Cumartesi Mayıs 18, 2024

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı. Başta da sosyal hakların kısıtlanmasının devam edilmesi ve pekiştirilmesi, durgunluk içindeki emperyalist ekonominin daha derin krizlere girmesinden kurtarılması planları vardı. Almanya’da son 20 yıl içinde sosyal hakların en fazla budandığı dönem, hiç kuşkusuz Schröder yönetimindeki SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti zamanında olmuştur. İşçi ve emekçilerin sosyal haklarına yönelik çok yönlü saldırıyı, bir önceki 16 yıllık Kohl başkanlığındaki hükümet göze alamamıştı. Ünlü "Agenda 2010” işçi ve emekçilerin sosyal haklarını budama, tekelci burjuvaziye daha fazla kaynak ayırma ve sendikaların olası "aşırılıklarını” önleme programının yürürlüğe konması tekelci burjuvazinin istediği bir ve sıkı bir şekilde uyguladığı programdı. Halk arasında "Hartz IV” diye bilinen program, halkın yaşam seviyesini düşürmüş ve işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüyü artırmıştır. Merkel başkanlığında kurulan CDU/CSU-SPD hükümeti vasıtasıyla da, sermayenin, "2010 agenda” programının pürüzsüz uygulanmasını ve içine girdiği krizin hafif atlatılması amaçlanmıştı. Ancak, Alman emperyalist burjuvazisi de krizden nasibini ciddi şekilde almaktan kendini kurtaramadı. Alman tekelci sermayesinin iki büyük partisinin daha uzun bir süre birlikte hükümette kalması, gelecek açısından tehlikeliydi. İkisinin birden hükümette yıpranmasının önüne geçmek gerekiyordu. Ya da biri hükümetteyken, biri "muhalefet” yaparak, işçi ve emekçileri oyalanması gerekiyordu. Seçimlerden büyük bir yenilgiyle çıkan SPD’ye "muhalefet” görevi verildi. SPD, 11 yıldır hükümette yer almıştı ve hükümet olduğu günden itibaren işçi ve emekçilerin sosyal haklarına yönelik saldırılarda sınır tanımadı. Son seçim yenilgisi (1998’de % 41, 2009 genel seçiminde ise %23) bu saldırıların karşılığı oldu. Adı "sosyal-demokrat” olan bu partinin 1970’lerde izlediği politikasını çoktan terk etti, etmek zorunda kaldılar. O dönem, dünya konjöktüründe durum daha farklı olduğu için, bu tür partiler "sosyal haklardan daha fazla yana” bir taktik izliyor ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Çünkü sosyalist ülkelerin yanı sıra işçi ve emekçilerin mücadeleleri, burjuvaziye geri adımlar attırabilecek boyutlardaydı. Alman tekelci burjuvazisi Schröder-Fischer ikilisiyle içte ve dışta saldırgan bir politika izledi. İçte işçi ve emekçilerin sosyal haklarının budanmasına yönelik olurken, dışta ise egemenlik alanlarının genişletilmesi ve bunların garantiye alınmasına yönelik ekonomik önlemlerin yanında askeri olarak da adımlar atıldı. Bir çok ülkeye asker gönderildi. Başta da Doğu Avrupa’nın Alman burjuvazisinin kıskacı içine alınması konusunda ciddi gelişmeler sağlandı ve Yugoslavya, Alman burjuvazisinin istediği gibi parçalandı, küçük devletciklere ayrıldı ve daha fazla parçalanmaya karşı çıkan Sırpistan yönetimi ise günlerce NATO savaş uçaklarınca bombardıman altında tutularak cezalandırıldı. Üstelik savaş suçluları kendileri olmasına karşın, Sırpistan yönetiminin başı Milosoviç "savaş suçlusu” ilan edilerek yakalanıp Lahey’de göstermelik yargılandı ve peşinden ise hapishanede "hastalıktan” öldü. Ya da öldürüldü. Konumuza dönersek, tekelci burjuvazi, Merkel-Westerwelle ikilisiyle yeni sürece hazırlanıyor. Bu süreç, bir önceki süreçten farklı olmayıp, işçi ve emekçiler için koşullar daha da ağırlaşacaktır. Seçim nedenleriyle işçi sınıfına ödettirilecek faturalar kısmen ertelendi. Seçim bitti ve sermaye ekonomik olarak yeni saldırılara hazırlanıyor. Bu saldırılar elbette, salt ekonomi ile sınırlı kalmayacak ister istemez siyasal saldırıları da beraberinde getirecektir. İkisini birbirinden ayırmak doğru da değil. Biri diğerini her zaman tetikler. Biri olmazsa diğeri olamaz. Bu nedenle de yeni hükümet kurulur kurulmaz, yeni "spar paketler” devreye peşi sıra girecektir. Tek bir "spar paket”lerde yetmeyecek, biri bitince diğeri gündemdeki yerini alacaktır. Elbette bu tasarruf (spar) paketleri, işçi ve emekçilerin lehine değil aleyhine, sermayenin ise lehine olacaktır. 80 milyar (€) Avro’ya yaklaşan bütçe açığı ve ayrıca 800 milyar €’luk "krizi önleme” paketi adı altında sermaye sınıfına aktarılan işçi ve emekçilerin kazanımlarının faturası ağır bir şekilde işçi ve emekçilerden çıkarılacaktır. FDP’nin "Hartz IV yardımının %30 düşürülmesini” istemesi, tekelci burjuvazinin isteğinin bu parti vasıtasıyla dile getirilmesidir. CDU bu talebi direk olarak dillendirmemesinin nedeni ise, kitler nezdinde daha fazla oy kaybına uğramaması içindi. Seçimler nedeniyle ertelenen işten çıkarmalar daha da artacaktır. Bugün resmi (iş ajendası) rakamlarla açıkalanan 3,5 milyon işsize önümüzdeki yıl içinde bir milyonu aşkın işsiz daha katılacağı hesaplanmaktadır. Yeni hükümetin göçmenlere yönelik saldırısı da devam edecektir. "entegrasyon” adı altında, göçmenlere ve yabancılara yönelik ekonomik ve siyasal baskılar hiç kuşkusuz artarak devam edecektir. Göçmenler, alman halkının gözünde kriminalize edilerek dıştalanmaya çalışılmasının yanı sıra, yabancı düşmanlığın daha fazla gelişmesinin siyasal-sosyal zeminlerini hazırlayacaklardır. Alman tekelci burjuvazisi, bir yandan göçmenlere ciddi bir gereksinim duyarken, öbür yandan ise daha kötü işlerde ve daha ucuza çalıştırılması için zaptı-rapt altına alınması politikasının izlenmesine devam edeceklerdir. Sendikaların durumu ise ortadadır. Varolan sendikalar deyim yerindeyse tekelci burjuvazinin hizmetindedir. Arada bir "aykırı” çıkışlar yapmaları eşyanın tabiatı gereğidir. Bazı "aykırı çıkışlar”da yapmasalar işçi sınıfının içinde bütünüyle teşhir olacaklarını biliyorlar. Varlıkları ile yoklukları arasında pek bir fark olmadığı ya da işçiler böyle gördüğü için, DGB’nin üye sayısı 12 milyondan 6 milyona düşmüştür. DGB, 60. yılını kutlama törenlerine sermaye ve sermaye sözcülerini davet edip onları en baş köşelere otuttururken, işçileri ve işçi temsilcilerini ise çağırmaya gerek görmemiştir. Burjuvazi, DGB gibi sarı sendikaların işçi sınıfını oyalaması ve pasif kılması sayesinde krizi daha derin yaşayamadı. Yani, işçi sınıfının burjuvaziye karşı tepkisini, "işimizi hepten kaybederiz” yollu taktik ve çeşitli manipüle argümanlarıyla pasifize etmesini başardılar. Kohler ve Merkel’in DGB’ye övgüler dizmeleri boşuna değildi. Tekelci burjuvazi krizden çıkmadı, krizin ağır ekonomik ve sosyal faturasını ezilenelere yükleyeceklerdir. Başta da bunu, çok yönlü olarak göçmenler yaşayacaktır. Bu nedenle de, göçmenlerin daha örgütlü hareket etmesi ve Alman işçi ve emekçileriyle birlikte mücadele etmeleri, kendi sorunlarını onlara taşımaları ve onlarında sorunlarına sahip çıkarak, sorunları ve mücadeleyi birleştirmeleri gerekiyor. Çözüm, milliyet temelinde örgütlenmeden ya da kendi "ulusal çitlerin” arkasına gizlenerek, burjuvazinin istediği gibi hareket edip yanlızlaşmaktan geçmiyor. Tersine, Alman işçi ve emekçileriyle daha sıkı ortak örgütlenme ve ortak mücadele etmek en doğru mücadele yolu olacaktır. Yusuf Köse 29 Ekim 2009 yusufkoese@hotmail.com

105258

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Sayfalar