Pazartesi Mayıs 20, 2024

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

24 Nisan 1972’de proletarya partisini kuran kadrolar, başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere öğrenci gençliğin anti-emperyalist eylemlilikleri içerisinde yer aldılar. ABD emperyalizminin 6. Filosuna karşı eylemliliklerde, köylülüğün toprak işgallerinde, işçi sınıfının grev-direniş ve işgallerinde, özellikle de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi içerisinde yetişen, yetkinleşen bu kadrolar, komünist partisini kurdular.

Proletarya partisinin kurucusu İbrahim Kaypakkaya, resmi ideoloji ile hesaplaşma içerisine girmiş, Kemalist ideolojiyi, Kürt ulusal sorununu, Ermeniler başta olmak üzere azınlık ulusların durumunu vb. incelemiş ve proleter hareketin tüm bu sorunlara getirdiği çözüm önerilerini ortaya koymuştur.

Dönemin koşulları içerisinde kurucu kadrolar, Türkiye devriminin sorunlarına çözümler ürettiler ve devrimin yoluna dair tezler ileriye sürdüler.

Egemen ulus anlayışından ve resmi ideolojiden kökten bir kopuş yaşandı. Kopuş sadece teorik düzlemde olmadı. Pratikte de yaşandı.

51 yıl önce ortaya konan bu tezler, bugün birçok kesim tarafından kabul görmekte, savunulmaktadır.

Proletarya partisinin 51. yılını kutladığı koşullarda TC devleti de kuruluşunun 100. yılını kutlamaktadır. Bugün de Cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken Proletarya partisinin görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor. Proletarya partisinin kurucu ve kuramcıları, TC devletinin kuruluş ideolojisiyle hesaplaşmakla “işe” başlamışlardır.

Çünkü burjuva ideolojisi olan Kemalizm’le hesaplaşmadan sistemden köklü bir kopuş sağlamak mümkün değildir.

Kemalist ideolojinin TC devletinin kuruluş yıllarından başlayarak sol üzerinde yarattığı baskı ve hegemonya, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde başlatılan ideolojik mücadele sonucu bertaraf edilebilmiştir.

TC devletinin yüz yıllık tarihi boyunca reformist ve parlamenterist güçler, demokrasi ve özgürlük adına CHP’den medet ummuşlardır. Son 21 yıldır da AKP hükümetinin en az 10 yıllık idaresine umutla bakmışlardır. Nihayet AKP’nin İslamcı faşist yüzü kitleler nezdinde açığa çıkmaya başladığı koşullarda, bu kez de “umut” olarak tekrar CHP sunulmaktadır.

Seçimler yaklaştıkça “Millet İttifakı” denilen ve burjuvazinin muhalif kliğini oluşturan hakim sınıf temsilcilerinin hükümet olması durumunda “baharın geleceği” olacak beklentisi içerisindedir bu çevreler.

Burjuva ideolojisinden beslenen bu reformist ve parlamentaristlerin yanlışları esas olarak Kemalizm konusundaki görüşleridir. Kemalizm ideolojisiyle bir türlü hesaplaşamamaları Kemalistlerin ardında hizalanmalarına yol açmaktadır. Bir kez daha üstüne basarak belirtelim ki, Türkiye koşullarında kurucu devlet ideolojisi olan Kemalizm’le hesaplaşmadan sistemle bağları koparmak mümkün değildir.

Özellikle siyasal İslamcı anlayışlara -bugün açısından AKP iktidarına- karşı alternatif olarak Kemalizm bir seçenek olarak sunulmaktadır. Bu aldatıcı, anti-MLM anlayışlara karşı ideolojik mücadeleyi sürdürme görevi proletarya partisinin omuzlarındadır. Proletarya partisi, Türkiye ve T.Kürdistanı’nda Kemalizm’e karşı da

mücadele yürütmek zorundadır. Çünkü yaşadığımız coğrafyada siyasal İslam ezilen halkların birleşik mücadelesi için bir engel ve dağıtıcı bir rol oynamaktadır. Ama ülkemiz açısından bu gericiliğin alternatifi Kemalizm değildir.

Kemalizm; tekçidir, Türkçüdür. Kürt ulusunu, azınlık milliyetleri yok saymanın, yok etmenin ideolojisidir.

