Cumartesi Mayıs 18, 2024

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında ilk dökülen, bir makyaj malzemesi olarak hukuk olur.Geriye de sadece çelişkilerin antagonist özü kalır.Robozke davasında alınan karar ve TC Başbakanı’nın kendi kabinesine yönelik yolsuzluk soruşturmasında aldırdığı kararlarda olduğu gibi.Türkiye’nin son on yıllık tarihini bir cümleyle özetlemem istenseydi benden,cevabım: “İslamcı-Türk milliyetçisi Milli Görüş hareketinin dünya sistemiyle uzlaşarak iktidar olmayı tercih eden ikinci kuşak önderlerinin sisteme biatı üzerinden Türkiye’de iktidarın AKP’ye teslimi ve bunun yarattığı olanakların tetiklediği özgüven balonu,TC iktidar elitini neo-Osmanlıcı hayallere sürükleyince,o balonun ustalıkla patlatılması” olurdu.

2003 yılında “göreve getirilen” AKP iktidarı ilk günden itibaren çok ciddi bir dış desteğe kavuştu.”Başrol Türkiye’ye verildiğinden kapsamlı restorasyonla işe başlandı: a) Küresel sermayenin yönü Türkiye’ye çevrildi, sel gibi para akmaya başladı, b) Türkiye, uluslararası düzeyde inanılmaz diplomatik ve siyasî desteğe sahip kılındı, c) Avrupalılara Türkiye’yi AB üyelik sürecine daha aktif dahil etmeleri için baskı yapıldı, d) İçeride periyodik darbeler yapan cuntaların tasfiye edilmesine yardım edildi, askerî vesayet rejimi “durduruldu”, yok edilmedi. e) Yakın bölge ülkeleriyle, özellikle Suud ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal ve siyasî ilişkiler kuruldu, “sıfır ihtilaf” politikasıyla neredeyse ortak bakanlar kurulu oluşturuldu. f) Afrika’ya koridor açıldı." (Ali Bulaç,Zaman Gazetesi,02.01.2014).Dünya sisteminin açmış olduğu bu sınırsız global krediyi tam bir "milli görüş" darkafalılığıyla ve değişen dünyayı okuyamama basiretsizliğiyle Neo-Osmanlıcılığa tahvil etmeye çalışan TC'nin yeni iktidar eliti kendisine açılan kredi limitini aşıp Ortadoğu'da hakimiyet alanlarını genişletmeye,Irak ve Suriye'de yönetimleri değiştirmeye/belirlemeye,Kürdistan petrollerine ortak olmaya,Kuzey Kürdistan'daki etkinliğini KDP üzerinden Güney Kürdistan'a, selefiler ve El-Qaide türevleri üzerinden Batı Kürdistan'a yaymaya çalışınca, dünya sistemi açısından TC balonunu patlatmak ya da havasını indirmek zorunluluk haline geldi.Özgüven patlaması yaşayan TC'nin Başbakanı’na yapılan dolaylı ve direkt uyarılar bir politika değişikliğine yolaçmayınca ABD kontrollü cemaat ve bürokrasideki uzantıları aracılığıyla operasyon için düğmeye basıldı.Türki iktidarın tarihsel olarak mütemmim cüzü olan yolsuzluk üzerinden başlatılan operasyon, kabinenin dört bakanını yedikten sonra TC Başbakanının oğluna uzanacakken,süreç kuvvetler ayrılığının ve bir üstyapı kurumu olarak hukukun TC hükümetince askıya alınmasıyla sonuçlandı.Oysa Türki devlet geleneğinde yolsuzluk bir gelenek olmanın ötesinde bir haktır.Yolsuzluklar değil,rant ve mülk birikimi takip edilir ve çizgi aşılırsa müsadere gerçekleşir.Müsadere Türki devlet geleneğinde devletin zenginleşmiş vatandaşlarının mallarına istediği zaman el koyabilmesidir ve sonuncusu Uzanlar olmak üzere pek çok örneği vardır.Burada önemli olan yolsuzluğun değil,birikimin cezalandırılmasıdır ve talan geleneğiyle de uyumludur.Yani yolsuzluk bu operasyonun nedeni değil,bahanesidir.

Mevcut gelişmelerin tetiklediği ve dış dinamiklerce de önü açılan bir ön ekonomik kriz kapıya dayanınca,süreç TC iktidar eliti açısından o kadar riskli bir boyuta geldi ki 1 Ağustos 2013 tarihinde Anıtkabir özel defterine "Türkiye kararlı bir şekilde bölgesel ve küresel bir güç olmaya ilerlerken, sürekli istikrar, barış ve huzura da katkı koymaya devam ediyor" yazan TC Başbakanı Ocak 2014'te çıktığı Japonya gezisinde "Türkiye’nin bölgesel veya küresel güç olma gibi bir hedefi yok. Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslararası camiada bir yere oturtuluyor. Olan budur, olması gereken de budur. Diğeri ise bir hırs diye tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir. Bizim böyle bir hırsımız yok." diyerek ricat etmek zorunda kaldı.Gezi olaylarıyla başlayan uyarı süreci karşıdakinin algılama kapasitesinin düşüklüğü ve hayal katsayısının yüksekliğine bağlı olarak sonuç vermeyince 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla derinleştirildi ve an itibariyle gecikmiş bir ricatla mola vermiş görünüyor.Bu mola TC Başbakanı'nın özel danışmanı Cüneyd Zapsu'nun 2006 yılında Washington'da American Enterprise Institute adlı think-tank kuruluşunda yaptığı konuşmada " Bu adamdan yararlanın. Bence onu devirmeye çalışmak,delikten aşağı süpürmek yerine onu kullanın.Burada ve Avrupa'da ondan yararlanmalısınız." deyişinin aksine deliğe süpürülmeyle de sonuçlanabilir, mevcut politikaların pişmanlıkla terkedilerek mevcut veya yeni bir liderle tekrar hizaya dönülmesiyle de.Ancak sonuç değişmez: paradigma değişmiştir/değiştirilmiştir.Ve bu paradigma değişikliği bir bütün olarak Kürdistan'ı etkileyecektir.

Kürdistan'ın güneyinde petrol ve doğalgaz ortaklığıyla TC'nin mevcut yönetimi ile ittifak kurmuş bir yönetim işbaşında.Kuzey Kürdistan'da "çözüm" süreci üzerinden TC'nin mevcut yönetiminin ve mevcut paradigmanın devamını veri kabul eden bir angajman sözkonusu.Batı Kürdistan ise uzun zamandır TC destekli selefiler ve El-Qaide türevlerinin vekalet savaşı ile karşı karşıya. Mevcut paradigma değişikliği Güney Kürdistanlıların TC'ye rüşvet olarak ucuz petrol ve doğalgaz sağlayıp karşılığında istikrar ve petrol/doğalgazın uluslararası piyasaya ulaşması için deniz çıkışı satın alma politikalarını da ; Kuzey Kürdistanlıların ve TC'nin ortaklaştığı "Türkiyelileşme ve Entegrasyon" odaklı "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" ni de temelinden sarsar.

Kürdistan'ın parçalı yapısının mahkum kıldığı bu angajmanların aşılmasının yolu Batı Kürdistan topraklarının denize bir taş atımı uzaklığında olduğu jeostratejik olgusunda aranmalıdır. Kürdistan'ı sömürgeleştiren her dört devletin de birer "derin devleti" var.Kürdistanlıların da Bedirxan Bey'den bu yana olgunlaşarak gelen "derin Kürdistan aklı".Haklı olanın kazandığını görme şansımız olacak.

 

ZÜLKÜF AZEW, 11.01.2014

99867

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Zülküf Azew

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Sayfalar