Salı Mayıs 7, 2024

Nereye ve Nasıl?

“Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.”1

Ağustos ayı içinde bir yazımda söylemiştim bunları. Bu bağlamda, uzun süredir dünyanın gündemi aynı. “Dünya ve Türkiye nereye gidiyor?” sorusu, bunun içinde. Emperyalist-kapitalist dünyanın genel yöenlimi bu. Günlük olarak değişen ise, bu genel yönelime bağlı olarak taktiksel gelişmelerdir.

ABD’de Trump’un kazandırılması, AB ülkelerinde yükselen ırkçılık, Ortadoğu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik dalaşları, ABD’nin gerilemesi ve diğer emperyalist blok ve ülkelerin (pazarlardan pay alma ve egemenliklerini genişletme amaçlı önlenemez) istekleri, önümüzdeki son on yılın oldukça karanlık geçeceğini ve cidi bir altüst oluşların yaşanacağınında habercisi olarak önümüzde duruyor.

Kapitalist sistemin, toplumsal çelişmleri her geçen gün artırma ve keskinleştirme özellliği, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasıyla dorudan bağlantılıdır. Bir taraf (burjuvazi), toplumu bütünüyle sırtında taşıyan çalışanların kazançlarını kendi özel mülkiyetlerine geçirmeleriyle, toplumsal kaosun temelini de atmış oldular.

Sermaye, gittği yere, sadece kültürünü, meta ve sermaye ihracını götürmüyor, bütün eşitsizliğini ve toplumsal çürümüşlüğünü de beraberinde taşıyor.

„Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır“ken, içindeki tüm çelişmeleri de artan ölçüde gitikleri yerlere taşıyor ve buralardaki toplumsal-sınıfsal çelişmeleri daha da derinleştirici bir rol oynuyor. Sermayenin küreselleşmesi, sermayenin egemenlik eğilimine bağlı olarak gelişen terörün küreselleşmesini koşulluyor.

Yugoslavya’nın parçalanması, Kafkaslar ve Ukrayna olaylarının yanı sıra; Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen, Filistin, Kürdistan ve daha burada sayamadığımız dünyanın çoğu yerlerinde, sermayenin ağır sömürüsü, egemenliği, aynı zamanda çatışmaları, savaşları da beraberinde taşıdı. Hatta bazı yerlere sermayeden önce emperyalist terör ihraç edildi.

Yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerde, emperyalist menşeli bombalar patlarken, emperyalist metropollerde bunun yansımasının olmayacağını düşünmek aptallara mahsustur. Emperyalist burjuvazi, kitleleri, „terör dışarıdan geliyor“ diye yanıltmaya çalışıyor. Oysa, terörün kaynağı kendileridir. Kabil, Bağdat, Kahire, Şam, Trablus, Bingazi, Nijerya, Diyarbakır vb. Yerlerde patlatılan bombaların, Paris, Brüksel, Berlin, Madrid, Moskova, Pekin, İstanbul, New York gibi diğer emperyalist ve kapitalist metropollerde patlamaması için hiç bir neden yoktur. Kaosu yaratanlar, aynı kaosun kendi kucaklarına düşmesini önleyemezler. Kabil, Bağdat, Şam ve Halep'de pazar yerlerinde üzerlerine atılan bombalarla katledilenlerin sorumlularıyla, Antep’de bir Kürt düğün evinde katledilenlerle, Paris'te bir eğlence yerinde katledilenlerle, Berlin’in göbeğindeki bir neol panayırında en masumane günlük sevincini yaşayanların katledilmesinin sorumluları aynıdır.

Ancak, dünyayı bir silah deposu haline getiren emperyalist burjuvazi, terörü başka yerlerde aramaya çalışması ya göstermesi burjuva riyakarllığıdır. Dünya servetinin yüzde 90’nın, sadece yüzde 8’nin elinde olması, terörün asıl nedeni olduğu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor.

Sermaye birikimi ve egemenliği için, ulusal, dinsel ve mezhepsel ve hatta aşiretsel farklılıkları körükleyerek halklar arasında düşmanlıklar yaratanların, bu düşmanlığın ateşinden kendilerinide kurataramazlar. Ve kurtaramıyorlar. Sosyalizmin gelmesinin önüne geçmeye çalışan burjuvazi, daha karanlık bir gericiliğin içinde debeleniyor.

Günümüz emperyalist burjuvazisi, kamuoyuna terör örgütleri olarak; El Kaide, İŞİD, Boko Haram, Neo Nazi vb. gibi faşist, dinci, ırkçı örgütleri gösteriyorlar. Bunların terör örgütleri oldukları ne kadar gerçek ise, bunları yaratan ve besleyen devletlerin ise bunlardan daha tehlikeli ve organize terör örgütleri oldukları gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

Başta emperyalist ülkeler olmak üzere, bütün kapitalist ülkelerin ezici çoğunluğu artık gelinen aşamada halklar üzerinde, bütün çıplaklığıyla birer terör örgütü durumuna dönüşmüşlerdir. Bu terör yuvaları burjuva devletleri, işçi sınıfı ve ezilen halklar tarafından yıkılmadıkça, kitleleri katleden, yıldıran ve korkutan teröründe ortadan kalkmasının olasılığı söz konusu değildir.

Burjuvazi, toplumu uçurumadan aşağıya atmaya başladı.

Irak, Libya, Suriye ve daha bir çok ülke nasıl emperyalist sermayenin anarşi metaforundan kaçamadıysa, bu metaforun içine balıklama dalan Türk burjuvazisi de, Türkiye’yi adını saydığımız ülkelerin akibetine uğramaktan kurtaramayacaktır. Ve iktidarı elinde bulunduran AKP sermayesi ve bileşenlerinin belli bir süre daha ayakta kalma şansları olarak savaşı (iç savaş da dahil) görüyorlar ve gerçekten de başka da şansları kalmadı. Ve emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu bunalım da bunu koşulluyor. Bu nedenle, Ankara’nın göbeğinde bir Rus Büyük elçisinin öldürülmesi, kendisi bir terör devleti olan Türk devletinin karekteristik yapısının bir sonucudur. Nasıl ki, Kürdistan illerinin yakılıp yıklıması, devletin burjuva niteliğinin karakterisitik yapısından ayrı ele alınamayacağı gibi…

Türk egemen sınıfları, Kürt ulusal sorununu demokratik bir şekilde çözemeye yanaşmadığı için, ülkeyi gerici bir iç savaşın eşiğine getirmiştir. Çok önemli gelişmeler olmadıkça, (ki, yakın bir süreçte bu olasılık oldukça cılız) Türkiye, egemen sınıfların yönlendirmesi altında gerici bir iç savaş, derinleşme ve yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır. Milliyetçilik ve dincilikle örgütlü sürüler haline getirilmiş kitleler, Kürtlere ve onların müttefiklerine, demokratlara, devrimcilere, komünistlere ve alevilere saldıracaklardır. Bu devlet terörünün bir parçası olan CHP’de bundan nasibini ciddi şekilde alacaktır. Burjuvazinin gerici iç savaşı, her ne kadar Kürtlere karşı gibi gözükse de , esas olan, ülkenin demokratik kamuoyuna ve bilincine yöneliktir.

Faşist islamcı hükümet, silahlandırdığı, örgütlediği ve gericileştirdiği kitleleri demokratik kamuoyuna ve muhaliflerine karşı birt tehdit unsuru olarak kullanmaya başlamıştır. Bunu en net bir şekilde 15 Temmuz (darbe girişimi) olaylarında ortaya koymuştur.

Egemen sınıfların ülkeyi gerici bir iç savaşın içine sokmasının önlemenin yolu; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü bir şekilde buna karşı çıkmasıyla olasıdır. Ne yazık ki, sınıfın en örgütsüz ve nitelik olarak en zayıf olduğu bir süreçtir. İşçi sınıfı siyasi islamcı-faşist hükümetin etkisizleştirme ve örgütsüzleştirmesine maruz kalmıştır. Bu örgütsüzlük ve etkinsizlik, 2013 GEZİ ayaklanmasıyla yıkılmaya çalışılsada, süreç içinde başarılamamıştır.

Kitleler üzerindeki devletin faşist terörü ve ideolojik saldırısı, kitlelerin önemli bir kısmını yılgınlığa ve sessizliğe iterken, küçümsenmeyecek önemli bir bölmünü ise siyasi islamcı faşist hükümetin doğrudan etkisi altına alarak gerici-faşist örgütlemenin içine sokmuştur.

Komünist ve devrimcilerin başarması gereken, yılgınlık içindeki en yakın kitlelerin kazanılması, faşist odakların örgütlmesi ve etkisi altındaki kitlelerin önemli bölümünün ise en azından tarafsızlaştırılması, iç savaş atmosferinden ve içinden çıkmanın bir gereğidir.

Kürt Ulusal Hareketin haklı ve meşru mücadelesi iç savaşın nedeni değil bir sonucudur. Bazı kesimler, burjuvazinin yoğun ideolojik ve siyasal propagandasının etkisiyle, „ülkeyi kaosa sürüklüyor“ gibi şovenist yaklaşımlar sergilemesine karşın, gerçekte olan ise, faşist Türk devletinin bölgedeki gelişmlere (özellikle Suriye) bağlı olarak ülkeyi bir iç savaş ortamına bilerek sokmasıdır. Bu, niyetten öte, burjuvazinin egemenlik alanlarını genişletme, sermayesini büyütme isteğinin ve emperyalizme bağlı olmanın bir sonucudur.

Türk egemen sınıfların kaos ve anarşi oratamı içine soktukları Türkiye‘deki gelişmeler, emperyalistler arası paylaşım ve egemenlik savaşlarından ayrı ele alınamaz ve ona bağlı olarak gelişmekte ve derinleşmektedir.

Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler, kapitalizmin umutsuz bir vakası olarak ele alınmalıdır. Sorunun nihayi çözümü çok nettir: Kapitalist sistemden kurtulmak için işçi sınıfının sınıf bilinçli örgütlülüğü ve mücadelesinin öne çıkması olmazsa olmazdır.

Faşizmi yıkmak, emperyalist saldrı dalgalarını ve yayılmacılığının önüne geçmek. Daha geniş birliktelikleri koşullar. Bu da ancak mücadele içinde oluşur. Bunun için, örgütlenmek, militan, sabırlı ve uzun vadeli bir çalışma yapmak gerekiyor. İşçi sınıfının çelikten örgütleri, böylesi mücadele içinde sağlamlaşıp gelişebilir. Bu iş, öncelikle kendine komünist diyenlere düşüyor. Çünkü, komünistler dışında kapitalizme karşı sosyalist alternatif yaratacak siyasal yapı ve anlayış yoktur.

46510

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar