Pazartesi Mayıs 6, 2024

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Bu süreçte ordu, El Salvador halkına karşı ağır insanlık suçları işlemiştir. Ordunun yanı sıra, ABD destekli paramiliter ölüm mangalarının eliyle hem kentlerde hem de kırsalda katliamlar, yargısız infazlar, faili meçhuller, tecavüz, işkence kol gezmiştir.

1980 başlarında ülkede sol güçler (gerilla örgütleri ve siyasal partiler), 1930’lu yılların antiemperyalist halk kahramanı Farabundo Martí’nin adına atfen Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN) adını alan cephe örgütünün şemsiyesi altında birleşti. İç savaş ise, resmen 1980 Martı’nda El Salvador’un Kurtuluş Teologu Başpiskoposu Oscar Romero’nun Monsenyör Oscar Romero’nun San Salvador Katedrali’nde yaptığı bir konuşma sırasında öldürülmesi, 30 Mart’taki cenaze törenine katılanlara bombalı saldırı düzenlenmesiyle başladı.

Nikaragua’daki devrimin Orta Amerika’ya yayılmasından kaygı duyan ABD’nin eğitim, lojistik, silah ve personel olarak desteklediği El Salvador ordusu ve ona bağlı olarak sivil halk üzerinde operasyonlarını sürdüren paramiliter ölüm mangaları ile FMLN arasındaki iç savaş, 12 yıl sürdü. Ve Ocak 1992’de BM’nin gözlemciliğinde, El Salvador hükümeti ile FMLN yöneticileri arasında Mexico City’deki Chapultepec kalesinde imzalanan barış anlaşmasıyla resmen sona erdi.

İç savaş, geride her birinde yüzlerce kişinin katledildiği onlarca katliamın [ki bunlar arasında en kötü şöhretlileri 1981’deki, bini aşkın kadın, erkek, çocuk ve ihtiyarın öldürüldüğü El Mozote ile Ağustos 1982’deki, aralarında çok sayıda bebek ve yaşlının bulunduğu 200 kişinin vahşice öldürüldüğü El Calabozo katliamlarıdır] acılarını, binlerce ölü, yaralı, işkence mağduru, tecavüze uğramış binlerce kadın, yüzlerce boşaltılmış, yakılmış köy bırakarak sonlandı. Nüfüsü ancak 7 milyonu bulan ülkede iç savaşın ölümcül bilançosunun 75 000 kişi olduğu hesaplanmaktadır: yani nüfusun yüzde biri iç savaş sırasında katledilmiştir!

El Salvador’daki “barış süreci” ya da hükümetle FMLN arasındaki görüşmeler, katliamların uluslar arası tepki çekmeye başlaması, ABD Kongresi’nin ülkenin ordu ve ölüm mangalarının faaliyetlerindeki rolünü tartışmaya açması ve kıta ölçeğinde yaygınlaşan neo-liberal siyasalara “demokratikleşme” söylencelerinin eklemlenmesi sonucunda, BM gözetiminde başlayacaktı.

Müzakereler sonucunda imzalanan barış anlaşması, ülkenin belli başlı yapı ve kurumlarının reforme edilmesi için bir takvim belirlemenin yanı sıra, geçmişteki ihlâllerin kovuşturulması ve gelecekteki ihlâllerin önüne geçilmesine yönelik bir Hakikât Komisyonu’nun tesisini karara bağlıyordu.

Barış anlaşmasının öngördüğü reformlar arasında:

- El Salvador’un kamu güvenliği kuvvetleri Ulusal Polis, Milli Muhafızlar ve Hazine Polisi’nin tasfiye edilip yerine orduyla hiçbir kurumsal bağı olmayan, eğitimli ve insan haklarını düzenleyen yasalara bağlı bir ulusal sivil polis gücünün kurulması;

- Ordunun sivil otoriteye ve yasalara tabi olacak şekilde yeniden düzenlenmesi - birliklerin sayılarının azaltılması, Milli İstihbarat dairesinin tasfiyesi, askerin polis görevi görmesine olanak veren mevzuatın değiştirilmesi;

- FMLN eski militanlarına, terhis edilen askerlere ve kiracı konumundaki 25 000 köylüye toprak dağıtılmasını sağlayan bir toprak reformu bulunuyordu.

Ancak sanırım, en önemlisi savaş suçlarını araştıracak, suçluların tespitini ve yargı önüne çıkartılmalarını sağlamakla yükümlü Hakikât Komisyonu’nun kurulmasıydı.

Kolombiya eski devlet başkanı Belisario Betancur başkanlığında, bir Venezuelalı ve bir ABD’li üç üyeden oluşan komisyon, sekiz ay içerisinde binlerce birincil ve ikincil tanık dinleyip binlerce belgeyi değerlendirdi. Komisyonun “Çılgınlıktan Umuda: El Salvador’da 12 Yıllık Savaş” başlıklı raporu 15 Mart 1993 tarihinde yayınlanacaktı.

- Raporda belgelenen 22 bin şikâyetin yüzde 60’ı yargısız infazlar, yüzde 25’i kayıplar, yüzde 20’si ise işkenceyle ilgiliydi.

- İncelenen şiddet vakalarının yüzde 85’i devlet kaynaklıydı.

- Raporda insan hakları ihlâlcilerinin isimleri tek tek veriliyor, suçlu subay ve memurların görevden alınarak kamu hizmetlerinden yasaklanması tavsiye ediliyordu.

- Rapora ayrıca geniş çaplı hukuksal reformlar tavsiye edilmekteydi.

- El Salvador yasal sisteminin kovuşturma yetisinden yoksun olduğu gerekçesiyle, faillerin kovuşturulması temennisi raporda yer almaktaydı.

- Bunun yanı sıra, kurbanların zararlarının tazmini öngörülüyordu.

- Komisyon raporunda ayrıca, El Salvador ceza hukukunda bir dizi köklü reform yapılması tavsiyesinde bulunulmaktaydı: yargı bağımsızlığının güvence altına alınması, El Salvador’un tüm uluslar arası insan hakları sözleşmelerini imzalayıp onaylaması gibi düzenlemelere öncelik verilmesi öneriliyordu.

El Salvador hükümetinin BM’nin girişimleri ve Hakikât Komisyonu’nun tavsiyeleri karşısındaki ilk tepkisi, raporun yayınlanmasından beş gün sonra, 20 Mart 1993’te, savaş suçları dahil olmak üzere raporda insan hakları ihlâllerine adı karışan herkes için koşulsuz “genel af” ilan etmek oldu. Bu, katliamları, işkenceleri, yargısız infazları gerçekleştirmiş, tecavüz, köy yakma, talan, insan kaçırma vb. suçlara karışmış ve bu eylemlerin emrini vermiş, onları örgütlemiş on binlerce asker ve paramiliterin dokunulmazlık zırhıyla toplum içine karışması anlamına geliyordu.

Bu affın yanı sıra, Barış anlaşması gereklerinin ya da komisyon tavsiyelerinin pek azı yerine getirilecekti.

Daha önce silahlı kuvvetlerle iç içe geçmiş, çeteleşmeye teslim, yolsuzluklara boğulmuş polis örgütlerinin tasfiye edilip yerine yeni bir “Ulusal Sivil Polis” teşkilâtı kurulmuş olsa da, bu örgüt tasfiye edilen polis teşkilâtlarından unsurlarla doldurulmuş, orduyla ortak operasyonların sürdürülmesinin de etkisiyle, fazla bir etkinlik göstermemiştir. Barış anlaşmalarında öngörülen toprak reformu, ülke topraklarının büyük bölümünü elinde tutan elitin direnişiyle karşılaşınca, askıya alınmıştı. İç savaş kurbanlarının zararının tazmini kararı da, kaynak yetersizliği gerekçesiyle uygulamaya sokulamamıştır.

Ancak El Salvador’daki “Barış Süreci”nin en acılı sonucu, hiç kuşku yok ki, barışın nihayet tesis edileceği ve ülkede koşulların normale dönmesini sağlayacağı varsayılan 20 Mart 1994 seçimlerinde, sokak ortası infazların, insan kaçırmaların, işkencenin, ölüm tehditlerinin, yani paramiliter terörün olanca hızıyla sürdüğü hileli bir kampanya sonucunda, sivil halk üzerindeki baskı ve terörün, katliamların baş sorumlusu faşist ARENA partisi adayının (Armando Calderon Sol) oyların yüzde 49.2’sini alarak devlet başkanı seçilmesi oldu. Calderon Sol’un El Salvador’daki iç savaşta sivil halka uygulanan vahşetten sorumlu olduğu, bizzat CIA belgeleriyle açığa çıkmıştı!

Seçim kampanyası sırasında, Barış anlaşmasıyla birlikte siyasal partiye dönüşen FMLN’in onlarca adayı öldürüldü (Barış anlaşmasından seçimlere kadar öldürülen FMLN aktivisti sayısı: 40); sendika militanları ve insan hakları aktivistleri kaçırıldı, işkenceden geçirildi…

Bir başka deyişle, Chapultepec anlaşması, El Salvador’daki iç savaşı yalnızca “resmen” sona erdirmişti. “Barış”, FMLN’in silahlı gücünün büyük ölçüde tasfiye edilmesine yol açarken, karşısındaki faşist şiddet, özellikle de paramiliter güçler üzerinde fazla etkili olamamıştı. El Salvador’un ölüm mangaları, 1993 affının kendilerine sağladığı dokunulmazlık zırhı altında, zamanla suç çetelerine evrildiler. Önceden latifundistlerin, hükümet güçlerinin ve ordunun hizmetine sundukları güçlerini, doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya koyuldular.

Bugün 7 milyonluk El Salvador, uyuşturucu kaçakçılarından silah kaçakçılarına, oto hırsızlarından organ mafyasına, kadın tacirlerinden fidye çetelerine, organize suça teslim olmuş durumdadır. 100 000’de 69 ile El Salvador, cinayet oranının en yüksek olduğu ülkeler arasındadır (2011 verisi). Suçları “kovuşturacağı” varsayılan emniyet ve yargı kurumları ise, genellikle ya sindirilmiş, ya da rüşvetle teslim alınmış durumdadır.

El Salvador 2009’daki seçimlerden bu yana, FMLN’in adayı, gazeteci Mauricio Funes’in devlet başkanlığında yönetiliyor. Ancak, “ne solculuk, ne de sağcılık yapacağım. Hedefim ülkeyi ileriye taşıyacak bir program,” diyen Funes, iç savaş canilerinin yargı önüne taşınmasını sağlayacak adımları atmakta belirgin bir şekilde ayak sürümekte. Belki öncelikle bu yetki kendisinde değil de Anayasa Mahkemesi ve özerk Cumhuriyet başsavcısında olduğu için; belki El Salvador parlamentosunda çoğunluğun hâlâ başta ARENA olmak üzere sağcı partilerde olması nedeniyle; belki orduda tedirginliğe yol açmamak için; belki de yeniden açılacak davaların FMLN’in başına patlamasından çekindiği için…

Her durumda, El Salvador’da “barış süreci”nin katliam, infaz, işkence, tecavüz ve diğer savaş ve insanlık suçlarının faillerini isim isim belgeleyen Hakikât Komisyonu raporuna karşın, somut bir getiriyle sonuçlandığı söylenemez.

El Salvador iç savaşı, toprakların ve ülke servetinin büyük bölümüne sahip, yüzde 2’lik bir oligarşiye karşı yükselen halk muhalefetini ABD destekli devlet ve kontra terörüyle bastırma girişimine karşı başlatılan silahlı mücadelenin bir sonucuydu. Ne ki “barış”, iç savaşa yol açan iktisadî ve toplumsal koşullarda fazla bir değişikliğe yol açmadı. Dahası, “barış süreci”yle birlikte, hızlanan (neo)liberalizasyon süreci, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri daha da büyüterek pekiştirecekti: Ülke bugün nüfusun yüzde 50’sinin işsiz ya da yarı-işsiz olduğu, 10 işçiden yalnızca 2’sinin nizamî olarak istihdam edildiği, ticaret açığında Latin Amerika birincisi, kırılgan bir tablo sergilemektedir. 2011 yoksulluk verilerine göre El Salvador’da kentsel nüfusun yüzde 35.4’ü, kırsal kesimde ise yüzde 50.2’si yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Yüksek suç oranları, yolsuzluklar ve sağlık ve eğitim gibi temel kamusal hizmetlerin tasfiye edilmesinin yol açtığı toplumsal kırılganlaşma da cabası…

O hâlde, şu saptamayı rahatlıkla yapabiliriz: El Salvador’daki “barış süreci”nin kazananı, (çoğu Latin Amerika ülkesinde olduğu üzere) neo-liberalizm olmuştur. “Süreç”, El Salvador halkını iç savaş öncesi içinde bulunduğu iktisadî ve toplumsal açmazlardan, yoksulluk ve yoksunluk kıskacından kurtulmasının önünü açmak bir yana, bir mafya kapitalizminin kurumsallaşarak ülkedeki eşitsizlikleri, gelir dengesindeki bozuklukları ve devlet kaynaklı gündelik terörü daha da kökleştirmesiyle sonuçlanmıştır.

İç savaş ya da çatışmalardan çıkış yolu arayan halk güçlerinin El Salvador deneyiminden çıkartabileceği en önemli ders, sonucun ancak adaletli olması, bir başka deyişle, çatışma ve/veya iç savaşa yol açan koşulların, ezilenlerden yana köklü bir biçimde dönüştürülmesini sağlaması durumunda “barış” adını hak edeceğidir. Bunun dışındakiler, madunların, halk(lar)ın, ezilenlerin değil, zorbaların, efendilerin, egemenlerin “çözüm”üdür.

Yoksa döner dolaşır, İtalyan yazar Giuseppe di Lampedusa’nın işaret ettiği kapana kısılırız: “Her şeyin aynı kalması için her şeyin değişmesi gerekir…”

 

N O T L A R

[*] 1 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Pangea’da yapılan konuşma… Newroz, Yıl:7, No:244, 25 Aralık 2013…

[1] Arundhati Roy.

91734

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar