Salı Mayıs 21, 2024

Mecbur insanlar vardır... (1)

Yaşar Kemal bir röportajında şu cümleyi kuruyordu; “Mecbur insanlar vardır!” Hikaye şöyle; Osmanlı’nın son dönemlerinde, hikayenin geçtiği yöredeki köylülerin umudu, ağaların da korkulu rüyası olmuş bir eşkıya vardır.

Bu eşkıyaya, bölgeden ayrılması karşılığında para ve hayatının bağışlanması teklifinde bulunulur, fakat o, bölgeye yığılan güçle öldüreceğini anlamasına rağmen, Osmanlı’nın teklifini köylüleri düşünerek reddeder. Ve teklifi neden reddettiğini soranlara “mecburum” diye cevap verir.

Onun mecburiyeti, köylüleri ağaların zulmü altında bir yaşama terk etmeyi, böyle bir ihaneti düşünememesinden kaynaklanıyordu. Yani bir bakıma, bütün halk önderlerinin, Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin durumu ve tavrının özeti gibidir. Örneğin Şeyh Bedrettin de bir mecbur insandır. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü onun eriştiği bilgi seviyesi, Osmanlı’nın ve birçok devletin saraylarında maddi zenginlikler içerisinde bir yaşam kurmasına imkân veriyorken, o, tüm bunları elinin tersiyle iterek, kendi doğruları ve gerçeğine uygun yaşamayı tercih etmiştir. Adalet düşüncesiyle başladığı devlet görevlerinin, ne kadar hakkaniyetli davranırsa davransın, sömürü çarkının dişlilerinden biri olduğu ve bu düzen hüküm sürmeye devam ettiği için adalet uğraşısının bir işe yaramayacağı, aksine sömürünün devam etmesine hizmet edeceği sonucuna varmış ve o da artık bir “mecbur insan” olmuştur.

Çağımızın devrimcileri de “mecbur insan”lardır. Çünkü ezilenlerin baskı ve sefalet koşullarını bizzat yaşayıp, görüp hissetmelerinin yanında, bunun nedenlerinin tam ve doğru bilgisine sahiptirler. Bu açıdan bakıldığında devrimciliğin, genel anlamda ezilenlere karşı duyulan sorumluluk ve bunun için gösterilen fedakârlık şeklinde açıklanması, gerçeğin bir yanını ifade etmesi bakımından doğrudur ama tek yanlıdır. Devrimciler, toplumsal sorunlara yatkınlıklarını sorumluluğa dönüştürerek sahip oldukları ideoloji sayesinde kendilerini insanlaşmasının tek yolu bu olduğu için de devrimcidirler.

Yani sadece “kendi dışındaki insanlar” için değil, en az onun kadar kendileri için de devrimcilik yapmaktadırlar. İnsan olarak var olmanın-kalabilmenin tek yolu budur. Zorunluluğun bilinci, tek tek insani yanlarımızı geliştirdiği kadar, aynı oranda da örnek, güzel, sevilesi kişiler yapmaktadır devrimcileri. Bu noktada zorunluluğun bilinci ile hareket eden kutup yıldızlarımız şehitlerimizdir.

Her birimiz hayatımızın en azından bazı kesitlerinde şehitlerimizin yaşamından etkilenerek kendimizi sorgulamış ve de sorular sormuşuzdur. Onların ölümü kucaklayışları, yoldaşlık ilişkileri, işkence karşısındaki direnişleri, halka yaklaşımları, sorunları kavrama ve çözme yöntemleri, zayıf yanları ile hesaplaşma yöntemleri vb. “acaba ben yapabilir miyim?” sorusunu sormamıza yol açmıştır.

En çok da ölüm-yaşam ilişkisi düşündürür bizi. Bu bir yanıyla doğalken diğer yanıyla da kökeni doğru ve yeterli anlaşılmadığında onların ölüm karşısındaki gücü; gizemli, erişilmesi zor, herkesin sergileyemeyeceği bir örnek olarak kalır.

O zaman şu soru gündeme gelir; “Şehitlerimiz ölümü nasıl oluyor da böyle korkusuz karşılayabiliyor?” Cevap, onların ölümün karşısındaki güçlerini devrimci yaşamlarından aldıklarıdır. Yaşamla ölümün nesnelliğinin bilincini, zorunluluğun bilinciyle pekiştirerek yakaladıkları yaşam, onlara her türlü zorluğun üstünden gelme gücünü vermektedir. Yitirdiklerimizin yaşamlarına baktığımızda birçok zaaf ve yenilgileri olsa da başarı ile ölümü yenebilmelerini sağlayan üç temel özelliğin olduğunu görüyoruz. Bu özellikler değişen oranlarda, az veya çok hepsinde bulunmaktadır. Birincisi emekçilik; ikincisi kolektivizm ve kitlelerle kurdukları güçlü bağ ile yakaladıkları toplumsallık; üçüncüsü tüm bunları ve bunlarla birlikte çok önemli başka özellikleri de kazandıran, doğru temelde inşa etmeye çalıştıkları bilinçleridir.

Bilinç belirleyicidir, evet. Çünkü kendiliğinden haldeki tüm diğer olumluluklarını, edinebildikleri bilinç oranında iradi kılabilmekte, yönlendirebilmekte ve daha üst biçimde gerçekleştirebilmektedirler. Örneğin, emek onlar için artık çok daha önemlidir. Yaşamsal bir amaçtır ve yaşamak için bir araç olma halinden çıkmış, bu yola girilmiştir.
Girildiği ölçüde de “on bin yıl çok uzun/sarıl güne sarıl saate” şiarına uygun hareket ederek herhangi bir sınır, koşul, engel vb. tanımadan tüm hünerini, tüm gücünü kavgaya vermeye başlamışlardır. Yorulur, ama yorulmak bilmezler. Yorgunluktan düşüp bayılacak hale gelmesine rağmen yürümeye devam eden, günlerce uykusuz kalan, saatlerce kazma kürek sallayıp ardından hiç dinlenmeden kilolarca yük taşıyan, aylarca açlıkla savaşan, saatlerce zorluklar içinde takip atlatmaya çalışan, hücrede tıpkı dışardaymış gibi direnen vb. vb.

Örneğin Bülent Ertürk yoldaş...

Çok küçük yaşlardan itibaren çalışmak onun yaşamına girmişti. 12-13 yaşlarında inşaat işlerinde çalışmaya başlamış, yaşamı boyunca değişik işlerde çalışmıştı. Proletarya partisi ile ilişkisinin henüz başında, ardından tutsak düştüğünde, şehit düştüğü ana kadar, gerillada da proleter emekçi tavrı, pratiğinde hep daha gelişerek devam etmiştir. Bir metre karın yağdığı ve henüz barınağın yapılamadığı bir günde odun toplarken dahi gerillaların parmaklarının donduğu, çakmağı zar zor çakabildiği koşullarda hemen işe girişip ateşi yakmak için uğraşması, ardından hiç beklemeden tekrar odun toplamaya gitmesi sadece bir örnektir.

Barış Aslan ve Kemal Tutuş da emekçi yönleri ile öne çıkan yoldaşlarımızdandır. Barış yoldaş, gerilla birliğinin kışın dışarıda kaldığı bir süreçte, gece-gündüz düşman takibinin devam ettiği, birliğin bu yüzden konaklama yerine vardığında bitkin düştüğü bir zamanda, ayakta kalmasını bilmiş ve hemen ateş yakmak için işe koyulmuştur. Kemal yoldaş da, kışın karda ya da buz gibi sularda bata çıka ilerler ama moralini hiç bozmazdı.

Bu yoldaşların ağızlarından bir kez bile, yaptıkları işin fiziksel zorluğundan yakınmaya ait bir söz duyulmamış, herhangi bir eringenliklerine tanık olunmamış ve yaptıklarını anlattıkları-övgü bekledikleri görülmemiştir. Ya da Murat Deniz yoldaş... O daha da zorlu dönemler yaşamış, yoldaşları tarafından zorunlu olarak tutuklanmış, sınırlanmış bir şekilde uzun zaman kalmış olsa da, duyarlılık ve hassasiyeti bir an olsun bırakmamış, kolektifin verdiği görevleri almaktan geri durmamıştır.
(Devam edecek)

2344

Pusula

Pusula

Son Haberler

Pusula

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Sayfalar