Salı Mayıs 7, 2024

TKP/ML-GYDK:Halk savaşını sürdürme kararlılığımızın temsilcisi şehitlerimizin adları ve idealleri sonsuza dek yaşayacaktır!

Yoldaşlar; Çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler;

OCAK ayı, hem partimiz ve hem de UKH açısından özel bir önem ve anlamla yüklüdür. Partimizin mirasçısı olduğu TKP’nin kurucusu yoldaş Mustafa Suphi ve ondört yoldaşı bu ayda Kemalistler tarafından katledildiler. Uluslararası Komünist Hareketin önderi yoldaş Lenin bu ayda aramızdan ayrıldı. UKH’in en kalifiye temsilcileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu ayda Alman tekelci burjuvazisinin silahlı güçleri tarafından hunharca katledildiler. Partimizin en değerli kadroları, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Atilla Özkan bu ayda şehit düştüler. Ve de partimizin önderi, kurucu-kuramcısı, yoldaş İbrahim Kaypakkaya bu ayda düşman güçleri tarafından tutsak edildi. İşte tam da bu nedenden dolayı partimiz TKP/ML Ocak ayınının son haftasını Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan etti 1978 yılındaki ilk parti konferansında.

Bu yılki Parti ve Devrim Şehitlerimizi anma süreci öncesi, kuşatılmış kale konumundaki Aliboğazı’nda 8 yoldaşımızın, en elverişsiz koşullarda, havadan ve karadan oluşturulan kuşatma ve yoketme saldırısında, günler süren çatışma sonucu kasımın son haftasında şehit düşmesinin derin ve içten acısını yaşadığımız, düzene karşı ise gerçek bir öfkeyle doluptaştığımız bir döneme denk geldi.

Aliboğazı, burjuva-feodal faşist devletin bağrına saplanmış bir kamaydı, faşist devletin av köpeklerine geçit vemiyor, gerillayı bağrında gizliyordu. Yoldaşlarımız, sarsılmaz bir kararlılık ve gözüpeklikle savaşarak şehit düştüler ama, sonrakilere, yoldaşlarına, ilham alabilecekleri yüce bir direniş mirası bıraktılar. “Sekizler”in adları Aliboğazı’na kandan ve ateşten harflerle yazıldığı devasa bir direniş destanı olarak geçecektir partimiz TKP/ML’nin tarihine. Yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik statümüzün kendine özgü özellikleri ve özgünlüklerinde şu bir gerçektir ki; devrim ancak, sayısız şehitlerinin omuzlarında yükselebilir. Devrimimizin özel gelişme yolu, ısrarla ve inatla bunu emrediyor. Ve bu yol, başka şeylerin yanında, aynı zamanda bizi bir arada tutan çimentodur da.

Geçtiğimiz yüzyılın devrimler tarihinin de işaret ettiği gibi, bizimkisi gibi bir ülkede, devrimci şiddet devrimimizin temel biçimidir. Bu da, “silahların eleştirel gücünde ısrarlı” partimize zorlu ve büyük görevler yüklüyor. Partimiz TKP/ML, faşist iktidara karşı, uzun süreli savaş üzerinden giriştiği zorlu ve amansız kavgada, tarihsel hareketin yönü üzerinde etkide bulunarak savaşçı parti kimliğiyle uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşında ısrar ediyor. Ve, Demokratik Halk Devrimi yolundaki her adımı, parti şehitleri kervanına yenilerini ekliyor. Zira, “zafer hiçbir zaman kendi kendine gelmez; her zaman söküp alınır”; ağır bedeller, sayısız şehitler pahasına da olsa.

Halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve altınçağa giden yolun tuğlaları ateş nehrinden geçerek örülebilir. En çok da Dersim’in “Beşleri”, ve sonra Cengiz, Özgüç, Hakan, Haydar agdal,Murat Tekgöz ve “sekizler”, yani Ersin, Hasan, Murat, Alican, Samet ve ismi henüz saptanamayan diğer üç yoldaşımız bunun bilincindeydiler.  Partimiz TKP/ML, “şehirleri kırlardan kuşatma” stratejisi temelinde, uzun zamana yayılan bu zorlu halk savaşı sürecinde başta Parti kurucumuz İbrahim Kaypakkaya olmak üzere sonraki yıllarda şehit düşen genel sekreterlerimiz, Süleyman Cihan, Kazım Çelik ve Mehmet Demirdağ ve yüzlerce parti kadro, üye ve sempatizanını şehit verdi. Ama yitim süreci aynı zamanda onların deneyimleriden doğru dersler çıkarma süreci de oldu.

Yoldaşlar;dostlar Çelişme ve çatışmaların ağırlık merkezinin Ortadoğu ve Türkiye’ye kaydığı bu süreçte, kapitalist sistem, krizin kaosu içinde yolunu şaşırmış durumda. Sermaye kendi gelişmesinin taşıdığı kaçınılmaz çelişme ve uzlaşmazlıkların baskısı altında gitgide güçten düşüyor. Dünya pazarının sınırlı kapasitesiyle, kapitalizmin üretken olanaklarının aşırı büyümesi arasındaki derin uçurumun felaketli sonuçları, sistemi her yerinden zincire vuruyor. Artı-değer avcıları zorda; sistemin dikişleri tutmuyor. Güç alanlarını genişletmek için müdahil oldukları Ortadoğu ve Kürt coğrafyası ise ateşle sarsılıyor. Türkiye ve Türkiye-Kürdistanı, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tarihinin en pervasız saldırganlığıyla karşıkarşıya. Darbe girişimi,devletin dümenindeki Tayyip ve AKP için, ülkeyi yeniden dizayn etmede “Tanrının bir lütfu” oldu. Ötekileştirilen herkes potansiyel suçlu. Nefes almanın bile yasaklandığı bir süreçtir yaşanan. Tek bayrak, tek millet, tek devlet üzerinden azgın Türk milliyetçiliğinin, ortaçağ küfü dini gericilikle harmanlanarak pompalandığı bu özgün mecra, koyu bir faşizmin hüküm sürdüğü yaygın bir “sürek avı”dır; işçiye, emekçiye, özellikle Kürte, komünist, devrimci ve ilericilere ve onların örgütlenmiş kurum ve güçlerine, Selahattin Demirtaş ve diğerleri örneğinde olduğu gibi seçilmiş vekillere bile yönelebilen.

Ne ki, bu dönem, aynı zamanda aydınlığa açılan kapıyı da aralayan olanaklar, fırsatlar ve koşulları da bağrında taşıyor. Felsefi olarak ifade edersek eğer, herşey karşıtıyla, kendi yıkılışının unsurlarıyla eyerlidir. Proletarya partisi açısından tarihsel fırsatların, tarihsel olanakların ve tarihsel görevlerin üstüste bindiği bir mecradır girilen dönem. Eğer tarihin akışının yarattığı bu ender olanı, yanı başımızda akıp giden bu süreci karşılamada üstümüze düşeni, yeni ve özgün koşullara yanıt verebilecek biçimde yenilenmeyi başarabileceğimiz yeni taktikler ve pratik politikamızdaki zenginliklerle karşılayabilirsek, fırtınaya yön verebileceğiz; ve bu, davamızı büyüterek, partimizi çekim merkesi haline getirir. Faşist iktidarın ülkenin her santimetrekaresinde topyekün azgınca bir saldırıya giriştiği bu yeni dönem, yaygın ablukayı dağıtmak için Kürt ulusal hareketi ve devrimci güçlerle bir blok, bir anlaşma ve bir ittifakın, bilhassa “savaş ittifakının”, sınırları, politik amaç ve hedefleri berrakça saptanmış eylem birlikleri üzerinden tarihsel bir sorumluluk ve zaruret halini aldığı bir dönemdir.

Hemen yanıbaşımızdaki Kürt ulusal hareketi ve onun toplumsal tabanında uzun zamandan beridir saflar yeni mücadele düzenine girmiş ve mücadele barışçıl evreden bir üst evreye, mücadelenin silahlı biçimleri evresine varmış bulunmaktadır. Bu biçimi dayanak noktasına dönüştürmek ve Kürt ulusal hareketinin girdiği bu yönelimle gücümüz yettiğince ortak paydada buluşmak, tarihsel sorumluluğumuzdur. Mücadelenin silahlı biçimlerinin, koşulların zorlayıcı baskısıyla herzamankinden daha fazla kendisine yolu açtığı bir mecrada bulunuyoruz. Ve bu biçim, en yalıtılmış kitlelerde bile fevkalade karşılık buluyor. Mücadelenin atardamarı, şimdilik, faşist abluka altındaki Türkiye-Kürdistanı’nda atmaktadır. Faşist rejim, imha ve inkarla ve topyekün bir kuşatma ve yoketme savaşıyla bu damarı kesmek istemektedir. Üstelik bu damar yalnızca Türkiye Kürdistanı’nda değil, başta Rojava olmak üzere birbirlerinin cephe gerisi haline gelmiş olan tüm Kürt coğrafyasında Türk faşist devletinin ve onun “kucak köpeği” cihatçı selefi grupların vahşi saldırıları altında da kesilmek istenmektedir. Bu damara kan taşımak hem tarihsel sorumluluğumuz ve hem de çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçi kardeşliğinin, ulusal sorundaki politikamızın sınandığı pratik ilişkiler alanıdır da. Marx’ın İrlanda örneğine yaslanarak konuşursak eğer, bu tarihsel sorumluluk, aynı zamanda ve esas olarak da proletarya ve müttefiklerinin, burjuva-feodal faşist iktidara karşı devrimci mücadelesinin çıkarları bakışaçısı bunu gerektirdiği içindir de. Bu çıkarlar halk savaşını besler, büyütür; ona derinlik ve genişlik kazandırır; yeni dünyaya açılan kapıyı aralamada katalizör olur. Tersi; “gerçeğe karşı günah işlemek olur''

Şehitlerimizi andığımız bu mecrada onların devrim ruhuyla dolu azmi ve savaşı sürdürme cüret ve cesareti, “başarırız”ı yaşamın yaşayan gerçeği haline getirme pratik kararlığı, bu partiyi yenilmez kılmada herşeydir. Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyordu; bu geleceği halk savaşı ile kazanmak partimizin boynunun borcudur ve şehitlerimize verilmiş komünist sözümüzdür. Bunun için “hayatımız yeter de artar.''

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİMİZE!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİMİZ TKP/ML’YE; TİKKO VE TMLGB’YE!

TKP/ML- GYDK Ocak 2017

47209

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Sayfalar