Çarşamba Mayıs 15, 2024

Özelleştirme ve Sermayenin Diktatörlüğü

Rejimin biçimsel yanı, sermayenin gereksinimlerine göre zaman zaman değişse de, sermaye devletinin özü değişmez. Çünkü o öz, bir sınıf diktatörlüğüdür. 

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adını verdikleri yeni yönetim biçimi, “parlamenter sistem” dediklerinden özde farkılı değil, sadece biçimsel bir değişimden ibarettir.

Türk burjuvazisi, 12 Eylül’de askeri faşist cuntayla yeni bir sermaye birikim modelini hayata geçirmesi yetmedi, sermaye tıkanmaya, sık sık krizlere girmeye başlayınca, bu kez “ Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı altında, görünüşte “tek adam diktörlüğü”nü rejmini yasallaştırdı. 

Sermaye rejiminin bu biçimsel değişikliği; iki şeyi amaçlıyordu: Birincisi işçi sınıfı ve tüm demokratik hareketleri (Kürt Ulusal Hareketi’de dahil) susturmak, özelleştirmeleri hızlandırmak ve bu bağlamda köylünün elinde kalan toprakları alarak, onları bütünüyle mülksüzleştirmek. Yani, sömürüyü daha da artırmak ve, sermayenin birikim ve merkezileşmesini sağlamaktı. 

Bu mülksüzleştirme süreci, sermayenin büyümesine ve merkezileşmesine koşut olarak devam eder. Mülksüzleştirilenlerde, mülksüzleştirilenler tarafından yeniden mülksüzleştirilir.

Köylünün elinde kalan toprağı alacaklarını 2007 yılında, “darbeleri tarihe karıştırmak için Türkiye’de köylülüğü tasfiye edelim” diyen günümüz silah üreticisi tekelin sahiplerinden Ethem Sancak açıktan söylemişti. Ve bunu patronlar o zamanın tarım bakanına da iletirler.[1]

Burjuvazi, aşırı sermaye üretimi sağlayacak her şeye saldırır. Bugün, her derenin önüne HES yapılması, “maden çıkarma” gerekçesiyle, köylünün elinden toprağının zorla alınması ve ekolojik dengelerin hızla bozulmasına yol açan doğanın vahşice sermaye saldırısına maruz kalması; işçi ve emekçi karşıtı, neredeyse her ay yeni bir “torba yasaları”nın çıkarılması, tek adam diktatörlüğünü değil, tekelci sermayenin diktatörlüğünün vahşileşmesinin artışıdır.

Aşağıda  istatistiki verilerde de görüleceği gibi, özelleştirmelerde “aslan payını” kim aldıysa, Türkiye Cumhuriyeti devleti onların, faşist rejim de onların rejimidir. Erdoğan, Bahçeli ve diğerleri tekellerin emrinde birer siyasi piyon, olarak kitlelerin önünde tekeller adına önde tutulmaktadır.

Özelleştirmelerde, her ne kadar Sözcü gazetesi; “AKP iktidarı yerli ve milli olan her şeyi sattı” desede, en büyük pay yerli tekellerindir. Sözcü gazetesinin “sitemine”, küçük burjuva ulusalcıları da katılıyor. Ama belgeler hiçte öyle göstermiyor:

İşte veriler:

1986 yılından 2018 yılına kadar Türkiye’deki özelleştirme tutarı 70,2 milyar dolar* kadar gerçekleşmiştir.[2] Bu oldukça büyük bir rakamdır. Özelleştirme İdaresinin faaliyet raporu (2018) baktığımızda, 1986-2003 arasında 8.240 milyar ABD doları kadar özelleştirme yapılırken, 2004 ‘de 1.283, 2005 ve 2006’da 8’er milyar dolar ve 2009-2012 arası yaklaşık her yıl 3’er milyar dolar olurken, 2013 yılında birden fırlamış ve toplam 12.486 milyar ABD doları kadar gerçekleşmiş. 2014 yılında 6.266, 2015-2019 arası ise 1’er milyar küsür doların üzerine çıkmamış. 2019 yılı içinde sadece 116 milyon dolarlık satış (özelleştirme) yapılmış. 1986-2019 yılları arasındaki özeleştirmenin toplam tutarı 70,3 milyar  dolar kadardır.[3] En fazla özelleştirmenin yapıldığı 2013 yılı aynı zamanda Haziran Ayaklanması (GEZİ)’nin olduğu yıldır.

Özelleştirmede Yabancı Sermayenin Payı:

TC Başbakanlık Özel İdare’nin 2015 Ağustos’una kadar olan süreçte sermayeye satılan bölümü buraya alalım. Çünkü, Türkiye’deki özelleştirmelerden daha çok yabancı sermayenin faydalandığı ya da onlara satıldığı yanlış bir yaklaşım var. Bu bilinçli bir çarpıtmadır. Türk tekelci burjuvazisini koruma ve ona “yerli” sıfatını yakıştırma girişimidir. Oysa, hiç bir tekelci, burjuvazinin “yerli” ya da “milli” olan bir yanı kalmamıştır ve yoktur. Devleti elinde bulundurmaları nedeniyle “yerli”dir. Ancak onların "yerli" ve "mili" olduğu yerde işçi ve emekçiler yabancıdır.
 

Aşağıdaki tablo’da da göreceğimiz gibi, yabancı sermayenin bu sürece kadar olan satışlardaki toplam tutarı verilmektedir.  Bu yıllar içinde yerli-yabancı ortaklığı tutarı 27 Milyar 389 milyon dolar. Bunun sadece 19.136 milyar  doları kadarı yabancı sermayeye ait.[4]

1986-2011 arasındaki satışlarda yabancı sermayenin payı %22 iken yerli sermayenin payı %78 olarak gerçekleşmiştir. Daha sonraki süreçlerde de bu oran değişmemiştir. 

Türk tekellerine satılanı görmeyip sadece yabancı tekellere satılanı görenler ya da öne çıkaranlar, küçük burjuva ulusalcılığının sosyalşovenist yanının kabarmasıdır. Türkiye’de devlet Türk tekelci burjuvazinin devletidir. 

Arazilerinde “Araplara satıldığı” bilinçli olarak yinelenir. Oysa, taşınmaz malların ve arsaların büyük bir bölümü “yerli” burjuvaziye ya da onun altındakilerine satılmıştır.[5] Yabancıların Türkiye’de toplam varlıkları (2019 yılı sonu itibariyle) 150 milyar ABD doları. Bunun 101 milyar doları Avrupa ülkelerine ait. En büyük pay Hollandalıların, onu Almanya izliyor. Hollanda’dan Türkiye yapılan yatırımların bir kısmının Türk tekellerine ait olduğunu belirtelim. Körfez  ülkelerinin (Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Irak, Kuveyt, Umman, Yemen) toplam yatırımları (varlıkları) 31 milyar dolara yakın.[6] Bunun 25 milyar doları, son (BİST’in % 10’luk payının devri) yatırımlarla birlikte Katar’a aittir.

Bazı “sol” gazete[7] yazarları ise, “yerli”, “milli” ve “yabancı” ayrımı yapıyor. Ama TÜPRAŞ’ın KOÇ Holdinge’e satılmasını gölgelemek için Shell’in küçük bir payını eklemeyi unutmuyorlar. Oysa Shell’in TÜPRAŞ’taki payı (%2)  devede kulak bile değildir. Koç Holding, TÜPRAŞ’ı aldıktan sonra iki kat büyümüştür. Koç Holding, Tüpraş’ı almadan önceki (2005 yılı) yıllık cirosu 18 milyar dolardı. Tek başına Tüpraş’ın ciroso ise 20 milyar ABD dolar kadardı. 

Yabancıların sınai sektörlerindeki payı 2012 yılında (en yüksek olduğu yıl) yaklaşık 81 milyar dolar iken, 2019 yılında (2020’de daha da düştü) 46,6 milyar dolar.[8] Yani, küçük burjuva ulusalcılarının kaygılarının tam tersi gelişme olmuş.

Erdoğan’ın arkasında Koç, Sabancı, OYAK, Zorlu, Eczacıbaşı, Doğuş, İş Bankası, Rönesans ve “beşli çete” dedikleri uluslararası tekel durumuna gelmiş müteahhit  şirketler ve elbette diğerleri olmayacak’ta kim olacak. Ve Borsa’da (BİST) hakimiyet, esas olarak, sayısı 10'u geçmeyen büyük Türk tekeline aittir. İç pazar bunlara aittir. Ekonomi bunların çıkarları doğrultusunda yürütülür, kanunlar bunların çıkarlarını korur. Dış ilişkiler bunların çıkarlarıyla örtüşük şekilde yürütülür. TC’de bunlara aittir. 

Ve işte, 2000’lerin başından itibaren uluslararası alanda Türk mali sermayesinin daha fazla boy göstermesi, diğer emperyalist tekellerle pazar hakimiyeti mücadelesi vermeleri ve askeri olarak saldırganlaşmasının, işgallerin arkasında bu özelleştirmeden alınan %78’lik payın devasa mali gücü vardır. 29.11.2020

***

 

 *Dolar: ABD doları cinsinden
 

[1] Radikal gazetesi, 21.09.2007, bkz. Yusuf Köse, Tarihin Önünde Yürümek, sf.286

[2] T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Faaliyet Raporu-2018 (sf. 54) ve 2019 yılı,  sf.63. pdf

[3] Kaynak. TCÖİB, sf. 29. Derleyen: M. Necati Doğan. https://docplayer.biz.tr/17702345-Türkiye-de-özellestirmenin.html

[4] TCBÖİB, sf. 50, Derleyen: M. Necati Doğan.

[5] M. Sönmez, “Araplara Satıldı”,  makalesinde, bunun doğru olmadığını verilerle ortaya koymaktadır. Al Monitor, 16 Ocak 2020

[6] TCMB, Uluslararası yatırım Pozisyonu, Tablo 12. “ Yurtdışında Yerleşik Kişilerin Türkiye’deki Doğrudan Yatırımları”, www.tcmb.gov.tr

[7] BirGün, 17 yılda sanayideki sermaye payı giderek yabancılaştı. 02.01.2020

[8] www.tcmb.gov.tr

 

 

2381

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Sayfalar