Çarşamba Mayıs 8, 2024

Yeni Bir Mücadele Yılına Girerken: Ölümsüzlerimizle Yürüyoruz!

2021 yılını geride bıraktık. Yeni bir mücadele yılına girerken gerek dünyada ve gerekse de ülkemizde başta sınıfsal çelişkiler olmak üzere bir dizi çelişkinin giderek keskinleşmesi 2022 yılının sınıf mücadeleleri açısından hareketli geçeceğini göstermektedir. Küçük bir örnek olması açısından MESS grup sözleşmesinde sefalet zammını kabul etmeyen ve iş bırakan Birleşik Metal-İş üyesi Çimsataş işçilerinden 25’i, SMS’le işten çıkarılınca direnişe geçtiler. Yeni yılda bu türden örneklerin artacağı öngörülebilir.

Esasen 2021 yılı dünya çapında bir önceki yıldan kapitalist sistemin ekonomik, siyasi ve ekolojik bir dizi krizi ve çelişkisini devralmıştı. Bu çelişkilere bir Covid-19 pandemisi eklenince var olan kriz daha derinleşmişti. 2022 yılı pandeminin yeni varyantlarıyla birlikte sürdüğü müddetçe krizin derinleşmeye devam edeceği, buna karşı işçi sınıfının ve ezilen halkların itiraz ve mücadelelerinin yükseleceği bir yıl olmaya aday görünüyor.

Emperyalist kapitalist sistem, küresel ısınma ve iklim krizinin derinleştiği koşullarda, (Copernicus verilerine göre 2021; 2015 ve 2018’den az farkla daha sıcaktı ve son yedi yıl birlikte ele alındığında, açık bir farkla kaydedilen en sıcak yedi yıl olarak kayıtlara geçti-10 Ocak) ekonomik krizin sürmesi, kapitalist uygarlığı giderek bir “sürdürememez”lik içine sokmaktadır. Bu durum geniş kitlelerde hakim sınıflara ve özellikle de onları temsil eden “politikacı”lara yönelik tepki ve öfke duymasına yol açmaktadır. Yeni yılın ilk günlerinde Kazakistan’da yaşanan halk isyanı önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmelerin işareti gibidir.

Küresel ısınma ve iklim krizi nedeniyle dünya yok oluşa doğru hızlıca ilerlerken, bunun birinci derecede sorumluları olan emperyalist kapitalistler arasındaki çelişkilerinde keskinleşmeye devam ettiğine tanık olduk. Geride bıraktığımız yıl ABD emperyalizminin başını çektiği AB emperyalistleriyle Rusya emperyalistleri arasında merkezinde Ukrayna olan çelişki derinleşti. Bu çelişkinin önümüzdeki süreçte de gündemi belirleyeceğini öngörebiliriz.

Emperyalistler arasındaki bir diğer keskinleşen çelişki ABD emperyalizmiyle Çin sosyal emperyalizmi arasındaki çelişki oldu. Çin ile ABD emperyalistleri arasındaki rekabet özellikle teknoloji alanında, uzay ve havacılık, yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, sanal gerçeklik, “derin taklit” (deep fake) teknolojisi, silahlanma alanlarında daha da sertleşti. Önümüzdeki yıllarda bu çelişkinin dünyanın gündemini belirleyeceği anlaşılmaktadır.

Emperyalist kapitalistlerin kendi aralarında çelişkiler keskinleşirken proletaryanın ve ezilen halk kitlelerinin kendilerine yönelik isyanlarından da korkmaktadırlar. Bunun için kendilerince önlemler geliştirmektedirler. Covid-19 pandemisini gerekçe göstererek çeşitli yasaklar devreye sokmakta, halk kitleleri üzerindeki denetimlerini artırmaktadırlar. Sadece bu da değil teknolojideki gelişmeleri kitle denetim ve gözetleme araçlarının geliştirilmesi için kullanmaktadırlar.

Beş milyonun üzerinde insanın ölümüne neden olan Covid-19’a karşı geliştirilen aşılarının patent hakkının kamuya açılmaması ve özellikle ezilen yoksul halkların aşılanmaması (“aşı emperyalizmi”) beraberinde yeni varyantların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu ise pandeminin can almasına devam etmesine yol açmaktadır. Kısaca emperyalist kapitalist uygarlık can almaya, sömürü ve talana son hızla devam etmektedir.

Çökme rejimi çökmeye devam ediyor!

Geride bıraktığımız yıl TC’nin tam bir çökme rejimi olduğunu gösteren örneklere tanık oldu. Bu örnekler çökme kelimesinin iki anlamıyla yaşandı. Birincisi; AKP-MHP faşist iktidarı giderek sıkıştı. Yaşanan ekonomik kriz beraberinde faşist ittifakı çökme aşamasına getirdi. Sistemin çökme aşamasına gelmesi muhalif hakim sınıf kliğini de harekete geçirdi ve rejimin yeniden restorasyonu için harekete geçmesine neden oldu. Erken seçim çağrısı yapıldı.

