Perşembe Mayıs 9, 2024

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Gazeteler, Türkiye’de, “1941 yılından beri meydana gelen maden kazalarında 3 binden fazla işçinin yaşamını yitirdiğini yazıyor. Ancak, bu ölümler birer istatistik olarak tarihteki yerini alırken, acı ve gözyaşlarının ise istatistikleri maalesef tutulamıyor.

Sadece 2013 yılında işkazalarında ölen işçi sayısı 1235 olarak veriliyor. Bu veri eksik olmasına karşın oldukça yüksek bir rakamdır. „İş kazası“ adı altında, ortalama olarak yılda 1072 işçi ölüyor. Sadece bu yılın ilk dört ayında ölen işçi sayısı; 396[1] AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2013 sonuna kadar toplam 13 bin 442 işçi katledilmiştir.

Türkiye, iş kazalarında, TMMO’nın raporuna göre, „iş kazası“ adı altında ölüm oranı, her yüzbin işçi de;  Avrupada birinci, dünyada ise üçüncü sıradadır.

Mesleki hastalık oranı ise, akıl almaz bir şekilde yükselmektedir. Devletin resmi kurumu olan SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu)‘na göre meslek hastalığına tutulan çalışanların sayısı yılda 600’ü geçmezken sendika ve diğer araştırma kurumlarının verilerine göre bu rakam yılda. 35-40 bin arasıdadır.

Türkiye ve Kürdistan’da, 1,5 milyon iş yerinde yılda ortalama 70 bin iş kazası olduğu bildiriliyor. İş kazalarının artmasının bir nedeni de, sendikasız çalışmanın artmasından kaynaklanmaktadır. İşçilerin, örgütlü bir mücadeleden yoksun olması, sendikasızlaştırılması ve sendikaya üye olmak isteyenlerin ya da üye olanların işen atılması ve de atılma tehdidiyle karşı karşıya kalmaları, sendikalaşma oranını gün geçtikçe düşürmektedir. Özellikle AKP hükümeti iş başına geldikten sonra, sendikasızlaştırma politikası yaygınlık kazanmıştır. Çalışma koşulları işçiler için cehennem olurken, sermayedarlar için ise tam bir cennete dönüştürülmüştür. AKP’nin bu kadar uzun yıllar ayakta kalmasının bir nedenide budur. Tüm sermaye kesimi tarafından desteklenmesidir. Son yıllarda bazı sermaye kesimlerinin AKP’ye karşı çıkmaları, iş koşullarının işverenler aleyhine olduğundan değil, sömürüden daha az pay almaları ve kendi aralarındaki pazar rekabetinden dolayıdır.

Türkiye ve Kürdistan’da, işçilerin sendikalarda örgütlenmeleri önüne çok yönlü engel çıkarılırken, sendikalı olanlarda sendikasızlaştırılmak isteniyor. Sendikalaşmak isteyenler ise hükümet yanlısı karşı-devrimci ve sarı sendikalarda örgütlenmeye zorlanmaktadır. Memur-Sen, Hak-İş bunlardan bazılarıdır. 2012 yılında 2,2 milyon olan sendikalı işçi sayısı günümüzde 1.096.540[2]] gerilemiştir. Yürürlükteki yasalara göre sendikalaşma hakkı olan işçi sayısı ise, aynı bakanlığın verilerine göre 11.600.554’dir. Bu rakamlar, Çalışma Bakanlığı‘na aittir.

Türkiye’de çalıştırılan çocuk sayısı da bir milyonun üzerindedir. Kayıtlı çalışan 900 bin civarında olduğu söylenirken, kayıtlı ve kayıtsız toplamının bir milyonun çok üzerinde olduğuda biliniyor. Bunun anlamı da, sömürünün çok yoğun ve vahşice olduğudur.

Maden ocaklarında çalışanların ücretleri de asgari ücretin üstünde değildir. Bazı kaynaklar 900 TL olarak verirken, bazı kaynaklar ise 1600 TL geçmediğini söylemektedir. 15 yaşından küçük çocuklarında madende (ölenlerin arasında 15 yaşında çocuklar olduğu söyleniyor) çalıştırıldığına göre, ücretlerin düşüklüğü de kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Gazeteler, sermayedarların karlarını ne kadar artırdıklarını ve bir önceki yıla oranla yüzde kaç yükselttiklerini, büyük manşetlerden verirler. Ancak, işçi ölümleri küçük manşetlerle duyurulur ya da hiç yer verilmeyerek yok sayılması istenir. Oysa, patronların karlarının yükselmesiyle doğru orantılı olarak işçi ölümleri de artar. Bütün dünyadaki istatistikler bunu doğrular. İş kazalarında yaralanarak sakat kalanların ise bu verilerin kat kat üstünde olduğu bir gerçektir. 

Özelleştirmelerin artması, taşeronlaşmanın yaygınlaştırılması, her türlü sağlık ve yaşam güvenliğinden yoksun, örgütsüzleştirilmiş bir işçi kitlesi yaratıldı. Burjuvazi sermayenin kar oranını arttırmak için işçi ücretlerini düşürürken, sendikasızlaşma ve işçi güvenliğini de en alt düzeye çekti. Soma Holding’de bunlardan biridir. Şirket, kendini tanıttığı broşürlerde „en güvenli çalışma“ koşullarını yarattığını ileri sürmesi, gerçekleri dile getirdiği anlamına gelmiyor.

Türkiye’nin en büyük kömür maden işletmecesi olan Soma Holding bünyesinde 6 bin işçi çalıştığı bildiriliyor. Ancak, ölümlerin en çok işletmeninde bu olduğu bir gerçek olarak duruyor. Adı geçen bu holdingin İstanbul’da göğe yükselen gökdelenlerinin tersine koşut olarak da, bu şirket bünyesinde çalışan işçi ölümleri artmaktadır.

