Cuma Mayıs 3, 2024

Örgütlemek ve hazırlanmak!

Dünyada ve ülkemizdeki toplumsal-siyasal gelişmelere baktığımızda sömürü ve yağma derinleşip yoğunlaşırken baskı ve zulmün pervasızlığından ve hızından bir şey kaybetmeden her geçen gün etkisini artırıp devam ettiğini görüyoruz. Emperyalizm tarihinin en ciddi bunalımını yaşamaya devam ediyor. Çılgınca kasıp kavurduğu dünyamız, bütün canlı varlıkları ile sömürülmekte, yağmalanmakta, tüketilip kıyamete sürüklenmektedir. Bir avuç efendi, uşak ve cellatlar dışında kalan milyonlarca insan için dünyanın sadece yerüstü değil yeraltı da bir cehenneme dönüşmüştür. Durum her geçen gün kötüye giderken keskinleşen ve derinleşen çelişkilerin, bir dizi ülke ve bölgede dipten gelen bir dalga olmaktan çıkıp yüzeye vurduğu bir gerçeklik içindeyiz. 

Emperyalist-kapitalist sistemin sonlandıramadan yaşadığı krizlerin ağır sonuçlarını emekçiler yokluk-yoksulluk-işsizlik, ağır baskı ve zulüm koşulları altında yaşamaktadır. Emekçilerin var olan gerçekliğe öfke ve mücadelesi her geçen gün ivmesi artarak yükselmektedir. Dünyaya egemen olan emperyalist-kapitalist sistemin parçası olarak işleyen Türkiye dişlisine, başta ABD olmak üzere bütünüyle emperyalist devletlerin çıkarları ve ihtiyaçlarına göre yön verilmektedir. Geçmişin “usta” bir devamcısı olan AKP hükümeti uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalar nedeniyle halk kitlelerinin yaşam seviyesi hızlı bir gerileme içine girmiş, açlık ve yoksulluk sınırı altındaki nüfusta büyük bir artış olmuştur. Tarım ve hayvancılık dahil olmak üzere yaşamın her alanında yıkım ve işsizlik toplumsal dokuda büyük bozulmalara yol açmıştır. Ağır ekonomik sorunlar gelir dağılımında uçurumu büyütmüştür. Ahlaki ve kültürel yozlaşma bozulma ve çürümenin açık resimleri olmuştur. 

Faşist Türk devleti ağır sömürü ve yıkım politikasını sürdürebilmek için bir dizi temel yasada yaptığı değişiklik ve düzenlemelerle birlikte yasama-yürütme-yargı kurumlarını dokunulmaz, ayrıcalıklı hale getirmiş, medyayı ise toplumsal gerçekleri gizleyen-çarpıtan-AKP nin bir yalan makinesi durumuna sokmuştur. Hak ve özgürlükler alanına ait ne kadar kırıntı varsa budanıp yok edilmesi gereken görevler arasına dahil etmiştir. Hiçbir söylem ve örtü AKP hükümetinin işçi-emekçi düşmanı, Kürt-Alevi-kadın ve çocuk düşmanı yüzünü gizleyemiyor ve örtemiyor. Hiçbir oyalama ve aldatmaya dayalı “açılım politikası” ezilenlere demokrasinin yolunu genişletmiyor.

AKP hükümeti daha fazla baskı, daha fazla katliam politikasına hız vermektedir. Faşist saldırganlığıyla ilerici, yurtsever, demokrat, devrimci kesimleri hedeflemekten vazgeçmiyor.  Ülkemizde bir avuç efendi, uşak ve asalak dışında kalan yüz milyonlarca insan  “cehennem” koşullarında yaşamaktadır. Bu durumun her geçen gün daha kötüye gittiği, keskinleşen ve derinleşen çelişkilerin, ezilenler arasında kaynaşmayı, ortak mücadele etme ihtiyacını ve pratiğini artırdığını söyleyebiliriz. Soma katliamıyla birlikte ülkenin her tarafından ve her kesiminden ortaya konan tepki ve öfkeler Kürt ve Türk halkının daha fazla yakınlaşmasını beraberinde getirme zeminini olgunlaştırmıştır. Roboskili anaların, Soma’da yaşamını kaybedenlerin mezarlarını ziyaret etmeleri, protesto gösterileri yapmaları Kürt ve Türk milliyetinden emekçi halkın dayanışmaları açısından oldukça anlamlı bir mesaj olmuştur. Bir kez daha görülmüş ve anlaşılmıştır ki çeşitli milliyetlerden emekçi halkın birbiriyle sorunları dertleri alıp veremeyecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Sömürü ve baskıdan dolayı aynı sorunları, dertleri, acıları yaşayanların bir araya gelip birlikte ortak mücadele etmekten başka bir tercihleri olamaz. Sömürünün yoğunluğu zulmün derinliği iki halkın kaderini ve ortak mücadelesini ve kurtuluşunu daha fazla ortaklaştırıp, aynılaştırmaktadır.  

Sömürü ve zulüm her geçen gün daha yıkıcı ve imha edici bir tarzda sürmektedir. Kötülüklerle dolu kölece yaşam devam ettikçe kitlelerin öfke ve tepkisi artarak çoğalacaktır. Hak ve adalet arayan, insanca yaşam talep eden herkes devletin saldırı hedefi durumundadır. Halka ve gerçekliğe ait olanlara tahammülü olmayan, insana ait her kıpırdanış ve hareketi kurşun ve zorbalıkla susturmak, bastırıp sindirmek isteyen faşist AKP hükümeti azgınca saldırganlığa devam edecektir. Önümüzdeki süreçte kitlelerin öfke ve tepkileri daha fazla büyüyüp-artacak, daha fazla kitle sokağa dökülecektir. Sürecin gelişimi bunu gösteriyor. Kitlelerin sokağa taşan ve taşacak olan öfke ve tepkilerini örgütleyip, politik iktidar hedefine yönlendirmek gibi ciddi kapsamlı ağır görevler proleter devrimcileri beklemektedir. İşçiler-emekçiler için bilinçsizlik ve örgütsüzlük hali en kötü haldir. Sınıf bilincine ve örgütlülüğe dönüşmeyen her öfke ve tepki dağılıp sonlanmaya ve yok olmaya mahkumdur. Mevcut gerçeklik karşısında proleter devrimcilerin işçi ve emekçilerle birlikte yapacağı çok şey vardır. En temel vazgeçilmez görevlerin başında örgütlenmek ve devrimci bir önderlik yaratmak gelmektedir.

Önderlik ve örgüt sorunu bütün aciliyetiyle kendini dayatmaktadır. Bu görevin nitelikli bir biçim alabilmesinin ön şartı ideolojidir. Kurtuluş yoluna ışık tutan dünya görüşüdür. Buna güçlü ve sağlam bir şekilde sahip olunmadan yol göstericiliğiyle her gelişme ve sorun aydınlatılmadan örgütlenme ve önderlik sorunu çözülemez. İkinci bir şart ise sokağa dökülen her öfke ve tepkiyi politik iktidar mücadelesine çevirmektir. Göreve nereden başlamak gerekir diye sorulduğunda en fazla sömürülen, ezilen, en fazla haksızlığa ve baskıya uğrayanlardan başlamak. Sokakta, meydanlarda, direnişte olanlardan işe başlamak gerekir. İşçilerin-emekçilerin-işsizlerin-Kürtlerin-Alevilerin-kadınların-gençlerin yanında, onlarla beraber mücadeleyi ve devrimci bilinci örgütlemektir görev.   

“Partilerimiz ülkelerin büyük çoğunluğunda henüz gerçekten komünist partisi değiller, gerçekten devrimci ve tek devrimci sınıfın, eksiksiz bütün parti üyeleriyle kitlelerin mücadelesine, hareketine, günlük yaşamına katılan gerçek öncüsü değiller. Fakat bu eksikliğimizin farkındayız, bu eksikliği III. Kongre’nin parti çalışması üzerine kararında büyük bir kesinlikle açığa çıkardık. Ve bu eksikliği aşacağız.” Lenin yoldaşın bu muazzam çözümleme ve görev çağrısına kulak verip, devrimci görevler yerine getirilmelidir.

Sınıf savaşımında, devrim biliminde örgüt yasalarında bitmeyen ve asla tamamlanmayacak iki görev vardır. Hazırlanmak ve örgütlenmek. Örgütlenirken hazırlanmak, hazırlanırken başka bir görevi örgütlemeyi düşünmek. Sınıf savaşımına ait her anı her fırsatı her eylemi ve görevi örgütlemek. Havayı-suyu-ateşi-zamanı-kitleri-kendimizi-savaşı-direnişi-çatışmayı-devrimi örgütlemek. En etkili şekilde kitlelere yapılacak olan devrimci propagandayı örgütlemek, onları mücadeleye, gerilla savaşına hazırlamak.  Bu ikili görevler iç içedir. Biri diğerinin sonuna konulamaz. Biri esas alınırken diğer unutulup kenara, zamanı belli olmayan bir ana terk edilemez.

Düşünürken-çalışırken örgütlenmek, örgütlenirken düşünmek. Düşünceyi-çalışmayı-çatışmayı örgütlemek. Sokakta çatışırken örgütlenmek, örgütlenirken hazırlanmak. Sınıf bilinçli devrimciler asla tek bir işi yapmayacaktır. Her zaman esas tali olmak üzere ikili işi birlikte ele almalı, ikisini yapmayı hedeflemelidir. “Kitlelerin-yoldaşların mücadeleye hazırlanması açısından örgütlenmedik, hazırlanmadık hiçbir şey bırakmamak” temel ilke bu olmalıdır. Kendiliğindencilik-düzensizlik-dağınıklık-örgütsüzlük-plansızlık ve boşluk sınıf savaşımı açısından ölümdür.

Kitlelerin mücadelesini iktidar savaşına taşımak için hazırlıklarımızı hızlandıralım. Kitlelere güvenelim, örgütleyelim. Devrimin alevlerini örgütlenerek büyütelim! Gelecek sabırla, inatla zorluklar karşısında yılmayanların yaratacağı değerlerle kazanılacaktır.

94960

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar