Perşembe Mayıs 9, 2024

Onlarla buradayiz;Onlarla dünyayi degistirecegiz!(*)

 

“Ölümseyerek bakıyor dünya,biz gülümseyelim.”[2]

Gerçeği haykırıp, çoğaltarak maddi güce dönüştürmek için buradayken; hepimizi yanyana getiren ilk şey acıdır.

Acılıyız! Kolay mı? Kardeşlerimizi katlettiler… Ali İsmail Korkmaz’ı, Ahmet Atakan’ı, Abdullah Cömert’i, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Ethem Sarısülük’ü, Medeni Yıldırım’ı, Hasan Ferit Gedik’i bizden koparıp aldılar…

Gözümüzü çıkardılar; yaraladılar; zehirlediler halkı; Elvan Berkin ise hâlâ derin uykularda…

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Gezi Parkı olaylarına ilişkin 13 Haziran 2013 tarihli raporuna göre, 63’ü ağır, 5 bine yakın kişi yaralandı, 12 kişi gözünü kaybetti, 35 kişi ise kafatası kırığı ve beyin travması sonucu hastanelerde yoğun bakıma alındı.

21 Haziran 2013 tarihinde Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı bilançoya göre: “Maliyeti 100 trilyonu aştı.”

İstanbul’da 1 ölüm, 21’i ağır 4 bin 477 yaralı var, 4 kişinin hayati tehlikesi sürüyor, 1’i henüz 14 yaşında çocuk, 6 kişinin kafatası kırıldı, 6 kişi gözünü kaybetti, 35 kişinin kol veya bacağı kırıldı, 40 kişide TOMA suyundan yanıklar var, biber gazından 15 astım krizi yaşandı.

Ankara’da 1 ölüm, 1.350 yaralı var, 21’i ağır durumda, 4 kişi gözünü kaybetti, 7 kişinin kafatası kırıldı, 1 kişi kalp krizinden öldü, maruz kaldığı yoğun gaz yüzünden olup olmadığı inceleniyor.

İzmir’de 2’si ağır 800 yaralı var.

Adana’da 1 ölüm, 6’sı ağır 162 yaralı var, 10 yaşındaki çocuğun kalçası kırıldı.

Antakya’da 1 ölüm, 3’ü ağır 161 yaralı var, gaz bombası fişeğiyle yakın mesafeden vurulan 1 kişinin dalağı gitti.

Eskişehir’de 1 ölüm, 300 yaralı var, 3 kişinin kafatası kırığından hayati tehlikesi sürüyor, el-kol kırığı 20’nin üstünde.

Muğla’da 1’i ağır 50 yaralı var.

Mersin’de 1’i ağır 17 yaralı var.

Balıkesir’de 155 yaralı, Bursa’da 2 yaralı, Kocaeli’nde 10 yaralı, Antalya’da 1’i ağır 150 yaralı var, 1 kişi gözünü kaybetti, Rize’de 8 yaralı var.[3]

Sadece bu kadar mı? Dahası var ‘Hayvan Hakları Federasyonu’ (HAYTAP) Temsilcisi Timur Ugan da, “Taksim Gezi direnişi sırasında biber gazı, Avrupa’daki tüm stoklardan fazla miktarda zalimce kullanıldı, sayısız hayvanın ölümüne, hastalanmasına, sakat kalmasına yol açtı. Hayvan hakları savunucularının müdahalesiyle kurtarılabilenlerin durumu ise içler acısı,” diye ekliyordu…

Evet acılıyız ve acımızı güce dönüştürmekten başka seçeneğimizin olmadığını da biliyoruz… 

Biliyoruz: Zulüm yeni acılara gebedir.

İnsanın içini kaplayan, kanatan acı, egemenlerin biz(ler)e dayattığı “hayat” dedikleri zulmün bir parçasıdır.

Can(lar)ın yanması, yıkılmasıdır; hayatı(ımızı)n ızdırap hâline dönüşmesidir acı...

Doğrudur; evet acı var; bu gerçek.

Ama acı çekme, yaşamı(mızı)n önkoşulu değil. 

Acı çekmeyi, acının nedenlerini ortadan kaldırarak önleyebiliriz. 

Acıyı dindirebiliriz. 

Toplumsal acıyı dindirebiliriz.

Ayrıca asla unutmuyoruz: Acı ve bedeli göze almak özgürlüğün ilk adımıdır.

Yeni dünyayı acılarımızı unutmadan yaratacağız.

Acı çekmek, insan(lığ)ı daha derinleştirir.

Acı çekmeyenler, başkalarının acı çekebileceğini akıllarını bile getirmezler çoğunluk. 

İnsanı, insanlaştırır acı çekmek. Hissetmeyen insandan korkulur.

Çünkü acı çekmek, insanı duyarlı bir varlığa dönüştürür; yaratıcı, dürtücü güçtür acı çekmek…

Acı çekmek, hâlâ hissedebildiğinizin göstergesiyken; o her şey gibi bir süreç işidir. Öyle ya da böyle bir sonu vardır. Acıyı çekerken, bir gün elbet biteceğini bilmek ve buna sarılmak, güce ve öfkeye dönüştürmek gerekir…

* * * * *

Bu nedenle sadece güce dönüştürdüğümüz acılarımızla öfkeliyiz…

Evet, evet “hırs”, “gazap”, “hiddet”, “kızgınlık”tır öfke…

Bambaşka bir ruh hâlidir; keskin, ve vazgeçilemez, bastırılamaz ve engellenemez… Bir yerden patlayan…

Sabrın en son raddesine kadar kullanıldıktan sonra taşma anında ortaya çıkandır. O ana kadar sabredilir. Ne olursa olsun özenli davranılır, saygıdan ödün verilmemeye çalışılır. Ama öfke ortaya çıktığı anda her şey boşa gider. Artık kulaklar duymaz olur, dilin de zabtı mümkün değildir. Bazen çığlık atmak istetir bazen hayatta söylenmemiş küfürleri ağızdan dökmeye çalışır. Öfke tehlikeli olsa da bazen muhatabı feci şekilde hakeder kendisinin getirdikleriyle karşılaşmayı.

Konstrüktif değil destrüktiftir; bir tramplen gibidir, zıplasan üzerinde başın göğe eren; insan(lık)a “normal hayat”ta asla yapmayacağı şeyleri yaptıran; kontrol edebildiğiniz sürece bizi bulunduğunuz yükseklikten daha yukarılara taşıyan, cesaret veren…

Kolay mı? Alevlenen histir; kızgın demirden pençeleri vardır öfkenin. 

Kişiyi iki kişi yaparken; korkunun da panzehiridir öfke…

Hak gözetirse, adilse, umursamaz ve kaygılarını aşmış ise öfke yaratıcıdır.

Ve hakkında rivayet edilir ki, “öfke, öfkelendiğin şeyden daha tehlikelidir”

İnsan(lık)ın en önemli savunma mekanizmalarındandır öfkelenme hâli.

İnsanı güçlü kılar; dehşete, zulme başkaldırının getirisidir; başkaldırı ve özgürlüğe giden yolun ilk adımıdır.

Hakkını kimsenin vermesine, lütfetmesine “Evet” deme acizliğine teslim olmamaktır.

İnsancadır; hayatı(mızı)n parçasıdır; çaresizlik dayatmalarının panzehirdir; dik tutar insan(lık)ı. 

Öfke, cesareti büyütür. Besler. Sokağa salar.

Öfke doğru yönlendirildiğinde cesaret adlı çocuğu doğurur. Hiçbir şeyden korkmayan; hiçbir şeyden çekinmeyen çelik gibi bir bebek…

Bu nedenle, “Umudun iki güzel kızı vardır: öfke ve cesaret. Öfke, olanlara dayanabilmek, cesaretse değiştirebilmek için,” denir…

Potansiyel enerjidir haklı öfke, her an kinetiğe dönüşebilir. Üsluplu kullanılırsa çok şey yapılabilir.

Görüş ve etki alanını genişletir. Göz(ümüz)ü açar. 

Yani insanı “zorunlu olarak tanıyan ve zorunlu olarak tanınan bir varlık olarak” tanımlayan Hegel’e göre, dışlanan kişi ve taraf, kendini tanımlamak ve tanıtmak için çeşitli yollar arar. Öfke/ şiddet bu yollardan biridir. Bu hiddet kuru ve kör bir terör değil, “kendisini (kimliğini) kurmak/inşa etmek değil, kendinin bilgisini kurmak inşa etmek yani tanımaktır.

Hegel’e göre dışlanan veya saldırı altında olan özne, uğradığı fiziki zararın karşılığını almak/vermek üzere değil, aşağılanma, inkâr edilme ve yok sayılmaya mukabil bir tepki gösterir.

İnkâr edilen ve aşağılanan özne, fiziki varlığını, bu inkâr ve aşağılanmayı aşmak için mücadele alanına sürer. İnsanî varlık, fiziksel varlığın önüne geçer. Ölüm-kalım mücadelesinde, kendi fiziksel yok oluşu pahasına kendi insansal varlığını dayatır.

Bu konuda şöyle de Daniel Bensaid: “Öfke başlangıçtır. Biri haksızlığa ve zulme uğrar, ayağa kalkar ve ardından görür”…

Zaptedilebildiğinde lehinize çevirebileceğiniz duygu, durum, ruh hâli olarak öfke, aptalın uyanışı; aptallığın nihayetidir.

O düşmanı belirler, safları sıklaştırır. Çok etkin bir güçtür. 

Koruyucu bir zırhtır; yıkıcı yaratıcılıktır; kırmızıdır; karanlığın içinden parıldayıverir. 

Kaybetme, kabullenme, korku öfke ile aşılır.

Çünkü mesafeyi kısaltan öfke, hoşnut olunmayan durumlara karşı verilen aslî tepkilerden birisidir. 

İnsan(lık)a yapmaya cesaret edemediği şeyleri yaptırır; mümkün kılar.

Bunun için, “Öfke, ilk (en başta gelen) politik duygudur,” der Jean-Luc Nancy…

Patlama yeteneğine haizdir. Harekete geçirir. Yeniler. Günceller. Faydalıdır. Salaklıkların, körlüklerin ortadan kalkmasına yardımcı olur.

Öfkeyi, anketler ölçemez. Polis şiddeti yok edemez. Zorbalık bastıramaz. Yalancı özürler dindiremez. Öfke, seçim sonuçlarında görünmez. Televizyonlar vermez. Kara propaganda öfkeyi gizleyemez. Öfke var ya

öfke, öfke bir gün muhatabını bulur. Bulduğunda ise kaçacak delik ararsınız. Ulrike Meinhof’un, “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim...” deyişindeki üzere…

Cesur olmayı sağlar. Sabretmeyi öğretir. Dikkatin dağılmasına engel olur. Olup biteni değiştirmek için müthiş bir dirayet verir. Gerçekleri görmemizi sağlar. 

Örgütlenmiş en güzel hâli isyandır öfkenin…

John Osborne’nun ‘Öfke’ başlıklı oyununda da işaret ettiği gibi, “Öfke yeni bir toplumsal bilinç”tir…

Bu nedenle öfkeli olmak çaresiz olmaktan iyidir; hem de kardeşlerimizin katilleri karşısında…

* * * * *

Evet, zulmün bizden koparıp aldığı kardeşlerimizin acısını öfkeye tahvil ederken “yeni bir toplumsal bilinç” edindik…

Bunun da temelini onur oluşturmaktadır…

Bazılarının zannettiği gibi, “onur” gibi kavramlar tarihin akışının kolaylıkla mahkûm edip çöpe atabileceği kavramlar, “değerler” değildir. 

Vicdan ile ilgisi, irtibatı olan; mağlup olsanız da saygı görmenizi sağlayan; insan(lık)a yaşadığını hissettiren; yani insan olmak ve kalmak fiilinin aslî unsurlarından biri olan onur, asla kaybedilmemesi gerekendir.

Kapitalizmin, neo-liberal AKP zulmünün ayaklar altına almak istediği insan(lık) onuru, biz(ler)e Onlardan miras kaldı…

Şimdi biz, Onların yolunda bu sancağı yükseltiyoruz…

Onların yoldaşı, çağdaşı olmaktan da gurur duyuyoruz…

Onların Mustafa Suphi’lerin, Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların, İbrahim Kaypakkaya’ların, Mazlum Doğan’ların bayrağını yükselten mücadelesi, artık biz(ler)e emanettir…

Kazanmak isteyenlerin öğrenip, vazgeçmemesi gerekir bu emanetten; çünkü o, insan(lık)ı çoğaltıp, korkuyu aşarak özgürlüğü üretendir…

* * * * *

Korkunun egemenliğine karşı ezilenleri tarihin sahnesine çıkararak, hepimize “Korkusu olmamaktır insanî olan” gerçeğini anımsatan özgürleşme mücadelesine ilişkin olarak, “Sadece ahmaklar ve deliler korkusuzdur!” derlerse de inanmayın; ahmaklaştıran korku delirtir…

Yunanca “Phobos” denilen korku iktidarın temeli; egemen(likler)in toplumu kontrol altında tutma mekanizmasıdır.

İnsan(lar)ı bir şeyler yapamamaya, gerçekleştirememeye, boyun eğmeye, teslim olmaya iter. İnsan(lık)ı alçaltan, insan(lık) onuru alt üst edendir...

Frelin’in, “Korku, arkamızda yanan bir mum alevinin duvarda oluşturduğu gölge gibidir. Ondan kaçtıkça büyür, üzerine gittikçe küçülür,” diye tanımladığı korku nihayetinde daraltan, bunaltan, sıkan, yabancılaştırandır.

Çoktur, çeşitlidir korku: “Ya giderse… Ya ölürse… Ya ölürsem… Ya öğrenirse… Ya başaramazsam… Ya beni sevmezlerse… Ya tutturamazsam…”

Ancak nihayetinde aklın, gerçeğin katilidir.

Bu nedenledir ki, “Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır. Cesaret şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. Korku dindir. Cesaret bilim,” der Robert Ingersoll…

Gidermedikçe, görmezden gelindikçe büyüyendir. Üzerine gidilmezse altında kalınan şeydir.

İnsan(lık)ı kontrol etmede kullanılan en temel fenomendir korku; yeni doğmuş bir canlıda bulunmaz; öğretilir…

İnsan(lar)ı kontrol etmek için egemen(lik)lerin sermayesidir korku. İnsan(lık)a kaybetmekten başka bir şey kazandırmaz; kaygının ötesidir ve kendi gardiyanlarımızı yaratır; tutsaklıktır.

Kapitalizmde yaşantımızı korkular yönetiyorken; korkunun kökeninde kaybetmek duygusu yatar ya da kaybetmeme istenci… 

Bilinmeyen karşısındaki aczin dışa vurumu olarak korku; kalabalıkları sürüleştirerek gütmede en etkili yöntemdir.

Çok kolay satılan bir şeydir. O kadar kolaydır ki, satın alanlar da gönüllü olarak başkalarına satarlar. 

Koku gibidir. Varlıkta hasıl olur, bütün varlığa sirayet eder. Sirayet ederken azalmaz.

Yani kapitalizmde korku, insan hayatındaki yegâne gerçektir; kolektif bir baskıdır.

Özgürlüğün baş düşmanlarındandır korku; özgürlüğün prangasıdır...

Aslında insan(lar)ın korkularından başka düşmanları yoktur.

Nihayet önemli olan korkular değil, onlara karşı aldığımız özgür olarak seçilen tavırdır.

İnsan bilmediği şeyden korkar. Karanlığın herkes için korkutucu olması buradan gelir. Korkunun temel öğesi ise vazgeçememektir! Vazgeçmeyi becerdiğin anda korku kalmayacaktır. 

“Korkunun terk edilmesi, bütünlüğe, yani oluşun birliğine doğru atılan ilk adımdır. Çünkü korku üzerinde ne bir şey kurabilir ne de anlamanı geliştirebilirsin. Korkusuzluk bir savaşçının ilk kuralıdır.”[4]

Nâzım Hikmet’in dizesiyle, “tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar”ken; egemen(lik)lerin en büyük silahıdır; en bulaşıcı hastalıktır korku.

Flint Sky’ın, “Korku bir hastalıktır. Sürünerek onu kabul eden herkesin ruhuna girer!” diye tarif ettiğidir.

Tohumu karanlık olan fenomendir; Nâzım Hikmet’in, “Hiçbir korkuya benzemez/ halkını satanın korkusu” dediğidir…

Özetin özeti korkulması gereken ve cüretle, cesaretle aşılan tek şeydir korku.

* * * * *

Evet hepimize korkmamayı, cesaret ve cüreti öğretti Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik… Sonra Taksim barikatlarındaki Ulaş Bayraktaroğlu, Doğukan Öci, Ceyhun Dönmez ve Furkan Tombul…

Umutla beslenir, korkuyla törpülenen cüret, cesaret… deyip geçmeyin: Meydan okumadır cüret etmek…

Cesaret ise, korkmamak değildir; buna rağmen boyun eğmemektir.

Riske atmaktır bir şeyleri ya da kendini. Yani zor bir işi başarmanın birincil koşuludur…

Durduk yere, “Cesurlar bir kere, korkaklar her zaman ölür,” dememiştir W. Shakespeare…

Ya da “Hiç bir şeye cesaret edemeyen, hiçbir şeye ümit beslemeyendir,” diye Schiller…

Veya “Dünyada taklit edilemeyen tek şey cesarettir,” diye Napolyon…

Ayrıca derler ki, “Cesaret bilgiden geliyorsa cesarettir, bilgisizlikten geliyorsa cehalettir.”

Nihayetinde bir tercihtir cesaret...

Cesaretin içinde zekâ, güç ve yaratıcılık vardır; insan olmak ve kalmak yolunda sahip olunması gereken aslî özelliklerden birisi…

Fransız devrimci Danton, “de l’audace! de l’audace! et encore de l’audace!/ cesaret! cesaret! daha fazla cesaret!” diye haykırırken; ‘Grup Yorum’un “cesaret cesaret daha fazla cesaret/ kurtuluş mutlaka ellerimizde/ kır zincirleri kopar geleceği/ kurtuluş mutlaka ellerimizde,” diye haykıran marşıdır.

Tüm kapıları açan bir çeşit anahtar gibidir cesaret; aklı kaybetmeyi gerektirebilecek kararlılıktır.

Bazen zorunluluktur; deli gibi korktuğun şeyin üzerine atlayabilme azmidir… 

 “Deli cesareti” denildiğinde, aklıma şu özlü söz gelir: “Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler”

Cüretkâr, esaret denen kozayı yırtma gücüdür; sonucu asla esaret olmayan eylemdir.

Hayattaki en gerçek katalizördür cüret; göze almaktır.

* * * * *

Diyeceklerimi toparlıyorum:

Dünya devrimci mücadelesine tanık olduğu en görkemli isyanlardan birisini sundu Haziran Ayaklanması…

Onu “Çapulcular”ımız, “Ayak Takımı”mız, “Baldırıçıplaklar”ımız, “Paryalar”ımız, “Ameleler”imiz, “Ümmiler”imiz, “Sefiller”miz, yani yeryüzünün lanetlileri, ötekileri ilan edilen biz emekçiler yarattık…

Yarattığımız o muhteşem şeyle ne kadar gurur duysak azdır…

Ama burada durmayacağız, daha ilerilere daha büyük ve devrimci Haziran’lara yöneleceğiz…

Elbette, Türkiye’de Gezi Parkı ile başlayan süreç henüz bir devrim değildir. Ancak yaşadığımız sürecin adını “Gezi Direnişi” olarak koymak yanlıştır. Çünkü toplumsal mücadelelerde, “direniş” bir savunma konumudur. Oysa Haziran günlerinde savunmada değildik, taarruzdaydık, savunmada olan Erdoğan’dı, hükümetiydi, polisiydi, mahkemeleriydi. Çünkü, bu bir halk isyanı idi! 

Gezi adını kullanmak kolay yol olabilir, ama isyanın İstanbul’a özgü olmadığını, Türkiye tarihinde ilk kez bütün ülke sathını kavramış olduğunu gözlerden gizler. Bu olayın tarihi bir olay olmasının bir boyutu da budur. 

Üçüncüsü, halkın isyanının esas nedenlerini gözden gizler. Gezi’nin ağaçları elbette önemlidir, ama halkı Türkiye çapında ayağa kaldıran sadece o değildir. O bir tetikleyici olmuştur. Patlayan, halkın öfkesini ortaya çıkartan, baskıdır. Tayyip Erdoğan’ın sofralara, mutfaklara, yatak odalarına kadar girmiş olmasıdır. Halkın ise böcekler gibi gazlanmadan sokaklara çıkamıyor oluşudur. Ekonomik sınıf saldırısıdır, neo-

liberalizmdir öfkenin nedeni aynı zamanda. Gençlerin gelecek kaygısıdır, orta yaşın zor koşullarıdır, emeklilerin sürünmesidir…

Büyük halk hareketlerinin gelişme eğrisini kesin biçimde öngörmek mümkün değildir. Kimse aldanmasın! İsyanın geri çekilmesi bitmesi demek değildir. İç ve dış bütün koşullar ve isyanın kendi dinamikleri, bu isyanın inişlerle çıkışlarla önümüzdeki yıllarda süreceğini muştuluyor. 

Çünkü 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Murat Yıldırım’ın, “Yaşadığımız deprem asıl deprem değil. Bu daha öncü... Bu eylemlerde halk, demokrasinin sadece sandığa gitmek olmadığını öğrendi. Halk gerçek bir demokrasi istiyor,” diye yorumladığı “Direnişin kökleri kapitalist toplumdan gelmektedir.”[5]

Bu bağlamda da “Yaşananlar ve sonuçları ne olursa olsun direniş eylemi başarıdır: Taksim sadece Taksim değildir, gelecektir!”[6]

Özetle TOMA’ların, ilaçlı tazyikli suların ellerinde olduğu bir karanlığın sonuna doğru gidiyoruz.

“Terörist”in kim olduğunu belirlemeye kalkıp, halkı biber gazına boğanlardan…

Neyin ne kadar yasaklanacağına karar verip, “Benim polisim, benim valim, benim ordum, benim yargım” diyen despotluktan…

Zulmü protesto edenlere “çapulcu” diyen; Çarşı’dan “çete” çıkaran; biber gazıyla egzoz gazını bir tutanlardan; “Gerekirse askeri bile çıkarırız sokağa” diyenlerden; okullara “Eylemlere katılan öğretmen ve öğrenciler tespit edilsin” diye genelgeler yollayanlardan…

Kardeşlerimizi katledenlerden mutlaka hesap soracağız…

Bundan dostunda, düşmanında şüphesi olmasın; çünkü biz Onların yoldaşlarıyız… 

Buradan bir kere daha ilan ediyoruz: Acılarla, bedellerle yaratılan büyük insanlığın hikâyesinin sonu tatlıya bağlanacak…

TOMA’lar, gazlar, coplar, katiller kaybedecek; halk kazanacak…

Bundan dostunda, düşmanında şüphesi olmasın…

 

16 Ekim 2013 12:44:55, Ankara.

 

N O T L AR

[1] Bir-Kar’ın 18 Ekim 2013’de Bielefeld’de, 20 Ekim 2013’de de Wuppertal’de “Gezi Direnişi: Öncesi, Sonrası ve Geleceği” başlığı ile düzenlenen panellerde yapılan konuşma… 2 Kasım 2013 tarihinde Almanya/Frankfurt’da düzenlenen “Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi Kültür&Sanat Buluşması”na telefon bağlantısıyla yapılan konuşma… Güney, No:67, Ocak-Şubat-Mart 2014…

[2] Ahmet Erhan.

[3] Yılmaz Özdil, “Para’lel Bilanço”, Hürriyet, 21 Haziran 2013, s.3.

[4] Stefano E. D’Anna, Tanrılar Okulu, Çev: Yelda Gürlek, GOA Yay., 2009.

[5] Bill Van Auken, “Türkiye Yol Ayrımında”, Evrensel, 8 Haziran 2013, s.11.

[6] Nazım Alpman, “Taksim Sadece Taksim Değildir!”, Birgün, 1 Haziran 2013, s.7.

93109

Temel Demirer

Hakkında

Objektifiz ama tarafsız değiliz. Tarafsız olmak korkaklıktır. Çünkü insan doğru ve yanlış arasında tarafsız olamaz.BiyografiKendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm...
Ne yazacağımı kestiremedim...
Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım...
“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil,” diyen(lerden);
dünyaya aşağıdan bakan(lardan);
kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan);
yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);
ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden);
John Maxwell’in, “İnsanlar, onları ne kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi umursamazlar...”; Bertolt Brecht’in, “Yenilgilerimiz, rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık olmadığından başka bir anlama gelmez”; V. İ. Lenin’in, “Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır,” sözlerine müthiş değer veren(lerden);
sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden);
bir afet-i devrana aşık olan(lardan);
hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan);
ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim...
54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım...
Okur yazarım...
Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
11.01.2004 14:32:09, Ankara.

TÜRKİYE’DE YAYINLANAN KİTAPLARIM

* GÖZ GÖRMEZ BİLİNÇ GÖRÜR, Hazırlayan: Mehmet Özer, Nota Bene Yay., 2012, 152 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ORTADOĞU: YALANCI BAHAR, Derleyen: Babür Pınar-Recai Ulutaş, Nitelik Kitap, 2012, 448 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2011, 434 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* BEYOND GLOBALIZATION – WORLD LEARNING/ INTERNATIONAL HONORS PROGRAM TURKEY READER 2011/12, Derleyenler: Yücel Demirer - Sibel Özbudun, 2011, 476 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif), (“Geopolitics of Turkey in the US-EU-Mideast Triangle”- Temel Demirer)


* EMPERYALİZM VE ULUSAL SORUN, Derleyen: Babür Pınar-Muzaffer İlhan Erdost, Nitelik Kitap, 2011, 335 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSMAİL BEŞİKÇİ, Derleyenler: Barış Ünlü-Ozan Değer, İletişim Yay., 2011, 589 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SESİNİ YİTİREN ŞEHİR SİVAS, Editör: Mehmet Özer, Çankaya Belediyesi Yay., Temmuz 2011, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2010, 659 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ, KAPİTALİZM, İSYAN, Ütopya Yay., 2010, 559 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ VE HAYAT YAZILARI: BİR TAŞ DA SİZ ATIN, Ütopya Yay., 2010, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ASLOLAN DEVRİMİN GÜNDEMİDİR, Kaldıraç Yay., 2010, 784 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TEKEL DİRENİŞİ DERSLERİ 2010-SENDİKALARIMIZI GERİ ALACAĞIZ, Kaldıraç Yay., 2010, 206 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA: İSYAN HEP VARDI!, Sibel Özbudun (der.), Kaldıraç Yay., Ocak 2010, 661 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KUŞATMAYI YARMAK: EĞİTİM, BİLİM VE AYDINLAR, Kaldıraç Yayınevi, Ekim 2009, 392 sayfa, Temel Demirer-Sibel Özbudun.


* ALMANAK-2008 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2009, 608 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* HAK(SIZLIK), HUKUK(SUZLUK) MU? “SUÇUMUZ İNSAN OLMAK”!, (Sibel Özbudun’un önsözüyle), Kardelen Yay., Nisan 2009, 365 sayfa, Temel Demirer.


* HRANT’IN KATİL(LER)İ… (Sait Çetinoğlu’nun önsözüyle), Pêrî Yayınları, Şubat 2009, 336 sayfa, Temel Demirer.


* LİBERALİZM/MUHAFAZAKÂRLIK KISKACINDA KADIN, Kaldıraç Yayınevi, Şubat 2009, 237 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2007 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2008, 456 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “HAYIR, EVET’TEN ÖNCE GELİR”! HUKUK(SUZLUK) YAZILARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 496 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “SÖYLENECEK YALAN KALMADI” İNSAN HAK(SIZLIK)LARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 510 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DA İSYANIN TARİHİ, Hazırlayan: Sibel Özbudun, Ütopya Yay., 2008, 549 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESEL KAPİTALİZMİ MEŞRULAŞTIRAN SÖYLEMLER, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 67, Maki Yay., 2008, 218 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA VE..., Ütopya Yay., 2008, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* ALMANAK-2006 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2007, 654 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MİLLİYETÇİLİK, YURTSEVERLİK VE SOL, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 65, Maki Yay., 2007, 212 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DAKİ GELİŞMELER, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, Ankara-2007, 34 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME, KADIN VE ‘YENİ’-ATAERKİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 228 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İMPARATORUN SOYTARISI EGEMEN MEDYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2005 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2006, 439 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “DERİN” MİLLİYETÇİLİĞİN SİYASAL İKTİSADI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAFYA NARKOEKONOMİ VE SUSURLUK / ŞEMDİNLİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 379 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ VE “ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK YALANI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 444 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM ÜNİVERSİTE YÖK VE AYDIN(LAR), Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 543 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KIYAMETE ÇEYREK KALA! EKOLOJİ YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 501 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYAYI ISITAN LATİN ATEŞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2006, 302 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA YERLİLERİ: TEK BİR HAYIR, YÜZLERCE EVET, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-2006, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KAVRAM SÖZLÜĞÜ-SÖYLEM VE GERÇEK (1), Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2005, 709 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2004 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2005, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA BAŞKALDIRIYOR, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 416 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ELVEDA NİSYAN, MERHABA İSYAN, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 558 sayfa, Temel Demirer.


* KÜRESEL İNTİFADA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer.


* “YENİ DÜZEN(SİZLİK)”DEN BAŞKALDIRIYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ ROMA: TERÖRİST ABD-IV. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE İMPARATORLUK: “YENİ EKONOMİ”DEN ÖNLEYİCİ SAVAŞA...-III. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 382 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞMENİN TİRANLIĞI: NE, NİÇİN, NASIL?-II. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ MUHAFAZAKÂRLIK YOĞUNLAŞIRKEN KÜRESEL VAHŞET-I. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ABD SALDIRGANLIĞI: IRAK VE ÖTESİ-III. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* 11 EYLÜL’DEN AFGANİSTAN’A ABD İMPARATORLUĞU-II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOVBOYUN SÖMÜRGE İMPARATORLUĞU-I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 346 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SAKLANMAYA ÇALIŞILAN BİR MEŞALE: İBRAHİM KAYPAKKAYA, Umut Yayıncılık, İstanbul-2003, 232 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSYANIN ADI: FİLİSTİN-İNTİFADA KAZANACAK!, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 479 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* XXI. YÜZYILLA GELENLER: SÖYLENCELER VE GERÇEK, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 447 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİST MÜCADELE ETİĞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2001, 336 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖRİZM, SALDIRGANLIK, SAVAŞ) II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖR KAVRAMI VE GERÇEĞİ) I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 364 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AMERİKA: RÜYA MI, KÂBUS MU? YANKEE İMPARATORLUĞU, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* KÜRESELLEŞMENİN EKOLOJİK SONUÇLARI, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 190 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EKOLOJİ POLİTİK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 136 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ ve SOSYALİSTLER: AKINTIYA KARŞI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* GERİCİLİK KÜRESELLEŞİRKEN FAŞİZM!.. YENİDEN Mİ?.., Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 299 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KADIN YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 170 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MARKSİZM VE EKOLOJİ, Öteki Yayınevi, Ankara-2000, 481 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (AVRUPA ASYA ve ORTADOĞU), Cilt:2, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (ABD EMPERYALİZMİ ve LATİN AMERİKA), Cilt:1, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 284 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM: NE İÇİN? ÜNİVERSİTE: NASIL? YÖK: NEREYE?, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 264 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* NEO-LİBERAL SALDIRI KRİZ ve İNSANLIK, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 494 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “YDD” KISKACINDA ÇEVRE ve KENT, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 473 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CHE FİDEL KÜBA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 135 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 112 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MEDYA ELEŞTİRİSİ ya da HERMES’İ SORGULAMAK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 176 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYANIN BALKONUNDAKİ İSYANCILAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, ikinci baskı, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP: İMKÂNLAR ve SORU(N)LAR, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 576 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAYALARIN DÖNÜŞÜ, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1998, 311 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* POSTMODERN MÜDAHALE ve BAŞKALDIRI İMKÂNI (BRECHT “BİTTİ” FUTBOL “VERELİM”!), Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 528 sayfa, Temel Demirer.


* SOKAKTA ve DUVARDA 1968, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 207 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* VE KİRLENDİ DÜNYA..., Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOKAK’TAKİNE NOTLAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 456 sayfa, Temel Demirer.


* ÖDP’YE KENAR NOTLARI, İnsancıl Yayınları, İstanbul-1997, 88 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOYUNLAR KURTLAR KÖPEKLER (YENİ DÜNYA DÜZENSİZLİĞİ EMPERYALİZM ve UMUT), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1997, 160 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KARA PARA KİRLİ SAVAŞ (TÜRKİYE’DE MAFYA ve DEVLET), Özgür Üniversite Yayınları, 171 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSPANYA’DAKİ II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN “YDD”YE KARŞI TEZLER - II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN EKOLOJİK KIYAMET TEZLERİ, Özgür Üniversite Yayınları, 56 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜNYA DÜZENİ AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE, Dev. Maden-Sen Yayınları, 64 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CANAVARLAŞAN MEDYA, 1996-İstanbul, Yorum Yayınevi, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜZENİ ya da DÜZENSİZLİĞİ, 1996-İstanbul, Pelikan Yayınları, 304 sayfa, Temel Demirer.


* SOLAN FOTOĞRAFLARDA BİTEN VE BAŞLAYAN, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 248 sayfa, Temel Demirer.


* GERİCİLİK DÖNEMİNDE DÜNYA ve TÜRKİYE, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 190 sayfa, Temel Demirer.


* DİSK’İN “ÖREN TEZLERİ” ve SOSYALİST TAVIR, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 189 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TOPLUMSAL DİNAMİKLER ve ÖRGÜTLENME EKSENLERİ, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZM “YENİ DÜNYA DÜZENİ” TÜRKİYE, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 192 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZMİN SORUNLARI ÜZERİNE AÇILIM TARTIŞMALARI, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 256 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YOL BALADI, 1988-Ankara, Ekin Yayınları, 61 sayfa, Temel Demirer.
* T.B.“K”.P PROGRAM TASLAĞININ ELEŞTİREL ANALİZİ, 1988-İstanbul, Sorun Yayınları, 86 sayfa, Temel Demirer.

İletişim:

temeldemirer@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

http://www.facebook.com/TemelDemirer

https://twitter.com/temeldemirer

Temel Demirer

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar