Pazartesi Mayıs 27, 2024

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”. Yine bu yoldaşlarımız, arkasına taraftar kitlesi toplamak adına da bu geleneğin tarihinde sıkça rastladığımız “Kaypakkaya/MLM”yi maske niyetine kullanmış, radikal-sol söylemler eşliğinde birçok alanımız bu yoldaşlarımızın saldırısına maruz kalmıştır/kalıyor. Bu yazımda geniş bir tartışmaya girmek yerine, uzun bir süredir devam eden bu saldırılara değinmek istiyorum.

Öncelikle, dost-düşman ayrımını göremeyen, adeta freni patlamış kamyon gibi her yere saldırma cesaretini gösteren bu yoldaşları hakikaten alkışlamak gerek. Alkışlayalım, çünkü haklarını vermek gerek; böylesine bir körlüğe tekrar rastlamak hakikaten çok güç olsa gerek. Bürolarımızın onlarca kişi ile basılıp işgal edilmesi ve “halka açılması(!)” (tabii ki halka açıldı, zaten bürolarımız da faşistlerin elinde idi!) öyle kolay rastlanılabilecek bir durum değil. Yoldaşlarımızın şiddete maruz kalması ise olayın ayrı trajik kısmıdır. Gerçi bu işgalci yoldaşlara göre şiddet-middet diye bir şey olmamış. Mesela bu yoldaşlarımızın aktardığına göre tekmelenen yoldaşımızın üzerindeki ayak izleri şöyle oluşmuş; bu yoldaş yere düşünce (muhtemelen kendisini yere atmıştır!), yerdeki ayak izi yoldaşımızın üzerine yapışıvermiş. Kadın yoldaşımız ise kendini yerlere atmış- zaten biraz da deli bu yoldaş).

Biz de ne kadar art niyetli yaklaşmışız öyle. Hakikaten yoldaşlarımızı tekrar alkışlamamız gerek, bu Oscar’lık senaryo karşısında.

Her filmin senaryosunda çelişkili sahneler vardır, olabilir. Bu yoldaşlarımızın senaryosunda da doğal olarak çelişkiler var. Mesela işgalin hemen ardından görüşmek için giden yoldaşlarımıza uygulanan şiddet için “kendi içimizde özeleştirisini verdik” (özeleştirinin verilmesi gereken yere değil de, kendi içlerinde verilmesi de ayrı bir trajikomedi) denilmiştir. Ama işgalin olduğu günün akşamı “Partizan” imzası kullanılarak yapılan açıklamada “şiddet yoktur, devrimci bir müdahalede bulunulmuştur” denilebilmiştir. Gazetede bulunan ve şiddete maruz kalan yoldaşlarımıza dair daha neler neler var; Biri zaten emaneten oradaymış (emaneten ne demekse!), biri kendi rızasıyla çıkmadığı için olmuş bütün bunlar vb.

İşgal sonrası bu yoldaşların kurumları dolaşıp “artık inisiyatif biziz”, “bizi muhatap alacaksınız” demeleri ise ayrı bir trajedi. Tebrikler, bir bina-daireyi ve teknik malzemeleri “ele geçirerek” hizbi engellediniz!!! Bir kuru binayı gasp etmekle hizbe engel oldunuz demek! Ama biz yine gerçekleri yine gazetemizle halka ulaştırmaya devam ediyoruz, yine savunduğumuz düşünceler uğruna bedel ödüyoruz, yine can veriyoruz. Politika yapmaya devam ediyoruz, doğal olarak!

Peki sizler! Sizler alnınızda bu leke ile yaşayacaksınız!

Bu yoldaşlarımızın cesareti öyle büyük ki, büromuzun işgalini kınayan DHF’yi de telefonla arayıp tehdit edebilecek kadar “devrimciler(!)” Toplam 9 örgütün bir araya gelip sürecin bir ihtiyacı doğrultusunda oluşturduğu HBDH’ye yönelik karalama kampanyasına girmiyorum bile. Bence bu kadarını hiçbirimiz kaldıramayız.

Bu yoldaşlarımızın iç tartışmalar açığa çıktıktan sonra uygulamaya soktukları ilk pratiklerinden biri de “siyaset yasağı” oldu. Bu siyaset yasağını genelde devrimcilere devletin uyguladığını hep görüyoruz ama durun; EZBER BOZULDU! Mesela OHAL kampanyasını yürütmek isteyen YDG’lilere “burada çalışma yapmanıza izin vermeyeceğiz” deyip çalışma esnasında sivil polisleri aratmayacak tarzda takip etmek de “devrimci bir pratik”! Ya da devlet uygulamasına taş çıkartacak bir başka pratikte; kendi içlerinde belirledikleri yoldaşlara “semte giriş yasağı” getirmektedirler. Aman ha o “yasaklı” yoldaşlar sakın o semtlere girmesinler; malum “110 cm’lik doğalgaz borusu” ile onları bekleyen yoldaşlarımız var sonuçta. Sanırız bu yoldaşlar, devletten öğrenme mantığını yanlış anlamış durumdalar.

Durun bunlar daha bir şey değil. Mesela örgütlü bir yoldaşımıza “kafana sıktırırım” demekte “hizip(!)” engellemek! Doğrusu rezilliğin, bataklığın, pespayeliğin bu kadarı da olamaz! Ama gelin görün ki maalesef oldu/oluyor. Yoldaşlar, size ajitasyon çekmek istemem ama halka yönelik onca katliamın sorumlusu olanlar, halk düşmanları elini kolunu sallayarak geziyorlar. Ama tabii, “hizipçilerin(!)” “kafasına sıkmak”, onlara siyaset yasağı uygulamak daha devrimci bir pratik değil mi? İki çizgi mücadelesi de zaten böyle bir şey; kendin gibi düşünmeyeni ez!!!

Hala devrimcilik duygusunu kaybetmeyen sevgili yoldaşlar; dahil olduğunuz bu üslup bir bütün olarak kolektifimize zarar veriyor. Yıllardır verilen emekler bu karşı-devrimci üslup ile heba ediliyor. Sorunlarımızı devrimci bir tarzda tartışma olanağımız hala mevcut. Gelin hep beraber sorunlarımızı tartışarak çözelim. Bu tarzın bizleri bir bütün olarak gerilettiğini görmek zorundasınız. Yıllarca Amed 5 Nolu Zindanı’nda direnen ve hala örgütlü mücadelesini, düşman engellerine rağmen bulunduğu alanda sürdüren M. USTA’nın da dediği gibi “Sorunları yaratanlar, şimdi de derinleştiriyorlar.” (Ha bu arada, M. USTA’nın da mücadeleyi bıraktığını söylüyormuşsunuz duyduğumuza göre! Üzülmeyin ama dostlar, M. USTA hala örgütlü, maaalesef!)

Sorunları yaratıp derinleştirenlere kanmamak, dur demek boynumuzun borcudur.

Örgüt olma, mekanizmayı kolektif olarak işletme mantığını şefçiliğe indirgeyenler, pratikten yoksun bir biçimde olup ama aynı zamanda savaş cephesinin binlerce kilometre uzağında “savaş çağrısı” yapanların gittiği/gideceği yer bellidir. Tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur. Ülkenin dört bir yanında faşizme karşı ezilenlerin yükselttiği isyan çığlıkları bizleri bekliyor. Derinleşen krizin her geçen gün dar boğaza ittiği işçi sınıfı bizi bekliyor. Faşist sömürgeciliğe karşı serhildanları örgütleyen Kürt ulusu bizleri bekliyor. Daha sert daha zorlu bir mücadele süreci bizleri bekliyor. Bunun karşısında daha kararlı daha fedakâr bir örgüt yaratmak mümkündür.

Yeter ki herkes üzerine düşeni yapabilsin!

Yeter ki “herkes işini yapsın!”

 

Vurulacağı ya da dayak yiyeceği söylenen bir Partizan okuru

45579

Son Haberler

Sayfalar

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Sayfalar