Cuma Nisan 26, 2024

Tusiad 2050 Vizyon Türkiye Çerçevesinde Mevcut Politik Ortam Değerlendirmesi Denemesi

2001 dünya krizinin Türkiye’ye etkisi ile Emperyalizm yeni bir yönelime girmiştir.(bu süreç 1980 de başlamış orta seviye ye de 2001 de ulaşmıştır.) Bu yönelim mevcut krizin sonucunda belirginleşerek dünya da tüm sınıflarda huzursuzluk yaratmıştır. Ezenlerin kendi arasındaki çelişkiler belirginleşmiş, gelişmekte olan ülkelerin emperyalizmle olan çelişkileri yeni bir boyut kazanmış, yerel hükümetler, emperyalizmin ihtiyaç duyduğu hareketleri gerçekleştirme de ağır kalarak krizi daha da derinleştirmiştir. Teknolojinin gelişmesi, üretim araçlarında teknolojinin kullanılması, üretici güçleri de geliştirmiştir. Dünyada tüm sınıfların örgütlenmesinde yeni bir örgütlenme ihtiyacı doğmuş ve bunun neticesi olarak, emperyalistler çeşitli birliktelikler oluşturmuşlardır. Bu birliktelikler, dünya çapında bir üst yapı, bölgesel olarak kıtalar birliği, kıtalarda kendi içinde ülkeler bazında daha yerel örgütlülükler olarak ittifaklar kurmuşlardır. Yerel iktidarlarda, Emperyalizmin ihtiyacına cevap verebilecek, gelecek öngörülerini planları doğrultusunda şekillendirecek olan hükümetlerin, yeni biçimini oluşturmanın zeminini hazırlamıştır. Bu hükümetlerin içeriğini ve temsil ettikleri sınıfların işbirliği ile çatışmasına da yeni bir boyut kazandırmıştır. Şehirlerdeki üretici güçlerin gelişmesi, kırlardaki oluşan artık iş gücünün şehirlere yönelmesi, eskiye nazaran daha hızlı gerçekleşmeye başlamıştır. Ekonominin kestirilebilir sonuçlarından uzaklaşmasına, üretim, tüketim, ithalat, ihracat konularındaki belirsiz, güvensiz dalgalanmalar olması sermayeyi tehdit eder hale gelmiştir.

Günün ihtiyaçları daha merkezi yönetimleri zorunlu kılmıştır. Hareket kabiliyeti yüksek ve hızlı idari birimler ile buna uygun sınıf uzlaşması (ezenler açısından) bir tercihten çok zorunluluk olarak belirginleşmiştir. Tüm ülke iktisadının Emperyalizmin ihtiyacına göre yeniden dizaynı, egemen sınıfların var oluş koşulu olarak kendini dayatmıştır. Sanayinin yeniden üretimi,  hizmet sektörünün yapılanması, tarımsal üretimin yeni biçiminin oluşturulması, merkezi ve yerel idari birimlerin istenilen niteliklere kavuşturulması; uluslararası antlaşmalardan doğan zorunlu yükümlüklerin yerine getirilmesi vb. ihtiyaçlara cevap verebilecek, merkezi bir hükümeti oluşturacak bir partinin zeminini hazırlamıştır.

Ezilenlerin, bu sisteme güçlü bir şekilde yedeklenmesini sağlayacak, ezilenlerin tepkilerini, mücadelelerini düzen sınırları içinde tutacak, zayıflatıp örgütlü yapılarını dağıtabilecek, ezenlerin politikalarını yaşama geçirebilecek, sarsılan güveni inşa edecek olan parti, AKP adıyla ezen sınıfların ittifakıyla belirmeye başladı.

AKP hükümeti, hem ülkemizde hem de benzer yarı sömürge ve yarı feodal yapıdaki diğer ülkelerde(genel olarak hem nüfus olarak hem sermaye birikimi olarak dünyanın şişen karnı olan ‘gelişmekte olan ülkeler’) birer ihtiyaç olarak maddi koşulların zorunluluğundan doğmuş oldu. Bu süreçle, işbirlikçi, komprador, tekelci sermaye grupları ile büyük, orta ve küçük meta üreticisinin ittifak kurması, çatı partisinde kümelenmesini sağlandı. Krizin sonucu olarak, yerel siyasetin ‘yozlaşmış yapısının’  görünür hale gelmesi, yenilenme ihtiyacını pekiştirdi.

Güçlü burjuva birlikteliği, ezilenler içinde de mevcut durumun iyileştirilmesi açısından yol olarak belirdiğinde, geniş halk kitlelerinden de desteği alarak, genel seçimlerde tek parti olarak çıkmayı başardı. Emperyalizmin yeni çizdiği yolda ilerlemek zorunluluğundan doğan yapısal, kurumsal değişikleri yapacak olan hükümet, ülke ekonomisinin yeni rotasına göre adımlarını atmaya başladı. Yüksek miktarlarda harcamaya sebep olan Kürt Ulusal Hareketiyle masada buluşarak, askeri açıdan tasarruf sağladı. Şirketler için güvenli koşulların oluşmasına öncülük etti.

Kırsal nüfusun savaşla ve göçlerle azalması kırsal bölgelerdeki askeri kuvvetlerinin yeniden yapılanmasını zorunlu kıldı. Birçok karakol kapatıldı. Yenileri yapıldı, Nitelikleri değiştirildi. Şehirlerde nüfusun artması sonucu, şehirdeki kolluk kuvvetlerinin sayısını arttırdı. Gelişmiş Savaş araç gereçleriyle donatıldı. Yetkileri ve yetki alanlarını genişletildi.(Bu sürecin tümden adına da ileri demokrasi, demokratikleşme paketi vb. isimler koyarak yutulması kolay hale getirildi.)

Komprador burjuvazinin askeri bürokratik iktisadı; orta ve küçük meta üreticilerinin gelişmesini engellerken, yeni yapılanma sonucu (emperyalizmin fasonculuğu) hem emperyalizme hem de komprador burjuvaziye yedeklenmesi, kompradorlar açısından, küçük ve orta meta üreticisinin enerjisinden doğan baskının, başka kanallara aktarılması sağlandı. Böylece,  ‘mutlu’  ve  ‘gelişmekte’ olan ülke görünümünü tüm dünyaya gösterdi.

AKP döneminde yapılan faaliyetlerden bazıları:

-Avrupa birliği uyum yasaları ile Kadastrosunu bitirdi(?)

Burada kadastronun bugüne kadar neden tamamlanmadığı sorusuna cevap olarak; şu alıntıyı paylaşmak isterim: “2000 yılının rakamlarıyla azgelişmiş ve eski sosyalist ülkelerde kayıt altına alınmamış, yani henüz mülkiyet sorunları hukuki zeminde tam olarak çözülememiş, 9,3 trilyon dolarlık bir toprak varlığı mevcuttur. Onun çözüm önerisi, bütün toprak varlıkları üzerinde hukuki bir mülkiyet sisteminin kurulması, onların kayıt altına alınması ve nihayetinde ise bankalar tarafından ipotek edilebilir hale getirilmesidir. Dolayısıyla bu sistemin de en önemli aktörü bankacılık sektörü olmaktadır”( TOPRAK MÜLKİYETİ SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ.2010 sayfa 78-79)

-Kobi’ler için düşük faizli krediler ile teşvik paketleri hazırladı.

-Hizmet sektörünün gelişmesi için yüzde 25 oranında geri ödemesiz kredi sağlandı. Bu alanda istihdam edilecek nüfusun artması koşullarını sağlandı.

-Tarımda bölgesel düzeyde teşvikler sağlandı.

-Tarımsal üretim desteklenmesi, doğrudan gelir desteği adı altında yürütülerek, köylünün yüksek oranda borçlanmasının zemini oluşturuldu. Bu borçlandırılma üzerinden küçük meta üreticisi için Pazarı genişletildi. Küçük, orta, büyük meta üreticileri için Pazar niteliği olan bölgelere(Afrika ülkeleri, ırak, Suriye vd. ülkeler) ulaşılarak üretilen metalar ihraç edildi. Ticaretin geliştiği bölgelerden sağlanabilecek olan hammadde ve ticaret mallarından elde edilen yüksek kar ile orta sınıf daha da büyütüldü.

-Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulması ve TOKİ'nin özel sermaye gruplarına hizmete sunulması sonucunda, inşaat sektörü büyütüldü. Buna bağlı üretim faaliyetleri artarak, şehirlerdeki işsizlik miktarını kontrol edilebilir hale getirdi.

-Bankacılık sektörü tarihinde görmediği karları elde etmeye başladı. Kamu Malları biriken sermayeye devredilerek, eskiyen ve hantal işletme yapıları hepten değiştirildi. Özelleştirmelerle elde edilen paralar sürdürülebilir kapitalizmin sürdürülmesi için fütursuzca harcandı.

-Yeni yapılanma gereği, devletin teknik donanımı ile araçları yenilendi. Personellere yurtiçi ve yurt dışında hizmet içi eğitimler verilerek, oluşturulan yeni yapıya uyum sağlanmaları kısmen gerçekleşti. Yeni memur alımları ile kadrolar gençleştirildi.

-Askeri harcamalarda, gelişmiş yeni teknolojileri yöneldi(emperyalizmin çıkmazı, eli mahkûm işte, oda ürettiğini satmak zorunda.)

-İnternet kullanımı için alt yapılar yenilendi. Teknolojiler ülkeye çok hızlı girişler yaptı. Yeni tüketim malları ortaya çıktı. Tüketici kimlikleri değişti.

-Sıcak para akışı ile desteklenen bu süreç şişirilmiş bir gelişme anlayışı ile birleşerek çarpıtılmış bilincimizdeki girift sayısını artırdı. Komprador burjuvazi ile toprak ağaları kendi şişmelerini iktisadi gelişme olarak yutturarak her alanda birçok insanı kandırdı.

Sınıf savaşının ülkemizdeki dinamikleri olan işçi sınıfı, köylülük, küçük burjuvazi ve milli burjuvazinin sol kanadı da yetmez ama evet ile düzene tabi kılındı. Örgütlülükleri hem içten hem de dıştan etkilerle yıpratıldı. Kitlelerin güvenini yitirdi.

Kürt Ulusal Mücadelesinin önderliği, bu süreçlere doğru hamleler yaparak konuşulabilir, süreçleri haber yapılabilir, tartışılabilir, kabullenilebilir hale getirerek, en sonunda masanın bir tarafında konumlanarak ve yerel yönetimlerle güçlenerek özerk bir yapının maddi koşullarının tohumlarını yeşertmeye başardı.

(Bu süreçlerden en olumsuz etkilenen kesimi, sol aydınlar, devrimci örgütler oldu. İktisattaki nicel çözülmeler ile bu çözülmeleri niteliksel zanneden akımlar küçük burjuva söylemleriyle eskiden olduğu gibi düzenin kuyrukçuluğuna takıldı. Yeni iktisadi terimlerin türemesi ile Marksizm’den uzaklaşmanın teorik zemini genişledi. Bu akımlar geniş halk kitlelerini düzen sınırları içerisinde hapsederek, onların özlemlerini hüzne dönüştürdü.)

Hazine arazileri peşkeş çekildi. Hazine arazisi üzerinde işgalci konumunda ki halkın, yapısal değişikliklerle susturulması için, kırsal alanda doğrudan satın alma hakkı tanındı. Köy hizmetleri kapatıldı, il özel idarelerine devredildi ve daha etkili bir kuruma dönüştürüldü, ecrimisil ödemelerinde var olan geriye dönük 20 yıl süre üzerinden hesaplanan borç, 2007 de 10 yıla, 2008 de 5 yıla indirilerek, üzerindeki baskı azaltıldı. Ayrıca, 2/b maddesi ile orman vasfında kullanılan alanlar kullanıcılara doğrudan satışa çıkarıldı.

Daha önce, millî emlak müdürlüğünün yetkisinde olan kum ocakları, maden ocakları vb. Faaliyetler, il özel idarelerinin yetkisine verildi. Köy yollarının yapımı, içme suyu şebekesi vd. Hizmetler yerel politik yapının hizmetinde köylere götürüldü, hükümet e olan bağımlılık artırıldı.

Kısacası, tüm alanlarda ki faaliyetler sistemin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırıldı. Bu süreçler sonucunda Geleneksel bürokrasinin yerini alan AKP, maddenin tabiatı gereği bu bürokrasinin de tüm özelliklerini içselleştirdi. Müteahitleşen, perakendecileşen ve büyüyen bürokratik yapı % 50’ye vardığında kompradorlar için 12 yıllık olgunlaşma sürecinin sonuna ulaşarak, miadını doldurmuş oldu. Miadının dolmuş olduğunu şuradan anlıyoruz: hem emperyalistlerin 2050 vizyonu hem de onun ülkemize yansıması olan Tusiad’ın 2050 vizyonu yeterince açık olarak bunu ifade ediyor. Tüsiad Bunun gerçekleştirilebilmesi için belli ara başlıklar belirlemişler.

Mesela meta üretimi sürecinde sürdürülebilirliğin şartlarından birisi; doğa ve insan odaklı üretimin merkeze konmasıdır. Bunun sebebi kapitalizmin doğa ile olan çelişkisidir. Kendi sürdürülebilirliklerini olumsuz olarak etkilemeye başlamış olması, İklim değişiklikleri, çevre felaketleri, kirlilik sonucunda oluşan hastalıkların insanlarda bilinç oluşturması, karşı örgütlenmeler kurması, sınıf bilincini yükseltmesine sebebiyet vermesinden bu bilinç ve örgütlenmelerin sistem içinde tutulması, ekonomik dalgalanmalara sebebiyet vermesi, krizlere sebep olmasından ötürü, sürdürülebilir kapitalizmin politikası olarak Tusiad 2050 vizyonuna şu şeklide yansıyor:

Kentsel ulaştırma sisteminin kullanıcılarının ya da kullanıcı olmadığı halde ulaştırmanın olumsuz etkilerinden(tıkanma, kirlilik, gürültü vb.) etkilenen bireylerin politika oluşturma ve karar alma süreçlerine katılımlarını sağlayacak düzenlemelerin nasıl yapılabileceği konusu temel yönetim sorunlarının başında gelmektedir. Bu bağlamda, toplumdaki değişik kesimlerin kentsel gelişmeden anladıklarının farklı olduğu unutulmamalıdır. Ancak, mevcut uygulamalara bakıldığında kente ve ulaştırmaya ilişkin kararların, bu kararlardan etkilenecek geniş kitlelerin görüşleri alınmaksızın, merkeziyetçi ve hızlı bir karar süreci ile alınmakta ve uygulanmakta olduğu görülmektedir. Diğer bir ifade ile karar alma süreci şeffaf ve katılımcı değildir. Ulaştırmaya ilişkin kararlar bir ana plana ve bir ulaşım politikasına göre belirlenmelidir. Aksi takdirde uygulamalarında oluşan yanlışlıklar sonucu, entegrasyon sorunları taşıyan, beklenen hizmeti sağlayamayan ve yüksek maliyetlere yol açan bir ulaştırma sistemi oluşmaktadır(Gerçek2007).Şehirciliğin demokratikleşmesi için kentliler, profesyoneller ve seçilmiş yöneticiler arasında bir işbirliğinin varlığı zorunludur. Bu üçlü içerisinde rol, kentlilere düşmektedir. Dolayısıyla, toplumsal bilincin ve farkındalığın oluşturulması, planlamada profesyonel olmayanların da algılayabileceği ve benimseyeceği hedeflerin konulması gerekir.(TUSİADA 2050 VİZYON,sayfa54)

Emperyalizmin uzun erimli politikaları, genelde ve özelde ülkemizde yeni bir yapılanmayı zorunlu kılıyor. AKP’nin bu vizyona cevap olamayacağı kesinlik arz ederken, onlarla çatışma içinde olan tüm kesimleri de, AKP ile çatıştırarak; muhalefeti düzen sınırları içinde katılımcı, uzlaşmacı, reformist ve revizyonist bir çizgi de ‘modern Türkiye’yi’ inşa etmenin koşullarını hazırlıyorlar. Bu nedenle Gezi de oluşan sanat camiasının çevre duyarlılığı, doğa sevgisi, şeffaf ve katılımcı yönetim talepleri ile komprador burjuvazi ve toprak ağalarının çıkarları bir paralellik ve örtüşme de içeriyor. Bu örtüşmeyi Taksimdeki Divan otelinin gezi direnişçilerine açılmasında görüyoruz. Aynı şekilde Cem Boyner’in gezi direnişinde yüzünü göstermesini de buradan okumak gerekiyor.

AKP karşıtlığında somutlaşan düzen içi tüm unsurların pratiğini de buradan okumak gerekiyor. Antikapitalist Müslümanlar bir anda parlıyor ve devrimci bir İslam(nasıl oluyorsa?) şiarıyla Sünni kesimin AKP versiyonuna karşı piyasaya sürülüyorlar. TV’lerde gazetelerde boy boy görünüyor. Asıl İslam’ı, İslam’ın özünü, demokrat İslam’ı, kitlelerin yutacağı enerjilerini emeceği, pasifize edeceği, onları ‘yobazlıktan’ kurtaracak yeni bir din, Marksist din(?) afyonuyla uyutmanın önü açılıyor.

Kürt ulusal hareketinin sistem içi uzlaşması, yerel yönetimlerdeki etkisi, Türkiye sol hareketleri içinde bir araç-yöntem olarak göze batıyor. Ancak tarihsel geçmişinden kopararak yapılan kopyacılıkta sadece küçük burjuvazinin özlemleri ile örtüşmekten ileri gidemiyor.

Türkiye komprador burjuvazisinin ve toprak ağalarının iktisadi yapıdaki hâkimiyetleri göz ardı edilir, s

adece onun siyaset aygıtının, günlük değişen politikaları ekseninde politik yönelimler belirlenirse, kaçan otobüsün peşinde koşmaya devam etmiş oluruz. Hızımızı artırmış olmamız neticesinde, o otobüsle aramızdaki mesafenin okunması açısından unutulmaması gerekende; onun da hız düşürmüş olabileceğidir. Her şey zıtların birliğinin ifadesi ise her pratik de, birden fazla yön ve bilgi içerir. Tusiad vb. hâkim unsurların, AKP hükümeti ile yollarını ayırma sinyalleri Gezi pratiğinde açığa çıkan ‘sahiplendikleri şey; hem miadını doldurmuş olan hükümetin vizyona cevap verebilecek niteliğinin olmaması, hem de kitlelerin hareketlerinden doğacak olan kültürün de kendileri için bir altlık teşkil ediyor olmasıdır. Güçlü bir alt kültür ancak ve ancak ezilenlerin, ezenlerle olan savaşımının ürünü olabilir. Türk hâkim sınıfları, ezilenlerin doğrudan hedefi olmak yerine, kullandığı ve eskidiğini düşündüğü AKP’yi, ezilenlerle savaştırarak, bu kültürü oluşturmak istemektedir.

Türk hâkim sınıfları 2050 vizyonuna,  emperyalizmle olan bağımlılığı üzerinden gelişen konjektöre uygun yeni bir hükümet kurmak için kararsız, net olmayan bir pratik yönelimde seyretmektedir. Bu kararsızlığın başlıca nedeni, kitlelerin enerjilerinin bu sürece hâkim olup olamayacağı, üst yapıyı oluşturacak olan unsurları, bağrından doğurup doğuramayacağı konusudur. Doğal olarak bu doğumun, otokontrolden çıkıp kendine de yönelme riskini içinde barındırması, onun için tehlike arz etmektedir. Malumunuz ki AKP’nin uygulamaları gerici geleneksel bürokrasiyi tasfiye ederken, kendi gerici yapısını oluşturmuştur. AKP’nin her gerici adımı, gerici geleneksel bürokrasiyi olumlama eğilimi teşkil etmesinden ötürü ‘cumhuriyet ve yarattığı değerler’ üzerinden yapılan siyasette tesadüf değildir. Bu politika, kazanamasa dahi kaybetme riski yoktur. Geleneksel Kemalizm anlayışının revizyonu, AKP’nin varlığıyla anlam kazandığı için bu süreç bir ay iki ay gibi sürelerde çözülmeni beklemek hayalciliktir. Sistemin sürdürülür hale gelebilmesi için birden fazla gezi vb. olayların gerçekleşmesi ile ezilenlerin baskısının oluşmasından doğacak politik ortam, ezen burjuva sınıflar içindeki AKP boyunduruğundaki unsurlar için de, bir zorunluluğa dönüşecektir. AKP’nin kitlelere teşhir edildiği bugünlerde, kitlelerin yükselen öfkesinin meydanlara yansımaması da buradan okunmalıdır. AKP varlığıyla güçlenen zenginleşen, yedeklenen ezilen halk sınıflarının sessizliği de bir ‘ahmaklık’,  ‘koyunluk’, ‘mallık’, değildir. Tarihten aldığı dersler sonucunda ‘kendini savunacağı’, sırtını dayayacağı bir zor aygıtının olmamasıdır. Her askeri darbeden zararla çıkan, iktisatta ki krizler neticesinde fakirleşen, göçen, açlık ve sefalet içinde sahipsiz, savunmasız bir tarihsel hafızadan daha ne beklenebilir ki.

Küçük burjuva kolaycılığı, serüvenciliği, aceleciliği, hayalciliğinin ayyuka varmasının da anlamı buradadır. Sınıf savaşım aygıtları olan Proletarya Partilerindeki sağ sapmalarda buradan okunmalıdır. Halk ordusu olmadan devrim yapmayı söylemek,  tarih açısından Marksistler için utançtan başka bir şey değildir.1968 yılından günümüze kadar olan Türkiye devrimci pratiği, dünya devrimci pratiği, hatta klandan köleci topluma geçişte bile açığa çıkan zor aygıtı, gözümüze değil sadece, her yerimize batarken, Türk hâkim sınıflarının çıkarları ile küçük burjuvazinin özlemlerinin ortak çıkarından mayasını alan günümüz ‘Sosyalist Devrim’ teorileri, toplu ayaklanmacılık, katılımcı legal kitle partisi özlemleri, proletarya ve yoksul köylülüğün bu sınıfların peşinden sürüklenmesine sebebiyet verecektir.

Türkiye hâkim sınıfları iktidar olma gücünden hareketle, tarihte olduğu gibi bugün ve yârin da ezilenleri zor aygıt ile sindirerek, kendi hâkimiyetini sürdürmek için her şeyi yapacaktır. Sınıf savaşımın tarihsel genişliği, bu savaşımında uzun soluklu olmasını zorunlu kılmaktadır. Maoizm'in bilimsel sosyalizmin en yüksek aşaması olduğu gerçekliğinin kendisini dayatacağı zamanlara yol alıyoruz. Bu nedenle Maoizm de ısrar Proletaryanın ve yoksul köylülerin iktidarın da ısrar olacağı unutulmamalıdır.

Konumuza dönecek olursak Tusiad’ın, 2050 vizyonu için öngörülerine dönelim, Kentsel Yapı başlığı altında şöyle:

“Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve yükselen ekonomilerde nüfus ve göç baskısıyla kentsel yayılma devam etmektedir. Bazı durumlarda birbirlerine komşu kentlerin ve kasabaların birleşmesi ile mega kentler oluşmaktadır. Yüzlerce kilometrelik bir alana yayılan bu mega kentlerin birleşmesiyle oluşan mega bölgeler yüksek nüfus yoğunluğuna ve ekonomik güce sahip geniş şeritler oluşturmakta, yönetim ve hareketlilik konusunda büyük sorunlar yaratmaktadır

Bununla birlikte söz konusu gelişme eğilim kaçınılmaz değildir ve tersine çevrilebilir. Örneğin bugün birçok kent ve ulaştırma planlamacısı, otomobil odaklı ve düşük yoğunluklu kentler ve fonksiyonel olarak birbirinden ayrılmış arazi kullanımı yerine akıllı büyüme, karma arazi kullanımı, toplu taşıma ve yürüne bilirlik esasına dayanan daha yoğun ve birbirleriyle entegre olmuş kent yerleşimini savunmaktadır. Akıllı arazi kullanımı ve kentsel tasarım politikaları ile yürüme ve bisiklet gibi temiz ulaşım türlerini desteklemek ve kentlilerin yapmak zorunda oldukları yolculuk sayısını ve uzunluğunu azaltmak mümkündür.” (vizyon-2050 Türkiye. sayfa.55)Demektedirler. 

Bu ne anlama gelmektedir? Sürdürülebilir şehirleşmenin ön koşulu olan pazarın, alacağı yeni şekle uygun şehirleşmenin oluşturulması demektir. Burjuva gettoları tarzında, gettolarda yaşayanların hizmetlere ve tüketim mallarına ulaşmalarını sağlayacak yeni bir kentsel tasarım oluşturmak istemektedir. Kentsel dönüşüm sürecinde yıkılan yapıların yerine kurulan yeni yapıların yeşil vizyonla buluşması için hizmet ve tüketim mallarının yerinde ulaşımının sağlanması istenmektedir. Bakkalcılığa karşı politika üretenlerin, hizmetleri(sağlık, eğitim, idari yönetim vb.)ve tüketim mallarını yine ve yeniden bakkalcılaştırırarak üretmesi demektir. Daha önce bireysel bir işletme özelliğinde olan bakkalcılık, burjuva ihtiyacı olarak öne çıkmaktadır. Sağlıkta ve tüketim mallarının pazarlanmasında oluşturulan sağlık evleri ve şok, bim vb. ünitelere yakın zamanda başka hizmet ve tüketim mallarının dükkânları eşlik edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan biriside mobeselerle, baz istasyonları ile herkesin daha kolay izlenebilir hale geleceğidir. Bu pazardaki insanlarında imal edilmesi içinde eğitimden tutunda,  aklınıza gelecek her alanda yeni insanında inşası zorunludur. Burjuvazinin, eğitilebilir, verilen eğitimi uygulayabilir(onun deyimiyle sürekli gelişmeye açık insan)  insan ihtiyacı için politikalarını uygulayabilecek ve yapısal değişiklikleri hızlı ve zamanında yapabilecek ‘katılımcı’ yönetimlere ihtiyacı vardır. Yerel yönetimlerin güçlendirilerek, semt, mahalle, ilçe bazında yâda getto bazında kurulacak dükkânları için kaynak ve ön kabul şarttır. Ekmek gibi nimet olacak yeni yönetim anlayışı sayesindedir ki 2050 gibi uzun erimli politikalar kurabiliyorlar. Kentsel dönüşüm muhalefeti olarak beliren grupları da kandırabilecek olan yeşil şehirler ne kadar uygulanabilir bilemiyorum. Ancak burjuvazinin bu konuda çok ısrarcı olacağından şüphem yok. Burjuvazinin hedefleri ile AKP arasındaki çelişki de şehirleşmenin teorik yanında değil, uygulamadaki ‘yeşil’ sorunudur. Bir yandan yeşil kentler hedefinde olanlar; bu süreçlerin daha katılımcı(kendi kendini asan halk) ve çevre vb. etkileri yüzünden hammaddenin, üretim koşullarının, metanın pazardaki dolaşımında yaşanan sıkıntılar, finansal sıkıntılar, dalgalanmalar sebebiyle sıkıntılar yaşamaktadır. AKP ile çelişen tarafı da budur. AKP bu süreci temsil ettiği sınıfları(hizmet ettiği değil), ki bunlar ticaretle şişmiş, tefecilikle büyümüş kısımların çoğunluğu oluşturduğu kesimdir. HES’lerle doğaya verilen zarar, inşaat sektörünün hızla büyümesi, hayatın her alanına verdiği zarar ile daha da belirgin hale gelmiştir. Bunlar yamyam iştahıyla her yere saldırırken halk ile sistem arasındaki çelişkide belirginleşmeye başlamıştır. Toprak ağasından ve tefeciden bozma bu soysuz kesimler ile komprador burjuva arasındaki ittifakta çatışma olarak açığa çıkmaktadır. Halkın sömürülmesi noktasında hiçbir zaman ters düşmeyen hâkim sınıflar kendi sınıfsal çelişkilerinden doğan zıtlıkta AKP ve karşıtlığı görünümüne bürünmektedir. Bir yandan, Halk, Divan oteli özgülünde, şehri temsil eden komprador burjuvazinin safına yedeklenmeye çalışılırken diğer yandan feodalizmi temsil eden AKP arasında pay edilmeye çalışılmaktadır.

Ne diyordu Abdullah GÜL: “Gezi olayları 10 yıllık birikimden dolayıdır.”  ve AKP başkanı, T.C. Başbakanı, komprador burjuvaziyi tehdit ediyordu. Elindeki işi almakla, ihale vermemekle belirgin hale gelen çatışma gazete sayfalarını süslemeye devam edecektir. R.T.Erdoğan, süreç sonunda % 50 rakamını da temsil ettiği sınıflara yedeklediği halk miktarı olarak bağırıyordu. Halkın geri yönlerini kendinde somutlayan başbakan feodal unsurlar tarafından alkışlanıyor ve savunuluyordu.

“G.t kılı” olmak, feodal insanın sevgisini(sınıf çıkar ilişkisini ona bağlamasından bahsediyorum) dışavurumundan başka bir anlamı yok iken, şehirli küçük burjuvalar ezilen halkımızın her şeyden mahrum kalmışlıklarındaki rollerini görmezden gelip, halkın hem geri olmasını hem de feodal temsilcilere yedeklenmesi konusunda, halkı  ‘koyun’ olmakla suçlayabiliyorlar. Bu nokta da iyi olan şey ise halkın sefaletinin, geriliğinin keşfedilmiş olmasıdır. Bu geriliğin aşılması noktasında çok kültürlü küçük burjuva anlayışlara bir öneri sunmadan edemeyeceğim.

Tarihte olduğu gibi ilerici devrimci fikirler en altta ezilenler tarafından kuşandığı taktirde toplumsal formasyon, iktisadi yapı değişmektedir. Yani küçük burjuvazi; kendisinde biriken artistik kültür, sanat, edebiyat, müzik vb. bilgi ile Marksist bilimi, köylülüğe ve proletaryaya(genel anlamda geri görülen ezilen herkese) taşıdığı takdirde tohum yeşereceği toprağı bulmuş olacaktır.(belirtmek isterim ki; köylülüğün proletaryadan öncü olarak ayrılması ideolojik öncülük değildir. Ülkemizdeki iktisadi yapı gereği daha fazla sömürüye maruz kalmasındandır. Görecelidir. Bu durumun kavranması için Mao ustayı ve İbrahim Kaypakkaya’yı diyalektik Materyalizm yöntemiyle incelemek gerekmektedir. Kısa bir yöntemde kavramak istiyorsanız, tek bir üründeki(mesela bir kilo et, buğday, fındık) emek- zamanı ölçün ve bunun sonucunda, haneye giren ücreti hesaplayın, görürsünüz.)Dünya emperyalistlerinin de, yerelde komprador burjuvazinin de, belini büken şey, geri üretim ilişkilerinin varlığına bağımlı olmalarıdır. Artı değeri, kırlık bölgelerdeki aşırı sömürüden somurmakta olup, geri üretim ilişkileri onun bel kemiğidir. Geri üretim ilişkileri(kırda küçük aile üretimi, şehirde küçük ve orta büyüklükteki meta üretimi, fasonculuk) içiresinde ezilen milyonlarca bedendeki kalkışma, sistemi yıkacak enerjiyi ve hareketi de açığa çıkaracaktır. Uzun süreli Halk savaşı burada tarihsel anlamını bulurken, devrimin öncü güçlerinin ittifakını ve bu ittifaktan çıkarı olan sınıfları(küçük burjuvazi ve milli burjuvazi)  da tanımlamaktadır.

Bir uzun alıntı ile pekiştirelim: “1980 sonrası sürecin emekçiler açısından sergilenmesine büyük bir katkı yapmış olmakla beraber, artık sermayenin ne yaptığı sorusu işlevini tamamlamış görünmektedir. Kanımızca yapılması gereken analizin merkezine sadece politik sonuçları itibariyle değil, metodolojik bir önerme olarak da mücadelenin, ne yapmalıyız sorusunun tekrar yerleştirilmesidir. Bu bir karşıtlık olarak değil sermaye ilişkisinin tahliline derinlik kazandıracak bir nokta olarak da görülmelidir. Böylesi bir tahlilde ulus ölçeğinin politik mücadele açısından önemi dünya ekonomisinin hiyerarşik ve eşitsiz yapısından kaynaklanmaktadır. Bir diğer ifade ile bu makale boyunca neo-liberal politikalar ve teknolojik gelişmeler temelinde tartışmaya çalışılan, sermayenin tahakkümünü arttırması dünya ekonomisinin eşitsiz ve hiyerarşik yapısına uygun olarak Türkiye gibi ‘az-gelişmiş’ ülkelerde ‘geri’ ilişkileri muhafaza ederek, içselleştirerek gerçekleşmek olduğudur. Küçük meta üreticilerinin varlık koşullarının, hâkim metalaşma ve proleterleşme süreçlerine rağmen, değersizleşme temelinde gerçekleşmeye devam ediyor oluşu, bu noktanın en açık göstergelerinden biridir. Burada değersizleşmeden kasıt, temel olarak şunlardır: emek-gücünün metalaşmasına rağmen geçimlik üretimin varlığını devam ettirmesi (bakınız Aydın, 2001); “yeniden üretim koşullarının (yaşam standardının) ulusal ve evrensel standartların altında gerçekleşmesi; kamusal kaynaklı sosyal refah yapısının (eğitim, kültür, sağlık sosyal güvenlik, sigorta konut, ulaşım, çevre, vb.) marjinalliği, emek gücü kapsamında ve ona bağlı sınıfsal ilişkiler temelinde, siyasal örgütlenmelerin sınırlılığı; toplumsal sözleşme koşullarının gelişmemiş olması, dolayısıyla, evrensel insan haklarına dayalı, özgürlük ve eşitlik temelinde demokratik bir yapının gerçekleşmemiş olması” (Ecevit vd. 2009: 46) ( TOPRAK MÜLKİYETİ SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ.2010 sayfa 198-199)

 

Tusiad’a dönelim:

“Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve yükselen ekonomilerde, toplumun tüm kesimlerinin yukarıda sıralanan(yeşil dünyanın açığa çıkaracağı refah?) olası gelişmelerden yararlanabilmeleri için ekonomik refahın topluma yayılması ve bölgesel gelişmişlik farklarının en aza indirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Aksi takdirde, gelişen teknolojik olanaklara, mal ve hizmetlere erişme ve bunları ödeyebilme olanağı olmayan geniş toplum kesimlerinin yaşamlarını sürdüreceği plan dışı kent alanlarında, bugün olduğu gibi, denetim dışı ulaşım sistemleri ve araçları yaygınlaşacaktır.”(vizyon-2050 Türkiye. sayfa.57)(italik yazılar dikkat çekmesi için tarafımdan yapılmıştır.)

Ekonomik refahın topluma yayılması ve bölgesel farkların ortadan kaldırılması için gerekli olan şeyin ne olduğu, nasıl uygulanacağı hakkında net bir görüşe sahip olmayan Tüsiad, sosyal devlet söyleminin öykünmesinden başka bir şey yapamıyor. Sadece sürdürülebilir sömürü düzeni için, yakından uzağa olan politikasının özünü, yakının yeniden dizaynı, uzağın ise bu dizayna riayet etmesini arzu etmekten ibarettir. Kısacası geri üretim ilişkilerini tasfiye edecek bir görüş ve pratikten uzaktırlar. Buda kırsal alandaki sömürünün daha da derinleşeceğinin sinyalini veriyor. Kırda biriken öfkeyi, hazine arazilerinin köylüye satılması(sonradan tekrar geri alacak politik esneklik le) ile tolere edecektir. Geçmişte bu kandırmacalar ile doludur. Toprak reformu tartışmalarının hiç eksik olmadığı cumhuriyet tarihi, bu uygulamaları asla amacına uygun şekilde gerçekleştirememiştir. Örnek vermek gerekirse: 

“ Ülkemizde toprak reformu konusunda yapılan çalışmalar 30’lu yıllarda başlamıştır. 1933–34 yıllarında büyük çiftlik sahiplerinin elinde bulunan önemli miktardaki hazine topraklarının muhtaç köylüye dağıtılmasını amaçlayan “toprakların tapusuz kısmını devlete mal eden” bir tasarı hazırlanmış, fakat bu tasarı, hem Ziraat Vekâleti ve hem de Devlet Şurası tarafından reddedilmiştir. İkinci bir tasarı CHP Meclis Grubu tarafından Ali Rıza ERTEN’e hazırlatılmış, ancak, o tasarı da parti grubunda kabul edilmemiştir. Daha sonra Dr. Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı sırasında hazırlattığı İskân Yasası Tasarısı’nın yasallaşması gerçekleştirilememiş; Tarım Bakanı Prof. Muhlis ERKMEN’in 1941–42 yıllarında yeni tasarı hazırlama çabaları da sonuçsuz kalmıştır. Sonunda Haziran 1945 tarihinde Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu’nun Tarım Bakanlığı sırasında Toprak Kanunu çıkartılmış, fakat bu kanun da uygulanamamıştır. 27 Mayıs 1960’tan sonra da birçok tasarı hazırlanmış, ancak hiçbirini yasalaştırmak mümkün olmamıştır.”( TOPRAK MÜLKİYETİ SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ.2010 sayfa 64)

 

 Toprak ağalığını kanunlaştıracak olan yeni yasalar, Mehdi Eker’in ağzından internete düşmüştü hatırlanırsa.(Redhack tarafından yayınlanan ses kaydından bahsediyorum) Mehdi Eker’le konuşan ağa, parçalı halde köylünün elindeki toprakları, eski şekli ile değil ama benzer şekilde idare edecek şirket-ağa modeli üzerinde konuşuyorlardı. Geçtiğimiz günlerde pilot bölgelerde uygulanmış olan bu pratik, ‘olumlu’ sonuçlar almıştı. Bu olumlu sonuçlardan yola çıkan ağalar, bir an önce kanunun çıkarılmasını, hisseli ve parçalı tarım arazilerinin bütünleştirilmesi bahanesiyle, köylüyü mülksüz tarım işçisi haline getirmek istiyorlar, ancak tarıma dayalı sanayiyi olumsuz etkileyecek bu uygulama(pazarın daralması)  neticesinde komprador burjuvazi ile Toprak ağalarının kümelenmesi AKP arasındaki ittifakının da bozulma zeminlerinden birini oluşturuyordu.

Bu noktada Türkiye’nin tarımsal Ekonomi ye hâkim olan üretim biçimine, kapitalist işletmelerin olduğunu söyleyenlerin de hataya düşmüş oldukları netleşmektedir. Bu düşüncedekilere; “KSSGM (2000) verilerine göre, Türk kırsal kesiminde, genel özellikleri dikkate alındığında, aile üretimi ve küçük üreticiliğinin başat olduğu görülmektedir. Küreselleşme sürecinde tarımın dönüşümünü açıklarken Türkiye’de tarımsal üretimde, Oran’ın (2006:328) da belirttiği üzere daha çok, küçük ve çok sayıda dağınık parçalı üreticilerin egemen olduğu, yani küçük meta üretiminin yaygın üretim tarzı olduğunu akılda bulundurmak gerekir. Bu durum, hem teknolojik gelişmelerin tarıma uygulanmasını hem de girdilerin kullanımını maliyetleri yüksek oranda arttırdığı için zorlaştıran bir faktördür. Bu yüzden, özellikle 1980 sonrası neo-liberal politikalar, tarımsal üretimdeki devlet desteğinin azalmasıyla Türkiye’de tarımsal üretimin yaygın üreticisi olan küçük meta üreticilerinin varlıklarını devam ettirebilme koşullarını daha da zorlaştırıyor, küçük meta üretiminin farklılaşmasını beraberinde getiriyor. Gelişmiş ülkelerde sermaye ve teknoloji yoğun üretim yapılabilmesi ve genellikle büyük toprak sahipliğinin yaygın olması da tarımsal verimi arttıran faktörlerden biridir. Böylece devlet tarımsal ürünlerde belirlenmiş standartlara ucuz maliyetle ulaşılmasını da sağlamış olur. Bunların bütünü de gelişmiş ülkelerin tarımsal ürünleriyle az gelişmiş ülkelerin tarımsal ürünlerinin pazara eşitsiz koşullarda girmesine neden olmaktadır.” .( TOPRAK MÜLKİYETİ SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ.2010 sayfa 64) açıklaması bile yeterli olacaktır.

Bugün, AKP’nin tasfiyesi konusundaki pratikler bütünü ile bakıldığında, hem metodolojik konudaki uzlaşmazlıklar hem de sınıfsal çıkarlarının çatışması sonucunda zıtlık vizyon çerçevesin de açıklanabilir.

Hatırlarsınız, yeni anayasa konusunun gündemden düşmesinin önemli bir sebebi de AKP nin kendisidir. Öznel çelişkilerinden ve özlemlerinden doğan ideolojik isteklerin bu yasa ile yaşam bulması söz konusu olduğundan, sermaye, AKP’nin vizyona uygun olan bir anayasa yapıp yapamayacağı noktasında endişelenmiştir. Bu endişeler, Tusiad hükümeti uyardı başlıklarıyla gazetelerde ve internet sitelerinde yer almıştır. Dönem dönem kızışan uzlaşma ve çatışma sonucunda çatışma daha belirgin hale gelmiş bulunmaktadır. Ezilen emekçiler açısından uyguladığı politikalar uzlaşmasını sağlarken, Erdoğan ve temsil ettiği kliğin belli bir güce dönüşüyor olması sonucunda karşıtlıkta keskinleşmiş ve gelişmiştir. Burada iki gerici sınıfın çatışması söz konusudur.(Aynı zamanda bu çatışma kır ile kent arasındaki çatışmayı içermekte, kadın ve erkek arasındaki çatışmada temsil edilmektedir.) Bu çatışma ya karşı politika belirleyebilmek için sınıfsal yapılarını, uzlaşma ve çatışmalarını, hangi sınıfların müttefikliğinde gerçekleştirilmeye çalışıldığını kavramamız ve kendi hedeflerimiz doğrultusunda yönelime girmemiz gerekmektedir.

Bir başka açıdan bakacak olursak;

Gezi’nin kahramanları eğitimli kadınlar iken, katılımcıları şehrin ‘modern, aydın’ yüzünü temsil ediyordu. Erdoğan ise şehirdeki kırın yığınlarından beslenirken, eğitimsiz, geleneksel giyinen ve konuşan ‘ geri’ ve niteliksiz, iğreti yönüne dayanarak karşılık vermişti. Biri demokrasiden yanaydı. Diğeri köydeki ağanın felsefesini yaşayan, Erdoğan’da somutlaşan feodalizmden yana. Biri hep gelişmek istiyordu. Diğeri onu hep engelliyordu. Biri fabrikalar kurmak istiyordu. Diğeri tarlasını özlüyordu. Biri önyargısız yaşamak istiyordu. Diğeri dinini, imanını dayatıyordu. Biri bu cahiller olmasa ne güzel olurdu diyordu. Diğeri ağanın gücünden aldığı destekle kendini dayatıyordu. Biri burjuva özgürlüğü istiyordu. Diğeri ağanın tahakkümünü istiyordu. Sınıflar arasında ki bu belirgin çatışma, kitlelere ileri olan şey ile geri olanın çatışması gibi gösteriliyordu. İki gerici sınıf in arasındaki çatışma da ezilenlerin bir tarafa yedeklenmesi bekleniyordu. Ancak ilerici, devrimci ve komünist hareketlerin pratikleri bu yedeklenme işlemine darbe vurmuştur. Cumhuriyeti yeniden ayakları üstüne dikmek isteyen geleneksel burjuva kanadı istediğini başaramadı. Şapkadan KEMALİZM çıkaramayan burjuvazi başlıklı yazımda da söylediğim üzere, AKP’yi, Cem Uzan da işe yarayan yöntemle, tasfiye etmeye çalışacağını söylemiştim. Kitlelerin gözünde, İtibarsızlaştırma, “ağzınla kuş tutsan yaranamazsın" anlamındadır.(Maddi çıkar ilişkilerinin onunla olan bağının koparılması, yeni bir yere aktarılması demektir.)

Tusiad’a tekrar dönüyoruz:

“Türkiye’de enerji tüketim yıllar içerisinde artan bir seyir izlemiştir.1990-2008 döneminde birincil enerji tüketimi yıllık ortalama %4,3 artarken 2008 yılında ülkemizin toplam enerji tüketimi 106,3 MTEP, üretimi ise 29,2 MTEP olarak gerçekleşmiştir.(http://www.enerji.gov.tr)Enerji tüketimimizin yaklaşık %70’i ithalat edilen fosil yakıtlar tarafından karşılanmaktadır. Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye, sera gazı emisyonlarını azaltmaya ve eşzamanlı olarak ekonomik büyümeye odaklanan bir ülkede, enerji üretiminde ithalata bağımlı yakıtların %70 düzeyinde kullanılması sürdürülebilir değildir.”(sayfa.63)Hidroelektrik enerjisi dışında diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesinin ancak siyasi iradenin gerekli politikaları benimsemesi ve desteklemesi ile gerçekleşebileceği görülmektedir..”(sayfa.64)(2050 vizyon Türkiye)

Emperyalizmin tahakkümü sonucu, enerji girdisini pahalıya mal eden sanayi, ucuz enerji bulamamaktadır. Ülke sanayisinin, enerji ihtiyacını, öz kaynaklardan  %30 oranında karşılaması demek olan bu istatistik veri, Türkiye Kapitalizminin ‘reel’ durumunu anlatmaktadır. Güngör Uras, Milliyet gazetesinde 08.03.2014 sayısında şöyle yazıyor:

“İmalat sanayinde işletmelerin yüzde 92‘si, 19’dan az işçi çalıştıran küçük işletmeler. Bu işletmeler, imalat sanayinde çalışan toplam işçilerin yüzde 28’ine iş imkânı sağlıyor. Ne var ki bu işletmeler imalat sanayinde yaratılan toplam katma değerin sadece 8’ini yaratabiliyor.

-İmalat sanayindeki işletmelerin sadece yüzde 3’e yakını büyük işletme. Bunlar 50’den fazla işçi çalıştırıyorlar.

Bu büyük işletmeler imalat sanayinde çalışan toplam işçilerin yüzde 55’ine iş veriyorlar. Çalışan sayısı 50’den fazla olan bu büyük işletmeler imalat sanayinde toplam katma değerin yüzde 80’ini yaratıyorlar.”

Büyük işletmelerin nemasını var eden şeyin(girdilerin yüksek olmasında doğan kar zararını) küçük işletmelerin varlığından doğduğunu görebiliriz. Küçük meta üretiminde, girdi maliyetleri daha da artması, işçiyi, daha kötü yaşam ve iş koşulların da ezmektedir.  Komprador burjuvanın baskısı altındaki, Küçük işletmeler, kaderlerine razı olmaktan(küçük olarak kalmak) başka çare bulamamaktadırlar. Bu zorunlu küçüklük, işçilere güvencesiz iş, niteliksiz beslenme, düşük eğitim, ağır çalışma koşulları ve uzun çalışma süreleri le birlikte, düşük ücret olarak yansımaktadır. Gelişen Türkiye(Kapitalist TÜRKİYE ya da Burjuva Demokratik Türkiye değil. Emperyalizm ile yarı feodal yapının baskısından kurtulamayan Türkiye)’nin sorunları, nicel gelişmeler olmakla birlikte değişmemiştir. Türkiye Kapitalizminin, Emperyalizme olan çelişki ile Türkiye yarı feodal(kendini tekrar tekrar üretmek zorunda olan)  yapı tarafından geriye çekilen nicel gelişim, ikili baskının ortadan kaldırılması ile son bulacaktır. Marksist Bilim, toplumsal yasalar bize bunu söylemektedir. İleri olan şeyin gelişmesi, geri olanların tasfiyesiyle mümkündür. Burada, çelişkiyi tespit ederken, nicel olarak azlığı veya çokluğu ‘koşullarında’ önem kazanırken, geri olan üretim biçiminin varlığının etkisi önemlidir.(Bu etki arabanın arkasına bağlanan konserve kutusu mudur?

Yoksa bagaja kapatılmış, ağırlığı tekerlerinde ve hızında hissedilen, ölü bir üretim biçimi midir? Siz karar verin)Marks’ın Kapital 1. Cilt için Almanca birinci baskıya önsöz başlığı altında yazdıklarını aktaralım: 

“Kapitalist üretimin Almanlar arasında iyice yerleştiği yerlerde(örneğin fabrikalarda) içinde bulunulan koşullar, Fabrika Yasalarına benzer yasaların bizde bulunmamaları nedeniyle, İngiltere’den daha kötüdür. Öteki bütün alanlarda, biz, Batı Kıta Avrupa’sının tüm geriye kalan yerlerinde olduğu gibi, yalnızca kapitalist üretimin gelişmesini değil, bu gelişmenin tamamlanmamış olmasının da acısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanı sıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hala sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz.”

Komprador burjuvazini emperyalizmle ilişkisi sonucunda, değişen iş kanunları, beklentilerden doğan yaptırımlar(mesela yeşil etiketli sürdürülebilirliği için, küçük işletmelerin önüne konan yeni şartlara uyum sağlaması da ekonomik maliyetlerinin yüksek olmasından dolayı) ya sahte belgelerle aşılmaya çalışılmakta, ya da o pazarla olan bağını zayıflatarak, iç piyasada daha az zorunlu şartlar altında varlığını korumaya çalışmaktadır.(Nereye kadar?) 

Tusiad’a yeniden dönüyoruz:

“Türkiye, önümüzdeki dönemdeki sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde oluşturulmuş yeni bir ekonomik düzende rekabet etmek durumunda kalacaktır. Sayfa66 …. Tüm bu nedenlerden anlaşılacağı üzere, Türkiye’de 2020 yılına kadar işleyen bir enerji borsasının kurulması, benimsenmesi ve bölgesinde güven kazanmış olması sürdürülebilir kalkınma açısından elzemdir. Sayfa.70”

Yapılan enerji yatırımları(HES,RES vb.)nın gerçekleşmesinin önündeki engellerinin kaldırılması gerekmektedir. Bu engeller, yatırım projeleri için alınan değişik isimler altındaki ücretlerin düşürülmesi, diğer kamu kuruluşları arasındaki eşgüdümün örgütlenmesi anlamına gelmektedir. AKP iktidarı bu süreçleri toplumsal mutabakatla örgütlemekte güdük kalmış, dayatmacı bir yöntemle zor aygıtının gücüne güvenerek hareket etmiştir. İktidarda kaldığı sürece baskı gücünü artıracağından kimsenin şüphesi olmasın. Bu baskı aracına karşı, hangi politik aygıtların, hangi hedefler çerçevesinde karşılık vereceği, ezilenler açısından elzem bir sorundur. “Halk Kazanacaktır”. Ancak hangi bedellerle, hangi kazanımlara ulaşacağı önemlidir. Devrimci güçler açısından genel bir durum değerlendirmesi, elde bulunan araç, gereç ve örgütlülüklerin, enerjilerini doğrudan sisteme yöneltmesini sağlamak ana yol olarak belirirken ikinci yol olarak ta AKP peşinde sürüklenen ezilen halkımıza ulaşılması gerekmektedir. İkili bir yol izleyen devrimci perspektif, Maoist halk savaşı tohumlarını da doğru yerdeki, tavlanan toprağa ekmiş olacaktır.

Küçük sorunlarda, büyük sorunların çözümü vardır. En küçük gibi görünen halkın günlük yaşamından doğan sorunlara eğilmeyenler büyük sorunları çözecek enerji, güç ve hareketi yaratamazlar. Küçük köylerdeki ‘kolay’ sorunları çözemeyenler büyük kasaba, şehir, mega kent teki sorunları asla çözemezler. Küçük dağları mesken tutmayanlar, büyük dağlarda yorulurlar. İçten dışa, dıştan içe diyalektiği, Maozin ve Marksizm’in bilimsel gerçekliğidir. Bildiğiniz bir şey varsa savunduğunuz bir düşünce varsa ekeceğiniz yer en çok ezilenlerin toprağıdır. Onlar günlük sorunlarına eğilmeden yürütülen faaliyetler, çeltik tarlasına pancar ekmeye benzer.

İyi Çalışmalar

Taner Özcan

94294

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Son Haberler

Sayfalar

Taner özcan

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Sayfalar