Soma maden ocaklarındaki katliam, bir kere daha gösterdi ki; sermayenin kar oranı arttıkça işçi yoksullaşması ve ölümleri de arttıyor. Sermayenin karının yükselmesi, işçilere ölüm, ailelerine ve yakınlarınaysa acı ve gözyaşı olarak geri dönüyor.

Şu ana kadar ortaya çıkan ölen işçi sayısının ikiyüzü geçmesine karşın bu sayının giderek yükseleceği de belirtiliyor. Aslında, işveren maden ocaklarında kaç kişi olduğunu biliyor ve açıklamaktan kaçınıyor. Elbette bunu hükümet yetkilileri de biliyor. Bildikleri içinde, bölgeye önce asker sevkiyatı yapıyorlar. İstanbul’un deneyimli çevik gücünün önemli bir bölümünü buraya aktarıyor. Olası tepkileri bastırmak için. Halkı kandırmak ve timsah gözyaşlarını gizlemek  için de “üç günlük yas” ilan ediyorlar. 

Burjuvazinin ilk “tedbiri” kendini korumaya yöneliktir. Maden ocaklarında kalan işçileri kurtarmak ise, sermayenin güvenliğinden sonra geliyor. Salt maden ocaklarında ölüm olaylarıyla ilgili olmayıp, işçilerin çalıştığı tüm işyerlerinden, “önce güvenlik” dediği şey, sermayenin korunmasıdır. Grev yaparak hakkını arayan ve işten atılmalara karşı çıkan işçilerin karşısına, önce polis ve asker çıkar, sonra da mahkeme kapıları gözükür.  Çünkü sistem, kapitalist sistemdir. Daha genel bir söylemle, bu düzen zenginlerin düzenidir.

Ölümler Kader Mi?

Çalışan işçilerin “iş kazası” adı altında öldürülmeleri bir kader değildir. Kapitalist sistemin doğal gelişiminin bir sonucudur. Yukarıda istatistiki olarak ortaya koyduğumuz verilerde gösteriyor ki, Türkiye’de burjuvazi, işçiler üzerindeki sömürü oranını arttırıcı her türlü uygulamayı devlet aracılığıyla yapıyor. Burjuvazi açısından sermaye birikimini artırmanın sınırı yoktur. Bu nedenle de vahşice sömürü ve baskınında sınırı yoktur. Sömürü oranı arttıkça, baskılarda artacak ve işçilerin yaşamları daha da kötüleşecektir. Aynı bugün olduğu gibi. 

İşçilerin “iş kazası” adı altında katledilmeleri, işçi ve emekçilere bir “kader”, “alınyazısı”, “tanrı buyruğu” olarak sunuluyor ve sunulmaya devam edecektir. Ancak, işçilerin vahşice sömürülmesi ise, doğal karşılanacaktır. Tayyip Erdoğan madende çalışanların “ölmeleri de normal”dır diyecektir. Böylece o, görevi gereği, sermayenin katliamci ve kitleleri sindirme politikasını savunmaya ve sürdürmeye devam edecektir.

Burjuvazinin işçi ve emekçilere “kader” olarak sunduğu yaşam tarzını, sistemi kökten reddetmek gerekiyor. Çünkü  kapitalist sistem, bütün doğayı öldürdüğü gibi insanlığı da öldürüyor. Bütün yaşamı yok ediyor. 

Türk faşist devleti, dün Roboski’de yaptığı katliamı bugün  Soma’da yaptı. Biçimi ne olursa olsun her ikisini de aynı amaçla yaptı. Daha fazla sömürmek, düzenini sağlamak ve halkı sindirmek için.

Dün Gezi’de katlettiklerini bugün Soma’da katletti. Gezi’de direnenler, bu katliamların olmaması için sokaklara çıkmıştı. Eğer, daha fazla emekçi sokaklara çıkıp haykırsaydı, belki Soma’daki madenci katliam yaşanmayacaktı.

Ne ölümler “kader”, ne de sömürülmek. Ama, çalışma araçları sermayenin tekelinde olduğu sürece, ölümleri işçi ve emekçilere “kader “ yapmaya devam edeceklerdir. Ne zaman ki, işçi sınıfı ve emekçiler kendi kaderlerini kendi ellerine aldıklarında, sermayenin de kölesi olmaktan kurtularak dünyayı özgürleştireceklerdir.

Bu katliam karşısında sessiz kalmak, sokaklara çıkıp haykırmamak, genel grev ilan etmemek, ihanetin en büyüğü olacaktır. Bütün fabrikalarda şalterler ölen madenciler için indirilmelidir. Bütün işçi ve emekçiler demokratik hak ve özgürlükler için sokakları, alanları zapt etmelidirler. Bugün susmak, geleceğimizi burjuvazinin katliamcı sistemine teslim etmek demektir.

Sokaklara çıkan kitlelerin talebi, sadece enerji bakanının istifasını istemekle yetinmemelidir. Hükümetin istifasını istenmelidir. Soma Holding’in başkanı dahil yöneticilerinin tutuklanması ve yargılanması istenmelidir. Başbakan Erdoğan’ın derhal istifa etmesi ve yargılanması talep edilmeli ve katil Türk devletinden hesap sorulmalıdır.

Sonuç olarak; Madencilerin ölümü kader değil, sermayenin kar oranını arttırma katliamıdır!

Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün halkımızın başı sağolsun!

***14.05.2014


 

 

 

93908

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Sayfalar