Cuma Mayıs 10, 2024

Politikasızlık-hareketsizlik yenilgiyi yaratır!

Dünyada ve ülkede siyasal-ekonomik kriz ve hâkim sınıfların yönetememe sorunsalı çerçevesinde şekillendirdiği politikalar ezilenlere yönelik saldırganlaşmaya devam ederken bu krizi oluşturan faktörleri sadece sömürücülerin yönetememe krizi açısından ele alamayız.

Diyalektiğin temel yasaları burada da karşımıza çıkmaktadır, hâkim sınıfların içerisinde olduğu, kriz halinin ezilenlerin mücadelesi ile bağlantısı alenidir. Yaşamda hiçbir olay kendiliğinden gelişme gösteremez, zıtların birliği ve mücadelesi gelişen olayları ve yönünü belirler.

Buna bağlı olarak ezen-ezilen arasındaki uzlaşmaz çelişki siyasal somut koşulları belirlemeye, şekillendirmeye ve bugün var olan “kaos” haline vardırmaya devam ediyor.

Dünyada emperyalist ülkelerin içerisinde olduğu ekonomik-siyasi krizin TC ayağındaki yansımaları da eş güdümlüdür. TC devleti AKP eliyle yürüttüğü savaş politikalarını OHAL ile garanti altına alırken dünya üzerindeki siyasal-ekonomik krizin yansımaları ile başetmeye çalışıyor.

Ezilenlerin ortak mücadelesi ile katliam, zulüm ve sömürüye karşı koyarken hâkim sınıfların krizi derinleşiyor. Ki buna dair en belirgin örnek Rojava Devrimi’dir. Yeraltı kaynakları ve insan gücü ile emperyalist devletlerin savaş politikalarının daimi odağı olan Ortadoğu topraklarından Rojava’daki başkaldırı ve yeniyi yaratma girişimi hâkim sınıfların elini güçsüzleştiriyor, kriz halini derinleştiriyor.

Bu ve buna benzer pek çok örnekle beraber “kaos”un, çelişkilerinin en üst seviyeye çıktığı durum olarak adlandırılması yanlış olmayacaktır. Ancak var olan kaos halinin kimin lehine çözümleneceğini söylemek pek doğaldır ki bugünden mümkün değildir. Kriz derinleştiği ölçüde ezilenlerin mücadelesinin büyümesi, son sözün burjuvazisinin değil proletaryanın olmasına yol açacaktır.

Bilinen ve yakıcı olan bu gerçeği; “kaos”u, fırsata çevirmeyi üstlenecek olanlar ise ezilenlerin mücadelesini üstlenenlerdir. Ezilenlerin mücadelesinde öncü misyonunu yerine getiremeyenlerin, bu misyonu yerine getirmek için çabalamayanların burjuvazinin “son sözü” söylemlerine yol açacaklarını biliyoruz.

Sözün özü, her “kaos” devrime yol açmaz; devrime yol açan ezilenlerin cephesinden örgütlenebilen “kaos”tur. Bu örgütlenmeyi yaratacak olan ise “kitlelerden kitlelere” çizgisiyle hareket eden, burjuvazinin politikalarını boşa düşürecek politikalar üretebilme yeteneğine sahip, proletarya ideolojisinden sapmayan ancak esnek hareket etme becerisine sahip olanlardır.

“İlkede sağlamlık, politikada esneklik” denkleminden yola çıkmak… 

TDH ve özel olarak kolektifimiz açısından politika üretememe sorunsalı en gedikli yanlardan biridir.

Politika yapmak, burjuvazinin politikalarına boşa çıkarmak ve ezilen yığınların proletarya ideolojisi ile donatılmasını sağlamak açısından elzemdir. Hiçbir alanı boş bırakmamak, boş bırakacağımız her alanın burjuvazi tarafından doldurulacağını bilmek gerekiyor.

Bununla beraber yürüdüğümüz yol, karmaşık ve çetrefilli bir yol. Bunu bilmeli ve buna uygun hareket etmeli; yolun sonundaki zaferi yakınlaştırmak için dolambaçlı yolları seçmekten korkmamalıyız.

Hata yapmaktan korkarak adım dahi atamamak, hareketsizliği; hareketsizlik ise pek tabii ki çürümeyi getirecektir. Açıktır ki TDH ve kolektifimiz açısından meseleyi ele aldığımızda politika yapmak ya ilkede savrulmak ya da hareketsizlik-politikasızlık anlamına geliyor.

Tabii ki özel olarak bizler açısından mesele ilkede savrulmamak adına(!) hareketsiz-politikasız kalmak daha gündemde olan bir gerçeklik. Oysa ki “ilkede sağlamlık, politikada esneklik” denklemi bizleri çözüme ulaştırmaya vakıf bir denklemdir.  Ezen-ezilen ilişkisinde kimden taraf olduğumuz, kimin ideolojik çizgisini benimsediğimiz ve bu ideolojik çizgi güdümünde var olan çemberi kırıp atma temelimizi oluşturmalıdır.

O çemberi genişletmek ve kırıp atmak uğrunda politika üretmek ise esnekliği gerektiriyor. “… siyaset, aritmetikten çok cebire benzer, ilkel matematikten çok yüksek matematiğe benzer” (V. İ. Lenin, ‘Sol’ Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, s. 104) diyor Lenin. Siyaset, politika üretmek, içerisinde esnekliği barındırmadığı ölçüde; düz bir yolda ilerlediğimiz ölçüde burjuvaziyi tarihin çöplüğüne gömme iddiamız gerçekliğinden uzaklaşacaktır.

Proletarya ideolojisinden beslenerek, burjuvazinin politikalarına karşı politika üreterek ve bu politikalar ekseninde harekete geçerek bugünkü “politikasızlık” sorunsalımızı yenebiliriz.

Lenin’in de ifade ettiği gibi siyasetin karmaşıklığına karşı zordan kaçmak, “ilkelerimiz” diyerek hareketsiz kalmak ilkelerimizden ödün vermektir! Burjuvaziyi alaşağı etme görevinden hata yapma korkusuyla kaçınmak, ezilenlerin hanesine “artı puan” değil; “eksi”yi getirecektir. Sözümüzü söylemediğimiz, harekete geçmediğimiz her an burjuvazi yarattığımız boşlukları dolduruyor ve asıl o zaman ilkelerimize sadık kalmıyoruz.

Yeter ki hareket edelim, politika yapalım, hatalarımızla yüzleşelim, eleştiri-özeleştiriyi canlı tutalım; işte o zaman zafer yolunda adımlarımızı sıklaştırmış oluruz.

Öte yandan pratik ve teoriyi birbirinden ayırt etmeyen, birbirini beslediğini göz önünde bulunduran ve bununla beraber politika üretecek bir yönelime ihtiyacımız olduğu açıktır.

İşçi ve emekçilerle ilişkilenmeden politika üretemeyiz; Kürtlerle, kadınlarla, Alevilerle, LGBTİ’lerle ilişkilenmeden üreteceğimiz politikaların bir karşılığı olmayacaktır. Ancak MLM bilincini rehber edinerek dogmatizmden fersah fersah lehine çevirebiliriz. Burjuvazinin politikalarını boşa düşürüşümüz, onun eskisi gibi hareket edememesine yol açacaktır ve “… devrim olabilmesi için, sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamanın olanaksız olduğu bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez; devrimin olması için, sömürücülerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz ve yönetemez duruma düşmeleri gerekir.” (Lenin, age, s.84)

Ancak o zaman devrimin yolunda ilerleyişimiz başarıya ulaşacaktır!

“Dün yeterli olan, bugün yetersizdir!”     

Diğer yandan gelişen ve somut koşullara uygun politika üretemeyişimiz, farklı duruma aynı sözü söylemekten usanmayışımız bizi başarısızlığa mahkûm edecektir. Somut koşulların tahlilini yaparak, bu tahlillere uygum adımlar atarak sınıf mücadelesinin engin sularında kulaçlarımızı en ileriye doğru atabiliriz.

Lenin “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı eserinde devrimin en yakın somut görevlerini başka bir şekilde formüle etmenin gerekliliğini şu şekilde ifade ediyor: “Dün yeterli olan bugün yetersizdir.” (İnter Yayınları, s. 144)

Dünden bugüne her şeyin değiştiği, akıp gittiği göz önünde bulundurulursa aynı sözü, aynı pratiği farklı farklı somut durumlara uygulayıp başarı beklememizin boşa olduğu açıktır.

Tüm bunlardan yola çıkarak andaki görevimizin, hâkim sınıfların yaşadığı krizi ezilenlerin lehine çevirecek politikalar üretmek ve bu politikalarla eşgüdümlü harekete geçmek olduğu açıktır. Aksi halde kriz burjuvaziyi yıprattığı kadar, ezilenlere karşı duruşunda yeni saldırılarla burjuvazi güçlenecektir. 

41850

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

Sayfalar