Cuma Mayıs 17, 2024

„Sosyal Medya“ paylaşımları ve ‘kişilik’ (1.Bölüm)

“Sosyal medya” paylaşımları denilen, özünde “sanal alem” olan bu alandaki hastalıklara, yozlaşmaya, kişilik ve ahlaki tükenişe dikkat çekmek gerekiyor. Bunun için yazı boyunca ifadelendirmeyi “sanal alem” olarak kullanmayı doğru buluyorum. Zira, “sosyal medya” olarak ifade edilmesini ise kısmen bir manipülasyon olarak görürken, ifade anlamını tam karşılığıyla bulmadığını düşünüyorum. Sosyalleşmek orada olmak, direkt yaşamak, temas etmektir! Mekanik biçimiyle ifade edecek olursak, gözlerinin içine bakmak, yüz mimiklerini görmek, dokunmak, o an’ı aynı hava koşullarında yaşamaktır. Canlı iletişimdir. Oysa sanal alemde yalnızca ekrana bakıyoruz!

Türkiyelilerin İnternet ve sanal alemde zaman geçirme de dünya lideri konumunda olduğunu biliyor muydunuz? Bu durum, kullanımda ve onca zaman geçirme süresinde, ihtiyaçları karşılama temelli değil, gerçeği yaşa(ya)mayan, sanal alemde ‘yaşayan’ bir toplumun gerçekliğini ifade ediyor!

Önce sanal alem de yapılan paylaşımların, uzmanlar tarafından bilimsel olarak nasıl yorumlandığına bakalım. Sonra, kendi hedef kitlemizde ki yansımasını ve nasıl hayat bulduğunu irdeleyelim.

Sosyal medya da aktif olan bir çok kimse bu alanda gerçek isimleriyle yer alırken, gerçek kimlikleriyle/kişilikleriyle yer almıyorlar. O alanı kullanan başkalarına ‘ideal beni’ yansıtıyorlar. Uzman Psikologlar bu durumu gündelik yaşamda yetersiz, yalnız kalmış, ilişkilerinde başarılı olamayan, problemli, dev egolar taşıyan, narsist, kendine güveni az kimselerin sosyal medyayı en çok kullanan kimseler olduğunu söylüyorlar. Bu kimselerin kendilerini sanal alemde ‘zeki, başarılı, ideal insan, çok iyiyi ve en doğruyu bilen, bilge, düşünür, yazar-çizer, entelektüel, mükemmel vb.’ şeklinde yansıtma çabaları olarak değerlendiriyorlar. Bu da karşıdaki insanları kandırmanın, kolayca yalan söylemenin zaman içinde bir kişiliğe/karaktere dönüşmesini sağlıyor.

Sanal alam de ki paylaşımlar, medyanın kullanımı, kısacası her şey insanın referans kriterlerini, baz aldığı ölçüleri yok etti. İnsanlar, başarının referansını takip ettiği medya kullanıcılarından alıyor. “Ahmet gibi Roma’ya gideceğim, Mehmet gibi arabam, Hasan gibi evim olacak, Ayşe gibi elbisem, Fatma gibi düğünüm olacak” vb. deniyor. Başkalarının gerçek veya gerçek olmayan paylaşımlarından kendisine ait olmayan hayaller toplayarak bir başarı kriteri oluşturuluyor. Kendi yaşamından çok, bir başkalarının yaşamı takip ediliyor.

Günün en az 5-6 saatini (hatta 10-12 saatini) sanal alemde geçiren günümüz insanı, paylaşımlarıyla, beğenileriyle, yazışmalarıyla muazzam bir benzeşme içerisindedir. Herkes ama herkes aynı şeyleri paylaşıp beğeniyor. Kimileri ise bu durumu “ben bilgi almak için paylaşıyorum. Bilgi temelli paylaşımlarım var. Okuduğum makale, kitap vb. şeyleri paylaşıyorum” diyerek kendisinin bu alanda yer alan sanal alemcilerden ‘farklı’ olduğunu savunuyor. Bu kimseler esasen kendilerini kandırıyorlar. Örneğin, bir düşünürün, bir yazarın, yazısını veya kitabını paylaşmak ‘retweet’ etmek dahi ‘bakın ben de buradayım’ demektir. Hatta ‘benim okuduğum şeyler bunlar, benim entelektüel düzeyimi görün’ demek, kendini göstermek, ispat etmek, kabul ettirmektir.

Facebook ve Instragram başta olmak üzere, diğer sanal medyada, hatta WhatsApp, Tango gibi uygulamaların profil fotoğraflarında dahi kullanılan fotoğrafların anlamı koca bir “ben” egosunun şaha kalkmasıdır. Paylaşılan fotoğrafların incelemesini yapan uzmanlar, paylaşımların yarısından fazlasını kişilerin tek kişilik fotoğraflarından oluştuğuna dikkat çekiyorlar. İnsanların bu kadar çok kendilerini fotoğraflayıp medyada paylaşması, beğenilme, taktir edilme egosunun her geçen gün artmasıdır. Öyle ki, paylaşımı veya kendi fotoğrafları az beğenildiği için psikologlara giden hastaların arttığı bir dünya gerçekliği içerisindeyiz. Beğenilmeye, taktir edilmeye, olmayan biri gibi kendisini gösterip önemsenmeye, ciddiye alınmaya, onaylanmaya bu kadar önem vermek temel bir takım şeylerin eksikliğine işarettir.

Bu narsist ego, gündelik sohbetlere de yansıyor; “o fotoğrafı, o yazıyı ilk ben paylaştım, ben şu kadar ‘like’ aldım. Şu kadar ‘beğeni’, şu kadar ‘paylaşıldım’ oldu” diyerek önemsendiğini, yüzlerce, binlerce insanın kendisini takip ettiğini, ciddiye alındığını, kendi dünyasında ‘ünlü’ ve ‘tanınan’ biri olduğunu sanıyorlar. Bu da müthiş bir egoya neden oluyor. Bu duygular süreç içinde değişik ‘mutluluk’ arayışlarına itiyor kişileri. “Herkes beni takip ediyor, ama benim hiç kimseyi takip etmeye ihtiyacım yok, çünkü herkesin benden öğrenecekleri var, ben en iyi, en entelektüel, en zekiyim” egosu baskın duygu oluyor. Sanal dünyanın yarattığı bu ruhsal, kişilik ve karakteristik hastalık gündelik yaşamda da yerini buluyor. Kimseyle sağlıklı ilişkiler kurulamayarak yalnızlaşmaya sürüklüyor insanı. Bilişim ve iletişim çağında, insanın yalnızlığının temellerinden birini oluşturan etmenlerden biri budur.

Gelişen teknoloji insan yaşamında bir çok şeyi kolaylaştırsa da, ciddi bir bağımlılıkta geliştirdi. Ellerde telefon düşmez oldu. İnsanlar yıldızlara bakmayı unuttu. Yürürken, toplu taşıma araçlarında yolculuk yaparken, yemek yerken, kafede otururken kısacası her yerde tüm ilgi telefonlarda toplanıyor. Bu durum, arkadaşların kendi aralarında, eğitmen ile öğrencinin ilişkilerinde, çocuğun aile içi iletişimlerinde zayıflamaya neden oluyor. Kimse birbiriyle yeterince zaman geçirmiyor. Zamanın çoğu dijital araçlarla geçiriliyor. Sanal alemde geçirilen zaman, reel yaşamdaki bağı koparıyor. Uzun yıllar birbirini görmeden, herhangi bir paylaşım yaşamadan sürdürülen yapay ve sanal ilişkiler ortaya çıkıyor.

Sanal alem üzerinde kurulan ilişkilerin önemli çoğunluğu, aldatmaya ve yanıltmaya dayalı ilişkiler oluyor. Zira, gerçek kişilik değil, ‘ideal ben’ ile kurulan ilişkiler. Yani karşındakini aldatmaya, kandırmaya, yanıltmaya dayalı ilişkiler kuruluyor. Reel iletişimin yerini alan sanal iletişim, bir çokları tarafından ‘daha sosyal’ olunmakla ifade edilse de, esasen tam tersi, gittikçe yalnızlaşıyoruz.

Örneğin, hiç sesini duymadığınız, yüzünü görmediğiniz insanlara duygusal bağlılık başlıyor. Saçma ama gerçek. Çünkü sanal alem sizi önce yalnızlaştırıyor, sonra bu yalnızlığınızı, tekil halinizi aşmanız, ruhsal boşluğu doldurmanız ve kendinizi yalnız hissetmemeniz için yazıştığınız karşıdaki kişiye duygu beslemenize neden oluyor. Bu alanda kurulan ilişkiler ve sanal alemin verdiği rahatlık ile aldatmalar daha yoğun yaşanıyor. Süreç içinde aldatmak sıradan bir eyleme dönüşüyor.

Sanal alemde tüm bu yaşanılanların yanısıra, kişiler de dikizleme kültürünün geliştiğini söyleyen uzmanlar; “İnsanlar, kim nereye gidiyor, ne yapıyor, ne yiyip, ne içiyor diyerek birbirini dikizliyor.”diyorlar. Araştırmalar, bu kişilik bozukluğunun oranını %60’lara vardığını açıklıyor. Bu durum yalnızca bir kişilik bozukluğuna yol açmakla kalmıyor, sevdikleriyle, takip ettikleriyle kendi yaşamını kıyaslamayı, onlardan geriye kalmamayı, aynı şeyleri yapmak için kendini paralamayı getiriyor. Aynı şeylere sahip olunamadığında ise derin bir mutsuzluğa dönüşüyor. Başkalarının sahip olduklarına sahip ol(a)mamak, bunu da her eline telefonu aldığında, bilgisayarı açtığında yeniden-yeniden görmek, tanık olmak, geride kalma duygusunu yaratarak, ezikliği, hiçliği, eksikliği, başarısızlığı, iç dünyasında kırılmayı getiriyor. Yani, ne kadar dikizliyorsa o kadar kendisi ile kıyaslama, o kadar huzursuzluk, o kadar kendini paralama ve o kadar mutsuzluk oluşuyor. Sürekli bir rekabet, sürekli sahip olma, geride kalmama kompleksi.

Yazımızın ikinci kısmında değineceğiz ama buraya not düşelim. Ki, yazının ikinci bölümüne kadar bir manipülasyona maruz kalmayalım. İnsan teknolojiyi yapar, teknoloji insanı geliştirir. Bu karşılıklı gelişim döngüsü bilimsel, bilinçli ve ölçülü yaklaşan topluluklar için geçerlidir. Bu ölçütlere sahip olmayan topluluklar için tam aksidir, yıkıcıdır! Yukarıda yazdıklarımız, kullanılan sanal medyanın bilinçsizce ele alınmasından kaynaklı oluşan kimi olumsuzluklardan yalnızca küçük bir kısmıdır. Keza, yazımızın diğer bölümünde bunlara değinmeye devam edeceğiz. Burada işin olumsuz yönünü ifade ederken, insanlığa kattığı bir çok olumlu yönünü yadsıdığımız düşünülmemelidir. Aksine, insanlığa katkılarını, yaşamda sağladığı kolaylıkları saymakla bitiremeyiz. Ancak bu yazı da ki amaç, yayılmakta olan olumsuz yönlerine dikkat çekmektir. İletişim teknolojisini kullanmayalım demiyoruz. 17.yy’ın ilk çeyreğinden başlayan ‘makine kırıcıları’ gibi teknolojiyi ret edelim de demiyoruz. Bilinçli ve ölçüsünü bilerek kullanmaktan bahsediyoruz. Çünkü, bu şekilde bir kullanım, bu alanda daha etkin, daha nitelikli ve daha yaratıcı şeyler geliştirmeyi mümkün kılacaktır. Kendimizde bir ölçü yaratmadığımız halde, yetiştireceğimiz çocuklarımızda bunun ölçüsünü tutturmak mümkün olmayacaktır.

Devam edecek… 

49455

H.Gürer

H.Gürer sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

H.Gürer

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Korku çemberini kıracağız

Ülkemizde zulüm kol geziyor,toplu katliam,işkence,kadına , çocuğa tecavüz yasalarla resmileştiriliyor. Biz hala kör,sağır ve dilsiz yaşamayı tercih ediyoruz. Kaderciliğe boyun eğme,korkuyla uyuyup,hergün ölüm haberleriyle kalkmak günlük yaşamımızın sıradan bir parçası olmuş , acı olanı ölümleri kanıksamış gibiyiz. Şunu söylemeliyim ki,özgürlüğün ve demokrasinin en büyük düşmanı,faşizm tarafından yaşatıldığımız katliam ve zülümlere karşı sessiz kalmamızdır. Kendi özgürlüğümüzden vaz geçerek,kölece yaşamaya tercih etmemizdir.

Sıra İzmir belediyesine de gelecek! Çetin Çetin

15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek tüm muhalif kesimlere açıkça savaş açan RTE ve AKP hükümeti denetimi altına aldıkları yargı vasıtasıyla tüm muhalif kesimlere karşı gözaltı ve tutuklama saldırısı başlattı. Öyle ki 6 milyon oy alarak parlamentoda 3. parti konumundaki HDP’nin eşbaşkanlarının içinde bulunduğu 11 milletvekili tutuklanarak çeşitli hapishanelere konuldu. Öyle bir kin, öyle bir düşmanlık güdülüyor ki eşbaşkanlar ve milletvekilleri aile ve yakınlarından çok uzak yerlerdeki hapishanelere konularak aile ve çevrelerine de zulüm ediliyor.

Ölü paradigma ve ulus-devlet

“Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.” (Ergin Yıldızoğlu; http://globalpolitikultur.blogspot.com.tr/2007/11/pax-ottomana-ve-dier-masallar.html).

Emperyalizm ve Ortadoğu -3- Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının “Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Sayfalar