24 Nisan güneşi “kader planı”na karşı mücadele sıcaklığıdır!

Proletarya partisinin kuruluşunun 51. yılını kutlandığı bu süreçte Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda geniş kitleler yaygın bir işsizlik, yoksulluk dahası açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. En son yapılan araştırmalara göre enflasyon üç haneli rakamlara tırmanmıştır. Enflasyon TÜİK’e göre % 55, ENAG’a göre ise % 126’dır. Türk-İş’in araştırmasına göre Mart ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 9 bin 590, yoksulluk sınırı ise 31 bin 241 lira olmuştur.

Son bir yılda gıda artış oranı % 94.62 olarak gerçekleşmiştir. Yoksul halk çöplerden yiyecek toplamaya mahkum edilmiş durumdadır. Bu durum, AKP-MHP faşist iktidarı döneminin “başarısı” olmakla birlikte, halkın cumhuriyetin yüzyıllık tarihi boyunca sürekli ekonomik krizlerle, yoksullukla ve hatta açlıkla sınandığı da bir gerçektir.

AKP-MHP faşist iktidarı halk kitlelerine yaşattığı yoksulluğu ve açlığı gizlemek için şovenizmi körüklemekte, bununla da yetinmeyerek Kürt halkının ulusal demokratik taleplerine yönelik inkar, gözaltı, tutuklama ve katliamlar, sınır ötesi ve ülke içerisinde devam etmektedir.

Rojava’ya, Irak Kürdistanı’na yönelik işgal saldırısı sürmektedir. Irak Kürdistanı’nda Zap, Avaşin ve Haftanin’de gerillaya karşı kimyasal kullanılmaktadır.

Ülke adeta bir hapishaneye dönüştürülmüş, tutsaklara işkence günlük bir uygulama haline gelmiş durumdadır. Kadın ve LGBTİ+lara yönelik saldırılar, cinayetler devam etmektedir. Doğaya yönelik yağma alabildiğine artmış durumdadır.

Başta Alevi inancı olmak üzere ezilen inançlara yönelik baskılar sürmektedir. İşçi sınıfı, kendisine dayatılan güvencesiz, sendikasız çalışma koşullarına ve iş cinayetlerine karşı, çoban ateşi gibi küçük küçük ve bölgesel de olsa işgal, grev ve direniş içerisindedir.

Tüm bu gerçeklere rağmen muhalif burjuva kliklerinin sözcüleri sokağı değil, sandığı önermekte ve “az kaldı gidecekler” propagandası yaparak halka yalan söylemekteler. “Tayyip’in gitmesiyle nefes alınacağı”, “yeni baharlar” geleceği büyük bir yalandır. Yüz yıllık TC devletinin tarihi işçi sınıfının, emekçilerin nefes alma yerine sınırsız sömürü, baskı ve açlığın pençesi altında geçmiştir. Hal böyleyken “arabanın şoförünün” değişmesiyle sorun çözülmeyecek, gelen gideni aratacaktır.

Çünkü TC devletinin kendisi Türk hakim sınıflarının işçi ve emekçi halk üzerinde bir baskı ve sömürü aygıtından başka bir şey değildir.

Bu gerçeği 6 Şubat tarihli Maraş merkezli depremler sonrasında bir kez daha gördük. Devlet, depremzedelere yardım etmek yerine camilerden sela okutmaktan ve yardıma gidenleri engellemekten başka bir şey yapmamıştır. On binlerce insan göz göre göre bilinçli ve planlı bir şekilde katledilmiştir.

Depremler, TC devletinin sınıfsal fıtratını net olarak ortaya koymuştur.

Tüm bu yaşadıklarımız, coğrafyamız işçi sınıfı ve emekçi halkı için bir “kader planı” değildir. Halkın kendisine dayatılan bu yaşam koşullarına karşı örgütlenmesi ve mücadele etmesi gerçek çözümün anahtarıdır.

Deprem sürecinde bir kez daha gördük ki, halk kendi yaralarını kendisi, devrimci demokratlarla, gönüllülerle sarmaktadır. Devletin elini uzatmadığı koşullarda insanlar yanıbaşında komşusunu, dayanışma için  gelenleri, devrimcileri ve yurtseverleri görmüştür.

Türkiye ve Türkiye Kürdistanı halkı kendisine yaşatılan bu katliamlara, sömürü ve baskıya karşı mücadele iradesine sahiptir. 24 Nisan güneşi, 50 yılı aşkın bir süredir halkın kurtuluşu için mücadele ediyor ve halka dayatılan “kader planı”na karşı güneşin sıcaklığını taşıyor.

51 yıllık mücadele tarihi, bu mücadelede büyük bedellerin verildiği bir savaş ve mücadele tarihidir. 24 Nisan’da yükselen güneşin tarihi, bir savaş ve mücadele tarihidir.

1562

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Sayfalar