Çarşamba Mayıs 8, 2024

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Kürdistan mücadelesi açısından çok daha sinsi ve tehlikeli olan entegrasyon programına ise gerek kendi topraklarında gerekse Türkiye’de yaşayan Kürdistanlıların ciddi bir itirazı veya mücadelesi yoktur.

Kuzey Kürdistan’da entegrasyona karşı ciddi bir itiraz veya mücadelenin gelişmemesinin nedenini Kürdistanlıların global sisteme kendi varlıklarından yola çıkarak değil ,Türkiye üzerinden bağlanmakta oldukları olgusunda  aramak gerekir. Kullanılan bilgisayar programlarından mobil telefonlara,bayilik ağlarından uluslararası ticaretin çıkış noktası olan Türk limanlarına varana kadar herşey Türki bir varoluş içindedir.Sömürgeci düzen, Kürdistan’daki tüm olumlulukları yerle bir ederken, tüm gelişmişliği Türkiye’de yaratmayi ve bunu Kürdistanlıların Türkiye’ye gönüllü/gönülsüz göçertilerek entegrasyonununda araç olarak kullanmayı yöntemleştirmiştir.Bu politika öylesine başarılı olmuştur ki Türkiyeci Kürtçülerimize "biz enayimiyiz ki İstanbul'u Bodrum'u Türklere bırakıp Hakkari'yle yetinelim" dedirtebilmektedir.Öyle ki ekonomik durumunu biraz düzelten Kürdistanlıların ilk yaptıkları şey sermayelerini ve ailelerini de alarak Ege-Akdeniz sahillerinde bir konut edinmek ve Türki yaşama entegre olmaya çalışmaktır.Kürdistan’daki eğitim kalitesinin düşüklüğü de bu süreci hızlandırmakta ve aileler çocuklarına mümkün olan en iyi eğitimi verebilmek adına da entegrasyon süreçlerine katılabilmektedirler.Kürdistan’da anadilde ve “kaliteli” bir eğitimi mümkün kılmak asimilasyon ve entegrasyon süreçlerini engelleme anlamında önemlidir. Entegrasyon süreci en temelde ekonomik tabanlı olduğundan,bu süreci sadece siyasal mücadeleyle kırmak neredeyse imkansızdır.Entegrasyon girdabının dışında kalma bireysel olarak kararlı bir şekilde siyasal mücadeleye katılmayla ve siyasallaşmayla mümkün hale gelebilir,ancak 20 milyonun üzerinde nüfusuyla tüm Küzey Kürdistanlılardan bu derece bir siyasallaşma beklemek rasyonel değildir.

Güçlü Türki entegrasyon dinamiklerini kıracak olgu Kürdistanlıların dört parçadaki kurumlaşmaları ve ekonomik olarak Kürdistan ortak pazarını oluşturmalarıdır,ancak Kürdistan topraklarının özgürleşmesi bir deniz çıkışı olmadıkça hep eksik kalacaktır.Rojava’nın önemi buradadır.Rojava’daki dinamik devrim süreci Kürdistanlılara denize çıkış için bir fırsat sunmaktadır ve TC’nin ana korkusu Rojava’nın Güney Kürdistan’la birleşerek Kürdistan’a şu ana kadar mahkum olduğu paradigmanın dışına çıkma ve uluslararası sisteme direk entegre olma şansı sunmasıdır.Hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından beri Ortadoğu’daki sınırların ilk kez bütünlüklü anlamda tartışmaya açıldığı; TC’nin uygulamış olduğu Neo-Osmanlıcı politikalar neticesinde yalnızlaştığı; TC Başbakanı’nın “Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında İsrail var” iddiasına İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “ Bu üzerine yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri” dediği ve ABD’den de güçlü bir kınamayla desteklendiği  bu momentte. Zaten Kürdistan’ın kurtuluşu dediğimiz şey tam da Kürdistan halklarının bizzat kendileri olarak ve sömürgeci aracılıklar olmadan dünya sistemine entegre olmasıdır.Dünya sistemine entegrasyonun önkoşulu da Kürdistanlıların kendi ülkelerinde iktidarlaşmalarıdır ve iktidarlaşma Ortadoğu koşullarında silahsız yapılabilecek bir şey değildir.Bu anlamıyla içinde bulunduğumuz süreç tüm barış ve kardeşlik edebiyatına rağmen Kürdistani güçbirliğinin özellikle Rojava’da ordulaşma sürecidir.Ortadoğu’da silahı olmayanı ciddiye alan bir jeopolitik ortam yoktur.Mevcut süreci PKK sisteminin silahsızlanması olarak okuyan ve bu silahsızlanmanın kendilerine politik alan açacağını sanan anlayışın, PKK’nin silahlı güçlerinin çekildiği alanlarda ulus öncesi geri sosyolojik ilişkiler sonucu ortaya çıkan aşiret-aile kavgaları bağlamında, silahın Kürdistan toplumunda ulusal kurtuluşu sağlama dışında da ulusal otorite ve hukuka ilişkin bir fonksiyona kavuşmuş olduğunu farketmesi gerekiyor.Kürdistan’da filizlenen ulusal otoritenin bir yansıması olarak bunun önemini ve değerini bilmek de gerekiyor.

Türki entegrasyon dinamiklerinden en çok kullanılanı İslam dinine yapılan referanslardır.Zaten Kürdistan’ı sömürgeleştiren dört devlet de entegrasyon dinamiği olarak İslamı kullanma konusunda uzmandır.İslamiyet sömürgeciler tarafından öylesine ustalıkla kullanılıp Kürdistan toplumuna nüfuz etmesi sağlanmıştır ki bugün Rojava’daki Kürdistanlılara barbarca saldıran selefi çeteler içerisinde pek çok Kuzey ve Güney Kürdistanlı mankurtlaştırılmış genç bulunmaktadır.Kürdistan’ın statü edinmesinin en büyük düşmanı,uluslaşma ve modernite karşıtı bu işbirlikçi İslami anlayışın teşhiri inançlı/inançsız ayırtedmeden tüm Kürdistanlıların yurtseverlik görevidir.

Bir diğer entegrasyon dinamiği de bugüne tercümesi BDP-HDP denklemi olan Türki sol ve halkların kardeşliği edebiyatıdır.Kürdistanlılar elbette Türkiye halklarıyla dostturlar ama Türkiye’de sol üretmek Kürdistanlıların değil Türkiye halklarının işidir.Talan ve işgal ekonomisi üzerinden uluslaşan ve başka halkların vatanlarını sömürgeci boyunduruk altında tutma konusunda bırakın itirazı,kendi ulus-devletine en ciddi desteği sunan Türki halkların “sol” üretme kapasitesi yoktur.Kürdistan ve Kıbrıs özgürleşmedikçe Türki halkın solla tanışması da mümkün olmayacaktır.Ciddi bir tarihsel arka planı olan bu eksikliği giderme işi Kürdistanlıların omuzuna binmesi gereken bir yük değildir. Gezi  Protestoları nedeniyle cezaevine konulan gençlerin üçte birinin Dersimli olduğu yolundaki bilgiler Kürdistan gençliğinin bu entegrasyon dinamiği üzerinden nasıl manipule edilebildiklerini de ortaya koymaktadır.Legal Kürdistani hareketin odaklanması gereken şey Türkiyelileşme,Türkiye partisi olma değil,Kürdistanileşme ve Kürdistan partisi olmaktır.Binbir bedelle bugüne ulaştırılmış legal kurumlar kendi halkını örgütlemede yetersiz kalmış yarı kemalist kadrolara rehberlik mevkileri veya makamlar sunma yeri olmamalıdır.Legal Kürdistani hareket kendisini bu anlamsız/verimsiz Türkiyelileşme tartışmalarından soyutlamalı ve asıl işi olan Kürdistanlıları örgütleme işine hız vermelidir.Bu bağlamda legal Kürdistani hareketin süreklileşen seçim barajının düşürülmesi talebi de yerinde bir talep değildir ve TC Başbakanı “çalışın,barajı geçin” derken haklıdır. En az 20 milyon Kürdistanlının yaşadığı TC sınırları içerisinde %10 seçim barajından dertlenmek anlamsızdır.Seçim barajını aşmanın ve Kürdistan’da legal Kürdistani hareketten daha fazla oy alan TC’nin iktidar partisiyle mücadelenin yolu alternatif siyaset kanalları açarak Kürdistan’da iktidarlaşma;Türk metropollarında ulusal temelde daha atak bir örgütlenme  ve mevzilenme perspektifidir.Legal Kürdistani hareketin Anadilde Eğitim Talebi entegrasyonla mücadelede en stratejik olgudur ve TC tüm kurumlarıyla bu talebin uygulamaya dönüşmemesi için elinden geleni ardına koymayacaktır.Anadilde Eğitim Talebini tüm Kürdistanlıların ortak talebine dönüştürmek ve Kürdistan ve Türkiye’deki tüm Kürdistanlıları örgütlemek perspektifi legal Kürdistani hareketi barajın çok ötesine taşıma potansiyeline sahiptir.

Entegrasyonla mücadele en az asimilasyonla mücadele kadar önemlidir.Türk metropollerindeki Kürdistanlıların gettolaşmalarının zaman içinde dağı(tı)lacağını,ikinci ve üçüncü kuşaklarda Türki etkinin ve entegrasyonun Kürdistani kültürü bastıracağını hesaba katmak gerekiyor.

 ZULKUF AZEW, 26.08.2013

102341

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar