Cumartesi Mayıs 4, 2024

“Süreç kendini yenilenmeyenleri affetmez!”

Dünyada ve Türkiye'de emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu ekonomik politik krizler sıcak savaş şekline bürünmüş; yoksulluk, ölüm, göç, katliamlar dünyanın olağanı haline gelmiş durumdadır. Durum buyken Hindistan, Filipinler gibi birkaç coğrafyadaki Maoist partiler dışında komünizm hayaletinin dolaştığını söyleyebilecek durumda değiliz. Çoğu yerde komünist partiler artık sadece isim olarak mevcuttur. Elbette ki halklar yaşadıkları zulme sessiz kalmıyorlar. Dünyanın dört bir yanında ezilenler ayakta! Fakat bu isyanlar ya kendiliğinden gelişip zaman içinde sistem tarafından etkisizleşiyor ya da başta dini cihatçı örgütler olmak üzere ulusal, kültürel hareketlerin önderliğinde silahlı ya da barışçıl şekilde yaşanıyor. Yani ezilenler tepkilerini göstermekten, canlarını feda etmekten kaçınmamakta ama bu 19. yy. sonu ve 20. yy'ın son çeyreğine kadarki dönemde olduğu gibi komünist ideolojiyle olmamaktadır. En genel haliyle bunun nedeninin komünist partilerin Marksizm'i kendi ülke koşullarına uyarlama ve geçen zamanda ortaya çıkan çelişkilere gör kendini yenileme, konumlandırma yeteneğini göstermemeleri bahsi geçen coğrafyalarda kök salamamalarına, yabancılaşmalarına yol açmıştır.

Bu yabancılaşmaya rağmen başta SSCB'nin ve Çin'in revizyonistleşmesi ve SSCB'nin uzun bir sosyal emperyalistlik döneminden sonra çöküşü, kolektifimizin de çeşitli defalar saptadığı gibi “tasfiyecilik rüzgarlarının” esmesini getirmiştir. Bu rüzgar, halk içinde kök salmayan, ideolojisini yerelleştirip politikasını somut koşulların somut tahliline göre yapamayan KP'lerin bazılarının çatısını uçurdu, bazılarının evini tamamen yıktı, bazıları kapıdan pencereden her tarafından hasar gördü.

Tasfiyecilik rüzgarının etkilerine erken dönemden dikkat çeken kolektifimizin yeterli bir ideolojik-politik-örgütsel hazırlık yapmamış olduğu, sınıf mücadelesindeki yeri ve etki gücüyle ortadadır. Sınıf çelişkilerinin ulaştığı boyutla KP'nin buna cevap olabilme yeteneği arasındaki açı farkı, varlığı sınıf mücadelesine bağlı olan KP'ler için sürekli bir kriz nedenidir. Bu krizlerin tek çözüm yolu aradaki açı farkını kapatmaktır. Yani, sınıf çelişkilerine cevap olabilme yeteneğini kazanmaktır. Buradaki temel mesele, bir KP'nin bahsi geçen açı farkının kökenlerini çözümleyebilmesi, yaşanan krizin yapısal mı yoksa geçici-tekil sorunlar nedeniyle mi çıktığının belirlenmesidir. Eski hatalara tekrar düşmemenin tek yolu budur!

“Gerçeğin gözüne bakmak” zorunluluktur!

Genel olarak krizler mevcut çelişkiler arasında bozulmuş olan dengenin tekrar yeni koşullarda kurulabilmesi imkanını da içinde taşıyan patlamalar olarak tanımlayabiliriz. Krizler, mevcut durumun sürdürülemezliğinin kanıtıdır. Her kriz, çelişkilerin artık yeni bir evreye sıçrayacak olgunluğa geldiğini de gösterir.

Krizler, süreçlere müdahil olamama, yönetememe, karmaşa gibi çeşitli emarelerle kendini gösterir. Bir KP açısından bu aşamadan sonra önemli olan krize girmiş olmak değil bu krizi nedenleriyle birlikte çözümleyip kendini yenileyebilme olanağı olarak kullanabilmesidir. Krizler, bazen kangrenleşmiş sorunların köklü çözümü için önemli fırsatlar olarak ortaya çıkarlar.

Bu nedenle KP'lerin yaşadığı krizler karşısında paniğe kapılıp moral bozmak yerine krizlere ortaya çıkaran çelişkilere, krizlerin niteliğine objektif olarak yoğunlaşmaları, bunun için gerekli mekanizmaları yaratmaları ve krizi KP'nin ileriye doğru bir sıçrama tahtası olarak kullanabilmesi büyük önem taşır.

Ezilen halklar için iktidar savaşımında örgütten başka bir silah yoktur. Bu nedenle KP'lerin yaşadıkları krizlere, hiçbir dolaylı yola sapmadan, “gerçeğin gözlerinin içine bakma” cesaretini göstererek yaklaşmaları hayati zorunluluktur. Kriz dönemleri, çözümün yavaştan alınmasını gerekli müdahalelerde eksik kalınmasının ertelemeci yaklaşımın gelişmesi kaldırılamaz. Bu dönemler devrimci kadroların-militanların tüm yeteneklerini, yaratıcılıklarını, ataklıklarını sonuna kadar kullanmaları gereken dönemlerdir. Stalin'in “her şeyi kadrolar belirler” şiarının her zaman bilincinde olunması gereklidir. “Kim yapacak?” sorusunun cevabı her zamankinden daha fazla “ben-biz” olarak gür sesle verilmelidir.

“Eğer bir siyasal parti, hastalığa doğru ad koymak, hastalığı doğru teşhis etmek ve tedavi çaresini aramak cesaretini göstermiyorsa, o, saygıdeğer bir Parti olamaz.” (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 141)

Yaşanan hastalıklar krizlerin nedenlerini doğru adlandırmaya ve tedavi edemeyen bir parti saygıyı değer olamaz, çünkü kendi sorunlarına dürüst yaklaşmayan bir parti, sınıf mücadelesinin sorunlarına vakıf olabilme özelliğine sahip olamaz. Sınıf mücadelesinde etkin rol oynayamaz. Zaman geçtikçe güç kaybeder, tarih sahnesinden silinir.

Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao'da çok sayıda yol gösterici örnek bulabiliriz. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız krizle uğraşmıştır. 1905 yılında yaşanan parti krizinde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuş, tüm partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen MK'ya karşı tüzüğün verdiği haklara dayanarak harekete geçirmiştir. (Lenin, S.E., c.3, Parti kongresi isimli makale ve dipnotlara bakılabilir.) Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci kadrolara yönelik “isyan güzledir” der. (Bir Adım ileri iki Adım Geri, s. 238)

İ. Kaypakkaya'nın önderimiz olması bizler için her zaman övünç kaynağı olmuştur. Bunun başlıca sebebi Kaypakkaya yoldaşın hiç çekinmeden o dönemin tüm otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamalarına aldırmadan, hatta TİİKP'nin ölüm tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı, reformist, revizyonist zeminden kopuş gerçekleştirmiştir. Bu kopuşun, dönemin diğer devrimci çıkışlarından farkı Marksizm'i bu topraklara özgüllemede gösterdiği başarıdır. Kemalizm, Kürt sorunu, Halk Savaşı başlıklarında zamanın fersah fersah ilerisinde belirlemeler yapmıştır. Önderlik budur! Yani yaşanan toplumsal sorunları çözümleyebilmek, gösterebilmek, ileriye doğru koşar adımlar atabilmektir.

Açıktır ki, önderlik belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup kutsallaştırarak yapılamaz. Kaypakkaya'nın isyanı da bunlara karşı olmuştur.

Komünist hayaletinin bu topraklarda dolaşması için

Yaşadığımız coğrafyada başta Kürt sorun olmak üzere kadın sorunu, işçi-emekçilerin örgütlenmesi, ekolojik problemler, yarı-sömürgelikle bağlantılı bağımsızlık meselesi, tarım sorunu, dost örgütlerle ilişkiler, dinci hareketlerin gelişmesi, muhafazakar kesimlerin devletin ideolojik hegemonyasında bulunmaları, Alevilik ve diğer inanç ve azınlıkların sorunları, Ortadoğu'daki gelişmeler gibi temel meselelerin “somut koşulların somut tahlili” ilkesiyle ele alınıp iktidar savaşına bağlanabilmesi görevi önümüzde duruyor.

Kaybedecek tek bir saniyenin bile olmadığı bu koşullarda tüm devrimci kadroların yapılacak-yapması gereken işlerde kararlarının net olması, krizi doğuran çelişkilerin yeni sürece uygun olarak çözümlenebilmesine yoğunlaşması kısmi-palyatif adımlara değil bütünsel çözümlemelere odaklanması komünizmin bu topraklarda sadece sınırlı kesimler içinde değil tüm ezilenler içinde bir hayalet olarak dolaşabilmesi için Marksizm'i özgülleştirilebilmesine yönelmesi gereklidir. Sınıf mücadelesine yanıt olamamaktan kaynaklanan krizlerin çözümü ancak sınıf mücadelesine göre kendini ideolojik-politik-örgütsel olarak yenilemekten geçmektedir.

Bu yenileme, azmi ve isteği yaşamın, mücadelenin ta kendisidir. Son yıllarda başta Gezi İsyanı olmak üzere ortaya çıkan kitle hareketlerinin yönlendirilememesi “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şiarını edinmemiz için belirleyici neden olmalıdır. Kaypakkaya gibi bir öndere sahip olan bir partinin gelişmekten, dogmatik/bürokratik zeminden kopmaktan korkması için bir neden yoktur. Yaşanılan yenilenme sancısıdır. Ve açıkça ortaya çıkmıştır ki, “süreç kendini yenilemeyenleri affetmeyecektir!”

 

Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden Tutsak Partizan Hiyem Yolcu

47220

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)

Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

„Holodomor „ Yalanı Üzerine

Başta Avrupa emperyalist burjuvazisi olmak üzere, bütün gerici devletler, emperyalist Rusya'nın Ukrayna'ya saldırı ve işgalini bahane ederek, tüm SSCB kazanınlarını, anıtlarını yok etmenin yanında, yeni yeni kararlarla, Stalin önderliğindeki SSCB'ni ve sosyalizmi karalamak için her türlü yalana baş vurmaya hız verdiler. Burjuvazinin, sosyalizm ve onu anımsatan herşeye düşmanlığı, kapitalizm ayakta kaldığı sğrece devam edecektir. Bu nedenle, burjuvazinin bütün yalanlarını açığa çıkarmakta devrimci mücadelenin en önemli ayaklarından biridir.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!

AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han Ve Süleyman Cihan!

Dün, Sansaryan Han’a ilişkin bir haber okudum gazetelerde: “92 yıl sonra Sansaryan Han için tarihi karar.” başlığı altında, özetle, şunlar aktarılmaktaydı: 

 

Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.”[1]

 

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık

Filipin Komünist Partisi'nin (FKP)  kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve  Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)

"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"

Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)

Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor. 

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!

Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.

Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.

Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz

Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.

Katliamlar Cumhuriyeti

13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.

Sayfalar