Pazartesi Mayıs 6, 2024

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Bu soyut tanımı derinleştirmeden ve konuyu güncel bir tartışmaya bağlamadan evvel, belirli tespitleri koymak adına ilk elden belirtilmesi gereken nokta, bahse konu “gerekliliğini yadsıma”nın ve “vazgeçme”nin; cepheden bir ret halini değil, kaynağını dogmatizmden alan ve pratik alana dahil olan onlarca pratiği ve yönelimi işaret ettiği gerçekliğidir. Bu anlamda tasfiyecilik, devrimci komünist olmanın gerekliliklerini yerine getirmemeyi, proleter ideolojiyi özümsememeyi ve geliştirmemeyi, ilke ve yöntemleri rafa kaldırarak örgütlenmede liberal, pratikte ise kitlelerden kopuk kalmayı vb. vb. içermekte; tüm bunların toplamı ise politik çizginin silikleştiği ve örgüt olma gerçekliğinin yadsındığı bir bünyeye işaret etmektedir.

TDH açısından ciddi bir ideolojik kırılma alanına tekabül eden bu durum, özellikle 1980’li yılların ardından ülke toplumsal muhalefetine ciddi anlamda sirayet eden bir hal alırken, TDH’nin bütününü ise kitlelerden kopuk ve ezilen yığınların ihtiyaçlarına göre şekillenmeyen, onların politik istenç ve taleplerini örgütleyemeyen bir hale itmiştir. Bu da özneleri, kavrayışta ve ideolojide bilimsel sorgulayıcılıktan uzak, pratikte ve çalışma tarzında bürokrat, örgütlü yapıda ise kafa-kol ilişkilerine mahkum kılmaktadır.

Çuvaldız Devrimci Örgüte...

Çerçeve tasfiyecilik olunca, tarihçesi, enternasyonal alanda ve ülke bazındaki karşılıkları çok boyutlu bir tartışmayı koşullamakta ve bu da kapsam itibari ile bir gazete sayfasını aşmaktadır. Bu nedenle konuyu daraltmak adına, eleştirinin en doğrudan yöneltilebileceği alana, yani özne olana/devrimci olana dair bir kapsam koymak yerinde olacaktır. Zira, bahse konu eleştirilerin hem temel yönü hem de eleştirinin işaret ettiği sorunu çözüme kavuşturmanın beşiği devrimci örgütlenmedir.

Bu anlamda tasfiyeciliğin açtığı yaralar olan çalışma tarzında bürokratizm ve örgütlü yapıda kafa-kol ilişkilerinin ilk kaynağı kitlelerden kopmaktır. Doğrudan pratiğe yönelik bir organizasyon olan devrimci örgüt, kitlelerin çelişkilerini ve muhalefetini örgütleyemediği, onlarla arasındaki mesafeyi genişlettiği oranda “kendisi ile olan meşguliyetini” artırmakta, bu da onun pratiğini dar bir “iç mesele” aralığına tıkamaktadır. Devrimci örgütün temel misyonu olan devrimci politika ve pratik, TDH özgülünde yerini “günü kurtarma” pratiğine, sürekli olarak da “kendisini tartışma” haline itmektedir.

Bu durumun yarattığı ideolojik kırılma, bir savrulmaya işaret etmekte ve bünyeyi savunmasız bıraktığı gibi devrim iddiasını da silikleştirmektedir. Açık olan şudur ki, kitlelerden kopuş “misyonunu oynayamama” haline işaret etmekte ve bu da politik çizginin silikleşmesine, politik olanın, ideolojiye ait olanın ve devrimci olanın hükmünü yitirmesine sebep olmaktadır.

Kitlelerle kaynaşmanın (günümüze göre) daha ileri noktada olduğu ’70’li yılları ve görece 90’ların son yarısını saymazsak, gecekondu direnişlerinden grev ve toprak işgallerine, ödenen bedellere vb. rağmen bugün kitlelerle kaynaşmaktan uzak bir noktadayız. On yıllardır kitleler üzerindeki etki gücü, kurumsallaşmış örgütlülük yapısı ve önderlik sorunu TDH’nin kronik problemleri olarak süreğenliğini korumakta, Gezi İsyanı gibi bir hareketlilik karşısında bile yaklaşım “ders çıkarmanın gerekli olduğu” belirlemesi dışına taşmamaktadır.

Bu temelde Mao yoldaşın Koalisyon Hükümeti Üzerine başlıklı makalesinde “Her doğru görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) uygun düştüğü yerde kitlelere bağlanmakta, her yanlış görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) ters düştüğü zaman kitlelerden koparmaktadır” sözü ile işaret ettiği durum, tam da bahsettiğimiz pratiğin zararına işaret etmektedir.

Kadrolar ve yozlaşma...

Bahse konu durumun en deşifre olduğu alan ise, örgüt yapısı ve kadrolar olmaktadır. Zira, tasfiyeciliğin etkisi politik çizgiyi rafa kaldırdığı anda, örgüt açısından devreye kafa-kol ilişkileri girmekte, bu da bürokratik çalışma tarzına koltuk değneği olmaktadır. Her çalışma tarzı ve ele alış kendi kadro profilini yaratırken, bahse konu kurumsallaşma ve önderlik sorunlarını çözemeyen, daha doğrusu bu çözümü dolaysız kitle pratiğinde aramayan bir devrimci örgütün yaratacağı kadro profili ise, kararları uygulamada politikaya ilgisiz ve çalışma tarzında memur zihniyetli, dedikodu kültürüne bulaşmış, sorgulama ve geliştirmeden uzak, yetinen ve biat eden nitelikte olmaktadır.

Bu realitenin bir ayağı ideolojik ve siyasi gerilik olurken, diğer ayağı da soruna karşı müdahaleye doğru önderlik edilememesi ya da bu misyonu üstlenenlerin sorunun merkezinde durmasıdır. Zira, örgüt olmanın gerekliliği, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını dinamikçe işletmeyi, demokrasiyi ve “altta” olanın “üstte” olanı sorgulayabildiği, karar ve yönelime katılabildiği ve ideolojik sağlamlık ve iş yapabilmenin görevlendirmede temel kriter olduğu bir yapıyı koşullamaktadır.

Sonuç olarak; tespitini yaptığımız tasfiyecilik ile mücadele, özü itibari ile doğru ideolojik-siyasi-örgütsel çizgiyi oturtma mücadelesidir. Aktardığımız tablonun pozitif yanı, çelişkiyi açığa çıkaran koşullardır. Zira, bu koşullar içerisinde ancak pozitif tutum alınabilecek zemin açığa çıkartılabilir. Bu anlamda esas olan, doğru ideolojik-siyasi çizgide ısrar etmek ve bunu gerçek kılma mücadelesi vermektir.

45153

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Sayfalar