Cumartesi Mayıs 11, 2024

Sınırsız, mülksüz, ulussuz bir yaşam: Nubar Ozanyan

Gazeteden gördüm seni güneşe uğurlayışımızın haberini...  Aliboğazı şehitlerimizin yokluğunu derin bir şekilde yaşarken seninde aramızdan bedenen ayrılışının acısı eklendi.

Kısa bir haberdi; “Filistin'den Rojava'ya bir Ermeni” başlığıyla verilmişti. Başlığın kendisi ve yanındaki resim ilk andan çok farklı, özgün bir komünistin yanıbaşımızdan ayrıldığını anlatmaya yetiyordu.

“Her ölüm erkendir.” Bu gerçekliği ne çok yaşadık ve daha ne çok yaşayacağız. Sıcak savaşın yaşandığı yerlerden ölümsüzleşme haberlerinin gelebileceğini biliriz de... İşte belki de insanın kendini hazırlayamadığı tek şeydir ölüm! Hep hazırlıksız yakalanırız bu gerçeğe! Hep erken gelir, zamansız olur geride kalanlar için...

Haberlerini okudum hızlı hızlı ve yanındaki küçük resme baktım bir daha. Hafifçe boynunu sola eğmiş olduğun siyah beyaz resme... Sonradan öğrendim ki, fotoğraf çekilmeyi sevmezmişsin, o zaman anladım yüzündeki ifadeyi. Arkandaki dağlara baktım uzun uzun, sırtını yasladığın dağlara...

Haberde, Partimizin Ortadoğu Komitesi'nin açıklaması vardı. Filistin, Karabağ, Hayastan ve Rojava'da savaştığın yazıyordu. Ortadoğu bölgesinde, ezilen tüm halkların, ulusların yanında söz'le değil eylemle yer almışsın. Partimizin bütün açılımlarında  hiç tereddütsüz en önde yer almışsın. Genç bir Ermeni arkadaş “bu kişilik gerçek mi diye araştırdım” demiş. Gerçekten de yaşamını bütünlüklü olarak öğrenince sadece tüm savaş bölgelerinde bulunman değil tüm yaşam tarzının sisteme karşı güçlü bir reddin, isyanın örneği olduğunu anladım.

Devrimci olmayı, savaşçı olmayı sadece silahı elimize almak veya saflarda bulunmak ama tüm küçük burjuva alışkanlıklarımızı korumaya revam etmek olarak görenlerimizin sayısı az mı? Hatta bu tarz o kadar yaygınlaşmış ki, normal kabul edilmeye başlanmış durumda. Oysa ki devrimcileşmek, sistemin bütün dayatmalarına güçlü bir itiraz olmalıdır. Bu itiraz sınırsızlaşmayı, mülksüzleşmeyi, ulussuzlaşmayı, kolektifleşmeyi kapsamadıkça hep eksik kalır, hep geri çeker. Sistem yaşamın alışkanlıklarında kendine yer buldukça ondan kopuşup ileri atılmak (hiç tereddütsüz) ailem, işim, evim demeden savaşın gerektirdiği yerlerde yer almak mümkün müdür? Mümkün değildir! Gemileri tereddütsüz, geride hiçbir şey kalmayacak biçimde yakmak gerekmektedir.

Sevgili Nubar yoldaşım, kendimizi sorgulamada, ölçülerimizi değerlendirmede sen artık yeni rehberimizsin. Devrim için yapılması gerekenler hiç tereddütsüz yapılmalıdır. Burada en ufak bir hesaba kitaba girilmez. Geride bıraktıklarımız, “bedel” değil olması gerekendir. Bu sistemin anlayışıyla oluşturulmuş, her birimizi kendi dar dünyamıza çekmek görevini gören süslü zincirlerdir. Bunu tüm yaşamınla, bir daha hatırlattın bize!

Saatsizliğinden bahsetmiş bir yoldaş! Yaşamımızın saniyelere kadar bölünmesi, her anımızın bu sisteme, hiç fire vermeden hizmete koşulmasının somutlaşmış hali saatler. Latin Amerika'yı anlatan bir yazıda okumuştum. Orada bu simgeyi red, halen önemli ölçüde devam ediyormuş. “Şu saatte ve dakikada görüşmek, işe başlamak” mümkün değilmiş. Randevular geniş zamanlara alınırmış.  Hatta devlet, kamu dairelerinde aksayan işlerden dolayı kanun çıkartıp duruyormuş. Patronlar bu “tembellikten” şikayetçiymiş. Kapitalizmle değişen zaman algısını reddetmeden, onun yarattığı kişilik nasıl değişecek? Zamanı, sürekli “meta üretme”, “artı-değer çıkarma” üzerinden mili saniyelere dahi bölüyor “modern zamanlar”. Oysa sen herkesin anlattığı devrimci üretkenliği gönüllülükle, zamanı “sınırsızca” yaşamakla sağlamışsın. Vücudunu, yaşamını sistemin değil doğanın ve mücadelenin saatine ayarlamışsın!

Demek ki mesele, gemileri sadece maddi olarak yakmak değilmiş. Duygu da düşünce de yaşamın her anında onun sınırlayıcılığı, bireyleştirici, kalıplaştırıcı yanlarının tümünü o yangının içine atabilmekmiş. Che Guevera ile hemen hepimizin devrimcileşmeden önce bile tanışmışızdır. Arjantin'den Küba'ya, Afrika'ya Bolivya'ya uzanan yaşamı bütün ezilen halklarla atan yüreği,coşkunluğu nasıl da etkilemiştir bizi! Sen bizim Che Guevera'mız oldun yoldaş! Onun diktiği isyan ve sistemi red bayrağını, daha yükseklerdeki tepelere çıkararak bize özgür bir dünya düşünü bırakarak gittin...

Partimizin Kaypakkaya yoldaştan öğrendiği tüm ezilenlerin yanında sözle değil eylemle oluşunun somutlaşmış adı oldun sen! Bundan uzaklaşılan her ana bir cevap oldun! Son yaşanan krizimizde Dersim'e giderek çeşitli olanakları sonuna kadar zorlayarak partinin daha üst boyutta birliği için sonuna kadar uğraştın.

Sana söz sevgili yoldaş, tüm yaşamınla izlediğin gibi ezilenlerin mücadelesinde tereddütsüzce yer alarak kapitalizmin bütün zincirlerini, dayatmalarını kişiliğimizde yok ederek, kararlılıkla mücadelemize daha fazla sarılacağız.

Sana söz sevgili yoldaşım, partimiz yaşadığı krizi sınıf mücadelesinde yeni olanaklar, yeni savaş siperleri yaratarak ve kavganın öncü gücü olarak aşacak! Zaferimizi sen ve bütün ölümsüzleşenlerimizle birlikte kazanacağız.

And olsun ki, özgür dünya düşlerini gerçek kılacağız...

(Bir Partizan)  

41043

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

Sayfalar