Mirabal kardeşler üç kelebektiler
ONBİNLERCE KELEBEKTE ÖLÜMSÜZLEŞTİLER…
En güzel şiirler, en güzel şarkılar, en güzel romanlar; sevgi sözcükleri olmadan yazılmaz.
İster savaşa ait olsun bunlar, isterse en karanlık çağlara; içerisinde mutlaka, kadın-erkek cinsleri arasındaki sevgi yerini alır.
Cinsler arasındaki sevgi; doğanın, onun bir parçası olan insanlığın tüketilmesi imkansız yaşam kaynağıdır.
Ve bu yüzden cinsler arasındaki iktidarı, 21.yüzyılda dahi koruma ısrarı; bütün iktidarların omurgasının sağlam kalmasının garantisidir.
1960’ın Latin Amerika’sında Dominik Cumhuriyeti, “üç kadın ve bir şöfor, kazada öldüler” haberleriyle çalkalanır. Patria Mercedes(24), Minerva Argentina(34) ve Maria Teresa(36): Mirabal Kardeşler.
Trujillo Diktatörlüğü’ne karşı Clandestina Hareketi tarafından yükseltilen mücadele içerisinde “Kelebek”tir, Minerva’nın adı. Ve “Kelebek” olarak sembolleşen bu üç genç kadın; hapishanedeki eşlerini görüşe giderken katledilirler.
Nasıl katledilir kadınlar? Önce tecavüz edilerek!!!! Nasıl katledilir kadınlar?
Ekin Wan gibi, ölü bedeni çırılçıplak sokağa atılarak. Nasıl işkence yapılır kadınlara?
Gözaltında tecavüz edilerek. Nasıl direnebilir kadınlar? Hapishanelerde dahi; “bedenimiz namusumuz değildir” diyerek, çıplak aramaya karşı iç çamaşırlarıyla haykırmak zorunda kalarak.
Nasıl pazarlanır kadınlar?
Fuhuş sektörüne dur denilmeyerek. Başka nasıl kar edilir kadınlardan? Makyaj-estetik-giysi sektörü çılgınca geliştirilerek. Nasıl kadın kadına düşman edilir? Cinsel ‘özgürlük’ sadece erkeğe bahşedilip, kadın-kadına rakip edilerek.
Nasıl tutsak edilir kadınlar? Annelik kutsallaştırılarak. Nasıl afyon gibi uyuşturulur insanlık bunlarla?
Din politikanın bel kemiği olarak örülerek.
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü”; der Minerva Argentina Mirabal.
Ancak; onlar katledildikten 45 yıl sonra haklarında “Kelebeklerin Zamanı” adlı bir roman yazılabilir.
Ancak onlar katledildikten tam 21 yıl sonra, 1981’de Kolombiya’da toplanan birinci Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kurultayı’nda katledildikleri gün, 25 Kasım; “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kararlaştırılabilir.
25 Kasım, katledilişlerinden neredeyse 40 yıl sonra; 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kararlaştırılabilir.
Tıpkı 8 Martlarımız’ın, 1 Mayıslarımız’ın “evrenselleştirilmesi” gibi! Ve şimdi Onlar’ın, Mirabal Kardeşler’in fotoğrafları; Dominik Cumhuriyeti paralarının üzerinde basılı. Adlarına ithaf edilmiş müze; “kakaonun kaynağını merak ediyor musunuz, iyi çikolata nereden gelir?” reklamlarıyla internet sitelerinde! İsimleri; “Kadına Yönelik Şiddete Hayır Etkinlikleri” broşürlerinde ya en altta yer almakta, ya da hiç yazılmamakta.
Olsun! Biz biliyoruz ki, Avrupa topraklarında bile her üç dakikada bir kadın ev içi şiddete uğramakta.
Biz biliyoruz ki, savaştan kaçıp gelen kadınların %85’i yolculukları sırasında tecavüze uğramakta.
Biz biliyoruz ki, özgürlük mücadelesi veren her kadın ‘cins olarak aşağılanma’ şiddetine maruz bırakılmakta.
Olsun! Biz 25 Kasım’da; 3 kelebeğin ne için uçtuklarını, neden katledildiklerini unutmadan yürüyeceğiz.
Biz yine o 3 kelebek gibi onbinlerce kelebeğin cinslerine yönelik saldırılarla engellenişlerini unutmadan yürüyeceğiz.
25 Kasım’da biz; zindanıyla-sokağıyla, köyüyle-kentiyle uçan tüm kelebeklerle beraber olacağız.
Bütün iktidarların omurgasına; cinsin cinse karşı iktidarına, şiddetine hayır diyeceğiz! Ve ısrarla; bütün kelebeklere olan sevgimizle beslenmeye devam edeceğiz!
Ganime Gûlmez
Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.
“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)
Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!
Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!
Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!
Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?
On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?
“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)
Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.
Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine
- Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.
‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.
Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür
Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.
KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.
Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de halka karşı işlenmiş ağır suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?
Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek istemiyorum.
Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?
Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair
MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye.
Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.
Avrupa da İbrahim olmak!
18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.
50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını irdelemek bu yazının amacı.
“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi
Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.