haneleri kapatılarak yasaklandı. Bugün olduğu gibi, TC, kurulduğu günden itibaren: “Tek millet, tek bayrak ve tek din” prensibinden vazgeçmedi.

Devlet, dini ihtiyaçlarına göre, kimi zaman öne çıkardı, kimi zamanda geriye çekti. Ama hiç bir zaman din üzerindeki kontrolünden vazgeçmedi. Kitleleri Sünni dinine göre şekillendirmeye, “sapkın” dediği diğer mezhepleri ise asimile etmeye çalıştı. Bunun için yerine göre zora başvurdu, katliamlar yaptı.

Laikliği, rejimin niteliğinden bağımsız olarak ele almak yanıltıcıdır. Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası ne kadar laik idiyse TC’de o kadar laikti. Laikliği “ilerici” görmek ve ona demokratik bir özellik yüklemek, gereksiz bir çabadır. Anayasalarında “laik” yazmayan bir çok ülke, anayasasında “laik” yazan Fransa kadar “laik “ olduğu kadar, ve anayasasında “laik” yazan bir çok ülkeden (bunlardan biri TC) kat kat laiktir.

TC laikliği, azınlıkların ve Kürt ulusunun yok sayılması, Sünniliğin dışında başka mezhep ve dinin tanınmamasıdır. Kilisenin doğrudan krallığa (kral-kraliçe) bağlı olduğu İngiltere “laik” değildir. Ama, din özgürlüğü vardır. Kimse “Anglikanist” (katolik-protestan karışımı) olmaya zorlanmadığı gibi, herkes dini inancında özgürdür.

Bugün Türkiye ve Kuzey kürdistan’da sorun, laikliğin elden gitmesi değil, laikliği de içine alan demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesidir. Daha özgülde politik özgürlüklerin yok edilmesi, şeriatçı bir rejimin getirilmesi, farklı inançlara menzup inançların yok sayılması ve herkesin Sünnileştirilmeye zorlanmasıdır. Kürt ulusunun siyasal haklarının tanınmamasıdır. “Tek millet, tek bayrak, tek din” gibi faşist-ırkçı-şeriatçı bir sistemin pekiştirilmesidir.

12 Eylül Rejimi de “laik”ti. “Atatürk’ün inkilapları”ndan hiç vazgeçmemişlerdi. Ama ortada bir faşizm vardı. Laikliği mücadelenin odağı yapanlar, burada faşizmi görmezden geliyorlar. Bu bağlamda, “lalikliği” öne çıkarmak yanlış ve hedef şaşırtmadır. Mücadelenin odağına: faşist-şeriatçı diktatörlüğün yıkılması konmalıdır.

Halkların Birleşik Devrimci Hareketi

Her ittifak ve eylem birliği, bunu gerçekleştiren örgütlerin karşılıklı tavizleriyle gerçekleşebilir. Bu birliktelikte öyle olmuştur. İçeriğinde bir çok şey eleştirilebilir. Ancak, silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin, içinde geçtiğimiz süreçte asgari oranda da olsa ortaklaşa mücadeleyi yükseltme çabaları olumlu olarak değerlendirilmelidir. Böylesi bir birliktelik, ileri kitleler üzerinde olumlu etki de bırkamıştır. Ayrıca, faşizme karşı devrimci dayanışmanın yükseltilmesi, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, hem Kürt Ulusal Hareketine hem de sınıf mücadelesini esas alan örgütlere katkı sunacaktır. Bu tür birliktelikleri zayıflatmak isteyenler çıkabilir. HBDH kurulduğunda da devlet katında hiç de olumlu karşılanmadı. “Terör örgütleri birleşti” diye duyuru yaptılar. Ayrıca, bu oluşum içinde ayrılığı da yine AKP tv’lerinin bazıları, “bölünüyorlar” diye sevinç haberleri olarak kendi kitlesine duyurdu.

HBDH, bir iktidar organı değildir. Bir ittifak organı olarak algılamak gerekiyor. HBDH yönelik eleştiri ve kaygı, “ulusal sorunun öne çıkarılması”. Bundan doğal bir şey olmaz. Çünkü bu birlikteliğin bileşenlerinden PKK; bu oluşumun bel kemiğidir. Ancak, eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesi, her örgütün kendi görüşlerini özgürce yaymasını kısıtlamaz, kısıtlamamalıdır. Ve bu bileşen içinde yer alan her örgütün kendi yayın organları var. Görüşlerini kitlelere ulaştırabiliyorlar.

HBDH, içinde yer alan örgütlerin bağımsız örgütlenemelerine karışmadığı gibi engelleyici bir yanı da yoktur. Tersine, kitleler içinde devrimci örgütlenmenin geliştitilmesinde bir moral etkisi yaratıcı bir yanı vardır. İşçi sınıfı içinde örgütlenmeye ve mücadeleyi geliştirmeye HBDH engel değildir. O zaman, sorunu bu oluşumda değil, öncelikle her örgüt kendi sisal çizgisinde ve pratiğinde araması gerekiyor.

Ulusal hareketlerin uzlaşcı yanı vardır. Bu dikkate alınmalıdır. Ama, bugün PKK demokrat nitelikli bir örgüttür. PKK, hem kitlesel hemde örgütsel ve askeri olarak büyük bir örgüt ve bir çok cephede savaş vermektedir. Bu da onun farklı yerlerde farklı taktikler izlemesini koşullandırıyor. Ancak, genel duruşu anti-emperyalist, anti-faşisttir. PKK ile işçi sınıfı hareketini ortaklaştıran yan burasıdır. PKK sosyalizmi savunmuyor. Ve HBDH’den de soyalist bir devrim ummak abesle iştigaldir. Onun böyle bir hedefi de yoktur. Genel demokratik talepeler ve hedeflerle sınırlıdır. Bu bağlamda, silahlı mücadeleyi savunup, ama bu tür birliktelikerlerin içinde yer almayanların kendilerine güvenleri yoktur denebilir. Geçici siyasal taktik mücadeleleri, nihayi ve stratejik hedeflerle karıştıranların, taktiklerde esnek olması da beklenemez.

Gericilik Dönemi ve Ne yapmalı?

Faşizmin azgınca saldırdığı, yıktığı, demokratik tüm kazanımları yok ettiği bir süreçte, yani gericilik döneminde, bir zaman militan mücadeleyi savunan kesimlerin havlu attığı bir sürecide beraberinde getirir. Sınıf uzlaşmacılığını, pasifizmi, yılgınlığı, işçi sınıfı ideolojisinin dejenere edilmesi vb. gibi yıkımlar yaşanır.

Umutsuzluk, ezilmişlik, hedefsizlik, militan mücadele korkaklığı vb. gibi moral yıkıntıları yaşanır. Siyasal çıkarları ortak olanlar arasında bölünmüşlük gelişir. Baskılar arttıkça bölünmüşlük yaygınlaşır ve derinleşir. Faşist diktataörlük bundan yararlanarak işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki yılğınlığı umutsuzluğu artırarak kendi iktidarını süreklileştirir. Çoğunluk, bir avuç iktidar sahibi asalak katillerin esiri haline getirilir.

İçinde geçtiğimiz süreç tam da böylesi bir süreçtir. Faşizmin baskısıyla sınıfsal yönelimini kaybedenler, egemen sınıfların hışımlarından çekinip, en geri düzeyde mücadele etmek isteyenler artacaktır. Her radikal direnişi, illegal örgütlenmeyi, faşizme karşı silahlı direnişi vb.lerini, devlet ağızıyla “terörizm” olarak niteleyenler az olmayacaktır.

Kürt Ulusal Hareketi ile Türkiye işçi sınıfının ortaklaşa mücadele ve dayanışması ve bunun geliştirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Demokrat Kürt ulusal hareketinin yıkılması, ezilmesi, sindirlmesi, çeşitli miliyetlerden Türkiye işçi sınıfının sindirilmesidir. Kuzey Kürdistan’daki işçi sınıfının susturulmasıdır. Tüm demokratik hakların yok edilmesidir. Kürtlerin siyasal haklarını kazanması, işçi sınıfının ve diğer ezilenlerin de siyasal haklarını kazanması, genişletmesi demektir.

Kürtlerin tepelerine bombalar düşerken, Ankara cephesinde özgürlük olacağını umanlar hep yanıldılar ve yanılmaya devam ediyorlar. Yakında her işçinin, her demokratın, Sünni olmayan mezheplerden ve Türk olmayan diğer azınlık mensubu insanların kapıları birer birer çalınacak ve paramilitarist güçler soklara da egemen olacaktır. Kürdistan yanarken, Batı, Kürdistan’ın akibetine düşmekten uzak kalamaz. Halkların kardeşliğinin pekiştirilmesi, Amed’in yanmasına ve yıkımına seyirci kalmakla sağlanamaz.

Sistem, kendini, sürekli savaş içinde ayakta tutabilecektir. O bunun bilincinde olarak, kendini, Irak’ta, Suriye’de ve yeni çıkacak cephelerin içine atmaya çalışacak ya da kitlelere böyle gösterme gayreti içinde olacaktır. Böylece, gerici ve emperyalist savaş atmosferinden yararlanarak, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskı mekanizmasını sürekli kılacaktır.

Teşhir ve tecrit edilmesi gereken TC devleti olmasına karşın, bugün ondan ayrı olmayan bir nevi özdeşleşmiş olan AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünün öne çıkarılması, yanlış deildir. Kitlelere somut hedefler gösterilmelidir. Faşist ırkçı-şeriatçı Erdoğan diktatörlüğününü teşhir edilmesi TC’ni, aklanması değildir. Erdoğan devletin bütün güçlerini elinde toplamıştır. Gerçek budur. Kitlelerin kazanılması için, soyutlama yerine somut propagandalar yapılmalıdır.

Faşist AKP diktatörlüğü, ekonomik durumdaki gelişmelere bakılınca, hedeflediği 2023’ü göremeyecektir. Bunu daha çok da empryalistler arası çelişmenin barometresi belirleyecektir. Ancak, Erdoğan diktatörlüğü, daha uzun bir süre iktidarda kalmak için iç savaşı körükleme ve yaygınlaştırma gibi bir eğilimde taşımaktadır. Gelişmeler buna işaret etmektedir. AKP kitlesinin silahlandırılması, camilerde gençlik örgütleri (elbette silahlı) oluşturması, iç savaş hazırlığı ve işçi sınıfı ve emekçileri ve tüm demokratik güçleri bütünüyle baskı altında almanın/tutmanın yöntemidir. AKP sadece devlet iktidarını elinde tutan bir güç değil, aynı zamanda en geri kitleleri örgütleyen bir iktidar gücüdür. 12 Eylül 1980 askeri cuntasıdan ayrıldığı en önemli ayrım buradadır.

Erdoğan’ın iktidarda kalması, bölgedeki savaşla yakından ilgilidir. Toplumun sınıfsal dokusunun dejenere edilmesi (ırkçı-faşist-şeriatçı kitle örgütlenmesiyle) doğrudan ilgisi vardır. AKP diktatörlüğü, normal bir seçimle iktidardan uzaklaştırılmayacak kadar derinleşmiş ve örgütlenmiştir. O artık, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler için sokaklara dökülmesi ve kazanmasıyla devrilebilcektir.

Faşist AKP diktatörlüğünü (faşist-ırkçı-şeriatçı) yıkmak uzun bir mücadele sürecini kapsayacaktır. Komünist ve devrimci güçlerin kitleler içinde örgütlenme ve çalışma yöntemlerini buna göre belirlemeleri, verili durumun bir zorunluluğudur. Ve faşizme karşı her türlü mücadele biçimini koşulların el verdiği ölçüde geliştirmeleri de bir o kadar gereklidir.

Sınıflar arası mücadelede ebedi bir şey yoktur. Her faşist iktidar, kendi yıkımını hazırlayan koşulları ve çelişmeleri de beraberinde yaratır. Önemli olan bu çelişmelerin doğru ele alınması, mücadele biçimlerinin buna göre geliştirilmesi ve kitlelerin bu doğrultuda örgütlenmesidir. Faşist baskıların artması, devleti elinde bulunduran güçlerinde zayıflığınının da bir o kadar artmasıdır. Bu zayıf noktaların saptanması ve mücadele biçimlerinin bu çelişimelerinin, işçi sınıfı lehine derinleştirici temelde geliştirilmesi, devasa gibi gözüken şiddet aracının yıkılmasını da kolaylaştıracaktır. (30.10.2016)

 

46168

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar