Perşembe Mayıs 9, 2024

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Ortadoğu’da, Filistin ve Kürt ulusal sorunu dün olduğu gibi bugün de gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Tarihsel olarak Siyonist İsrail devleti bölge halkları nezdinde esas olarak kabul görmedi. Siyonistler kadar olmasa da Osmanlı yıkıntıları üzerinde kurulan TC devletine karşıda bölge halkları her zaman mesafeli durmuşlardır. Dolayısıyla İsrail devletiyle, Türk devletinin müttefik oluşu asla bir rastlantı değildir. ABD emperyalizmine uşaklık, bölge halklarına düşmanlık çizgisi, bu haydutları çoğu zaman aynı noktada buluşturmuştur. Bu ortaklık, bugün Güney Kafkasya’ya da taşınmıştır. Karabağ’da Ermeni halkına dönük saldırılarda TC ve Azerbaycan’daki faşist iktidar ve İsrail siyonizmi kol koladır. Azerbaycan’a milyarlarca dolarlık silah satan, militarist güçlerini eğiten İsrail devletidir.

Aynı İsrail devleti bugün Filistin halkına ölüm bombaları yağdırmakta. TC, aynı karşı devrimci icraatları Rojava’da, dahası bir bütün olarak Kürt coğrafyasında uygulamakta. Kısacası yüz yılı aşan bir süredir, Ermeni ve Kürt halkı, yetmiş beş yıldır da Filistin halkı, TC ve İsrail siyonizminin zulmüne maruz kalmakta. Katliam, göç, sürgün bu halkların ortak “kaderi” haline gelmiştir. Hiç kuşkusuz bu faşist ve gerici devletler halklara karşı bu suçları işlerken her zaman emperyalist efendilerinden destek görmüşlerdir. Efendileri değişmiştir ama işbirlikçilerinin halklara karşı uygulamış oldukları insanlık dışı politikalara sunulan destek devam etmiştir. Bugün ABD emperyalizminin savaş gemileriyle siyonistlerin yardımına koşması ve batılı emperyalist güçlerin İsrail siyonizmine destek açıklamaları yapması bu gerçekliğin somut ifadesidir. Keza aynı güçler, Karabağ’da, Rojava’da işlenen cinayetlere karşı ya cılız sesler çıkarıyorlar ya da ölü taklidi yapıyorlar. Dolayısıyla emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı bölge halklarının birleşik mücadelesi, dayanışması dün olduğu gibi bugün de yürünmesi gereken doğru bir yoldur. Hem düşmanlarımız hem de acılarımız ortaktır. Bu acılar ve tarihsel haklılığımız üzerinde devrimci bir perspektifle, birleşik bir tarzda örgütlenecek bir yürüyüşle ancak zafer elde edilir. Devrimci ve ilerici güçler bu karmaşık ortamda çıkış yolu ararken, dikkatlerini ve enerjilerini esas olarak yoğunlaştırması gereken ana nokta bu olmalıdır. Elbette ki düşmanlarımız arasındaki çelişkilerden yararlanma siyasetini önemsemeliyiz. Ama asıl olan çelişki ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı alanlarda, ezilenlerin birleşik direniş mevzisini-dayanışmasını yaratmak için çaba sarf etmektir. Çünkü bu yönlü başarıların olduğu her yerde, egemenlerin ulusal, dinsel, mezhepsel çelişkileri derinleştirme ve bu yönlü çatışmalar yaratma karşı devrimci girişimleri de karşılıksız kalır; bütün ezilenlerin devrimci bir temelde birleşik mücadele anlayışı da giderek yaygınlık kazanır. Gerçek manada anti-emperyalist anti-faşist mücadelede bu iklim içinde hayat hakkı bulur.

Elbette ki her koşulda olaylara, olgulara objektif bir temelde yaklaşmalıyız. An itibariyle emperyalist saldırganlığın arttığı, bölgedeki işbirlikçilerinin Kürt, Filistin ve Ermeni halkına dönük katliamlar yaptıkları bir süreçten geçiyoruz. Ama ne yazık ki, tüm bu saldırılara karşı çıkan güçlerin birleşik mücadele, dayanışma pratikleri zayıftır. Tabi ki, bunun asıl nedeni ezilenler cephesinde zayıflayan anti-emperyalist anti-faşist bilinçtir. Bu bilincin zayıfladığı bir yerde ortaya güçlü devrimci bir inisiyatifin çıkması da düşünülemez.

Filistin direnişi haklı ve meşrudur

İsrail egemenleriyle, Filistinlilerin çatışmasının temelinde siyonist devletin işgalci, katliamcı politikaları yatıyor. Bu halkı onlarca yıldır yerinden-yurdundan edip göç yollarına düşüren İsrail egemenleridir. Dolayısıyla bu saldırgan politikalara karşı Filistin halkının direnişi haklı ve meşrudur.

Yine dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun, yaşanan ilhak ve işgal politikaları emperyalist-kapitalist sistemin genel politikalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Ve siyonist devlet de emperyalistlerin Filistin coğrafyasına saplanan kanlı hançerdir. Bu hançere suç ortaklığı yapan bölgenin gerici-faşist devletleri de emperyalizmin işbirlikçi güçleridir.

Proleter hareket, Filistin halkının haklı direnişini savunurken, Hamas vb. örgütlerin kadınlara, çocuklara ve genel olarak sivil halka dönük eylemlerini her koşulda reddeder. Bu dinci yapıların bölge halklarının haklı mücadelelerini bölen, haklılığına gölge düşüren pratiklerini de her fırsatta dile getirerek teşhir eder. Yine bu güçlerin bu denli büyümesine yol açan da emperyalistlerin bölgeye yapmış olduğu müdahalelerdir. Ve tabi ki, dünyada ve bölgede zayıflayan devrimci ve komünist inisiyatiflerdir.

Proleter hareket, bu tarihi tecrübeler ışığında, emperyalizme ve bölge gericiliğine karşı mücadelede siyasal İslamcı ve genel manada dinci ve gerici hareketlerin oynamış olduğu olumsuz rolün farkında. Dolayısıyla her durumda bu hareketlerin olumsuz pratiklerine karşı net bir tutum alır. Bu yapılara karşı ilerici-devrimci, laik güçlerin ortak mücadelesini destekleyerek, dayanışmada bulunur.

1392

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar