Cuma Mayıs 17, 2024

Margenthau anlatıyor…

Yeni bir yüzyılın başında Ermeni halkının başına gelen Felaket’e tanık olan, 1913-1916 yılları arasında Osmanlı Türkiye’sinde Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi görevinde bulunan Henry Morgenthau, Talat Paşa ile görüşmelerinde bugünkü Türkiye’nin başına gelecekleri konusunda uyarılarda bulunuyordu;

“Ermeni’lere yönelik tutumun Türkiye’yi dünyanın gözünde çok kötü duruma düşüreceği ve ülkesinin bu rezaletten asla kurtulamayacağı konusunda Talat’ı ikna etmeye çalışıyordum…”

“‘Büyük hata yapıyorsun’ dedim, üç kere tekrarladım…”

“‘Evet hata olabilir, lakin pişman olacağımı zannetmiyorum …’ dedi.”

Öyle de oldu!

Aradan geçen süre zarfında dünyadan teşhir, tecrit ve dıştalanan bir ülke durumuna geldi. Dün ve bugün Osmanlı Türkiye’si savunucuları, Ermenilere karşı işlenen suçların hesabını toplum ile dünyaya verememişlerdir. 1960’lı yıllarda önce Sovyet Ermenistanı’nda başlayan Ermeni ulusunun kitle gösterileri, engellemelere rağmen Soykırım Anıtı’nın inşasıyla başlamış, 1980’li yıllarda Ermenilerin silahlı eylemler ile dünyaya Soykırım’ın tanınması için verilen adalet çığlıkları ile bugün yeryüzünde 30 ülke parlamentosunda kabul edilen “Soykırım Yasa Tasarıları” ile Türkiye’yi zor duruma düşürmüştür.

En son ABD Temsilciler Meclisi’nin, Cumhuriyetçiler ile Demokratların ezici çoğunluğu ile aldığı Soykırım Yasa Tasarısı’nın kabulü, dünyada geniş yankı uyandırdı. Her yıl 24 Nisan’da Amerika’dan gelecek açıklamaya odaklanılırken, bu sene gelenek bozuldu. Soykırım Yasa Tasarısı, 24 Nisan’dan önce kabul edildi. Bunun sebebi gergin olan ABD-Türk ilişkilerinde, ABD emperyalizminin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemesi, politikalarını kabul ettirmek adına soykırım yasa tasarısını kullanmak istemesidir.

Hiçbir yaptırım gücü olmayan bu kararın, şüphesiz ki Temsilciler Meclisi’nde kabulü ve Senato’ya havale etmesi “olumlu” bir adımdır. Dünyada diğer parlamentolar üzerinde etkisi olması bakımından bir etki yaratırken, yine aynı Amerika bu tasarıyı, senatoya gitmemesi için bloke etmiştir. Amerika’nın çıkarlarına göre politikalarını belirleyen devlet anlayışı, soykırım kararını kurban etmiştir. Gerçekten soykırım karşıtı olup olmadıkları yasalar ile onaylanırken öbür taraftan tüm dünyanın tepkisi ile karşılanan Amerika, Ortadoğu-Suriye gerçekliğinde Türkiye ile pazarlıklarında yine bölgesel çıkarları için, Kürtlerin imhası için Türkiye’nin soykırım, işgal ve talanına yeşil ışık yakmıştır.

Tehcir ve bir ulusun katli …

Ermenileri yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan toplu halde uzaklaştırma ve yüzlerce kilometre ötedeki çöle gönderme fikrini verenler Almanlardır. Hatta daha ileri giderek bazı Alman yazarlar bu politikayı savunmuşlardır bile. “Ermeni’ler Ermenistan’dan tahliye edilmelidir. Mezopotomya istikametine götürülmeliler ve yerlerini Türk’ler almalılar. Bu şekilde Ermenistan Rus tesirinden azat olur ve Mezopotamya’ya, şimdi mahrumiyetini çektiği çiftçiler getirilebilir” diye tavsiyede bulunmuşlardır.

Bu politikanın hayat bulması için Tehcir Kararı uygulanırken 1915 Nisan ayından Ekim ayına kadar geçen 6 ayda Anadolu’daki hemen tüm karayolu bu sürgün gruplarıyla doldu. Onları her vadiden geçerken ve hemen her dağın eteklerine tırmanırken görebilirdiniz. Nereye gittiklerini bilmeksizin yürüyüp duruyorlardı. Köyler, kasabalar Ermeni nüfusundan temizleniyordu. Bu 6 ay boyunca bilindiği kadarıyla yaklaşık 1.200.000 insan Suriye çöllerine doğru yola düştü.

İttihatçılara bakılırsa bu yeni ülkeye Ermenileri yerleştirmek gibi bir düşünceleri yoktu. Çoğunluğunun asla varamayacağını ve varmaya başaranların da açlıktan ve susuzluktan öleceklerini, vahşi çöl aşiretlerince öldürüleceklerini biliyorlardı. Tehcirin gerçek amacı, soygun ve imhaydı. İttihatçı otoriteler, tehcir emrini vererek bir ırkın ölüm emrini veriyor, bir ırkın ölüm ilanını çıkarmış oluyorlardı. Bunu iyi biliyorlardı.

Ermeniler 2500 yıldır yaşadıkları evlerden ayrılırken “‘bizim için dua edin’ diyorlardı. Bu dünyada tekrar görüşemeyiz ama bir gün mutlaka karşılaşırız. Bizim için dua edin!” Osmanlı mezalimi dönemin Halep Konsolosluk raporları ile ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarında bulunan raporlarda Talat ile Enver’in gerçek niyetinin Ermenileri imhası olduğunu göstermektedir.

Bağdat üstünden Res ül Ayn’a oradan Halep’e ulaşacak kafilenin başına neler geldiği konsolosluk raporlarında kayıtlıdır. Sivas’tan gelen bir başka kafile, Harput’tan gelen kafileye katılmış böylelikle sayıları 18.000’e çıkmıştı. 17 gün sonra 18.000’den fazla olan kafileden sadece 150 kadın ve çocuk ulaşmayı başarmıştı. En korkunç sahneler ırmak kenarlarında özellikle Fırat’ta gerçekleşiyordu. Bazen ırmağı geçerken jandarmalar kadınları suya itiyor, yüzmeye çalışan herkese ateş ediyorlardı. Bazen kadınlar namuslarını kurtarmak adına çocukları kollarında ırmağa kendileri atıyordu.

Ara Sarafyan; Margenthau’nun öyküsü Osmanlı Türkiye’sine açılmış iddianamedir

Ermenilere reva görülen ve ağır sonuçları ortaya çıkan tehcir ve kırımlardan sonra Büyükelçi ile Talat arasında geçen konuşmalardan, el değiştiren zenginliklerden başka şimdi de Talat Amerika’da Ermenilerin poliçelerine göz koymuştur. Bir gün Talat ile konuşurken “Amerikan yaşam sigortası şirketlerinde poliçe sahiplerinin listesini isterken tutuldum kaldım” demektedir.

“‘Keşke’ dedi Talat “Amerikan hayat sigortası kumpanyalarının bize Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini vermesine yardımcı olsan. Hepsi şimdi ölü sayılır. Arkalarında parayı alacak varisleri yok. Tabii ki hepsinin devlete mahlul olması lazım, zira hak sahibi şimdi hükümettir. Öyle değil mi?” derken

“Bu kadarı da fazlaydı kendimi kaybettim”,

“Benden böyle bir liste alamazsın dedim ve arkamı dönüp çıktım.”

Anadolu’da ekonomiyi ellerinde bulunduran Ermeniler sevk edildikten sonra sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Böylelikle bazı Ermeniler zanaat ve ticarette yerlerini dolduracak kişiler olmadığı için ölümden kurtulmuşlardır. “Şayet insani hesapları umursamıyorsan bile, maddi ziyanı düşün. Bu insanlar sizin tacirleriniz, endüstrilerinizi onlar kontrol ediyorlar. Büyük vergi ödüyorlar. Onlar olmazsa siz ne yapacaksınız’ dedim.”

“Ticari ziyanı umursamıyoruz. Her şeyi hesapladık ve 5 milyon liradan fazla olacağını biliyoruz. Pek mühim değil. Sizi Ermeni siyasetimizin sabit olduğunu her halükarda değiştirmeyeceğimizi söylemek için çağırdım. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak, ancak çölde yaşayabilirler’ dedi.”

Eğer bir ırkı katletme planı başarılı olacak ise iki hazırlık aşamasında geçmeliydi. Tüm Ermeni askerlerinin güçsüz kılınması ve her kent ve kasabadaki Ermenilerin silahlarının alınması gerekecekti. ABD konsolosluk kayıtlarında da bulunan mesela Harput’ta yol çalışma bahanesiyle götürülen 2.000 Ermeni bir daha geri dönmedi. Sonra cesetleri bir mağarada bulundu. Yine Van’da savaş başladığında hükümet Van’ın ılımlı valisi Tahsin Paşa’yı geri çağırarak yerine Enver Paşa’nın kayınbiraderi Cevdet Bey’i getirdi. Cevdet Bey’in ünü tüm Ermenistan’a yayılmıştı. Cevdet Bey, ülkenin her köşesinde “Başkale Nalbandı” olarak biliniyordu. Çünkü bu işkence uzmanı, Ermeni kurbanlarının ayaklarına at nalı çakmakla tanınıyordu.

İcraatlarına Van’ın kendisine 4.000 asker vermesini talep ederek başladı. Daha önce, neler olduğunu hesaba kattığımızda bu talebin altında yatan amacı kolaylıkla anlayabilirdik. Cevdet nüfusun tümünü yok etmeye hazırlanıyordu. “İsyan” gerekçesiyle “asiler tek bir mermi atsınlar” dedi, bütün Hıristiyan erkeklerini, kadınlarını ve (elini diz hizasına getirerek) “bu boydaki evlatlarını öldürürüm” tehdidinde bulunuyordu.

Çocuklarınıza “Eli kanlı Talat” ismini verebilirsiniz …

R.T.Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin ardından gelen skandal açıklamalarda “Ermenilerin göçebe” oldukları ile “soykırım konusunu tarihçilere” bırakalım sözleri gerçeği yansıtmamaktadır. Tarihçilere bırakalım sözü, soykırım gerçekliğinin karartılması için içi boş söylemden başka anlamı olmayan bir çıkıştır. 2.500 yıldır yaşadıkları topraklardan yok edilen bir ulusun akıbeti “tarihçiler”in işi değildir. Soykırım suçu, bir insanlık suçu ve siyasi bir vaka olduğu için, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması sorunudur.

Ruwanda’da Tutsiler, Yugoslavya’da Boşnaklar, Almanya’da Yahudilere karşı işlenen suçlar “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” olarak görüldüğü için mahkemelere taşınmıştır. Çözülemeyen, üstüne üstlük inkar edilen ve hatta Ermenileri suçlu göstermek için milyonlarca dolarlar harcanarak karartılmaya çalışılan bu sorun, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması ile sonuçlanacaktır. Bir yüz yıl dahi geçse Ermeni halkı bu işin peşini bırakmayacaktır.

Ermeni Soykırımı’nın dünyada tanınması için çalışmaları ile tanınan J. Lepsius, A.T.Werner, R.Lemkin gibi önemli şahsiyetler gibi Henry Margenthau da özel çabaları, emek ve gayreti ile Ermeni dostu olarak tarihte geçmiştir. Döneme ait tüm belge bilgi ve yazışmalar bugün konsolosluk arşivlerinde muhafaza edilirken, sıkça başvurulan kaynaklar olmuştur.

Temsilciler Meclisi’nde alınan Ermeni Soykırımı kararından sonra İyi Parti milletvekili ve parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu “biz çocuklarımıza Enver, Cemal ve Talat ismini verme kararımızla buna mukabele ediyoruz. Bu münasebetsizlik devam ederse kız çocuklarımıza da dahil herkese Talat ismini veririz” dedi. Bu tavır soykırımın yeniden ve yeniden üretildiğinin en büyük göstergesidir.

Suç işlenmeye, soykırım zihinlerde sürdürülmeye devam edilmektedir. Bunu başta Türk halkı olmak üzere, hiçbir halk kabul etmemelidir. Hakim sınıflar “eli kanlı Talat” isminin utancıyla yaşamayı isteyebilirler! Ancak Türk halkı mazlum Ermeni halkının acısını yüreğinde hissetmelidir. Hissetmelidir ki bir daha bu acılar yaşanmasın!

6471

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

Sayfalar