“Çökme rejimi”nin en iyi görüldüğü pratiklerden biri de, faşist iktidarın faiz indirimiyle döviz kurunu yükseltmesi ardından ise hazine garantisi vermesiyle döviz kurlarını sabitlemesiyle yaşandı. Kısacası devlet kendi vatandaşını dolandırdı. Büyük bir vurgun yaşandı. Üstelik bu çökme işini göstere göstere yaptılar.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati: “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar.” (24 Aralık) Halkı soyan ve soyduğuyla kalmayıp, bununla övünen halk düşmanlarıyla karşı karşıyayız. Rejim ekonomik spekülasyonla alt-orta sınıfların birikimlerine vurgun yaparak onlara yüksek kurdan döviz satmış, yüksek enflasyon ve ağır vergiler altında ezilen halka karşı son bir vurgunla çökme ekonomisini sürdürmektedir.

Faşizm yeni yıla girerken başta elektrik olmak üzere temel ihtiyaçlara astronomik zamlar yapmıştır. Hemen hemen her şey zamlanmış durumdadır. Sistemin resmi kurumu TÜİK bile Aralık enflasyonu % 13.58, 2021 enflasyonunu % 36.08 olarak açıklamak zorunda kalmıştır. Enflasyon Araştırma Grubu, enflasyon rakamlarını Aralık ayı için % 19.35, 2021 yılı için % 82.81 olarak gerçekleştiğini açıklamış durumdadır.

Yoksulluk sınırı Aralık’ta 13.072.51 TL, açlık sınırı Aralık’ta 4.013.26, TL olarak açıklanmıştır. (Türk-İş) Sistemin destekçilerinden sarı sendika Türk-İş’in açıklaması bile açlık sınırının alayı valayla açıklanan yeni asgari ücrete yaklaştığını göstermektedir. 8.5 milyon işsizin, 12 milyon yoksulun olduğu, 6.6 milyon kişinin devlet yardımıyla yaşadığı, çalışanların yarısının asgari ücretli olduğu koşullarda, % 50 enflasyonla işçi ve emekçilere tam bir yıkım dayatılmış durumdadır.

Bu koşullar altında faşizm kendisine karşı gelişecek olası halk hareketinden korkmakta ve burjuva muhalefet üzerinden açık açık halkı tehdit etmektedir. AKP Başkanı R.T.Erdoğan: “Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş. 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de aynı dersi evellallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız” açıklamasında bulunmaktadır. (4 Ocak)

“Çökme rejimi”nin ortağı faşist MHP’nin lideri Devlet Bahçeli ise partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, Kazakistan’daki halk isyanının FETÖ tarafından kışkırtıldığını, yarın burada da aynı şeylerin olabileceğini belirterek, yeni bir terörle mücadele konseptinin oluşturulması çağrısında bulunmaktadır. (11 Ocak)

Çökme rejiminin bu saldırganlığı karşısında burjuva muhalefeti ise tam bir teslimiyet içindedir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, R.T.Erdoğan’ın tehditlerine: “Zorlayacak, baskı kuracak, sokağa çıkmayacağız. Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok” diye yanıt vermektedir. (5 Ocak)

Burjuva muhalefetin bu teslimiyetinde asıl neden sokak muhalefetinin kontrolden çıkma tehlikesidir. Hakim sınıflar yaşanan ekonomik ve siyasi krizin farkındadırlar. Bu krizin olası bir halk ayaklanmasına dönüşmemesi, yeni bir Gezi’yi tetiklememesi için deyim yerindeyse yoğurdu üfleyerek yemektedirler. Krizin kontrolden çıkmaması için olabildiğine bir yumuşak geçişten yanadırlar. Sokağa değil seçime işaret etmektedirler. Öte yandan burjuva muhalefetin lideri K.Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri aynı zamanda CHP’nin liderlik ettiği “Millet İttifakı”nın hasbelkader iktidarı ele alıp çökme rejiminin restorasyonuna giriştikten sonra toplumsal muhalefeti, devrimci ve komünistleri neyin beklediğinin de itirafıdır. “Geliyor gelmekte olan” diyerek gelecek olan gideni aratacaktır.

Halka yönelik saldırılar artacaktır

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum, ABD Merkez Bankası’nın faiz artırma kararıyla birlikte daha da kötüleşecektir. Halihazırda var olan tablonun daha da kötüleşeceği açıktır. Türkiye halkına dayatılan bu ağır yoksulluk ve açlık tehlikesi beraberinde burjuva muhalefet için bir fırsat olarak görülmekte ve yaşanan ekonomik krizle birlikte çökme rejiminin seçimle gideceği propagandası yapılmaktadır.

Burjuva muhalefetin bu tavrı örneğin bir cemaat yurdunda intihara zorlanan üniversite öğrencisi karşısında da kendini göstermektedir. Ülkede gençler geleceksizlikten intihara sürüklenirken yapılan tek şey tarikat ve cemaat yurtlarının kapatılması ve devlet yurtlarının açılması gerektiği propagandasıdır. Tarikat ve cemaat yurtları AKP-MHP iktidarından önce de vardı. Hatta CHP iktidar olduğu dönemlerde de vardı. Burada amaç gençlerin geleceğinin çalınmasıyla hesaplaşma değil, tam aksine gençlerin tarikat ve cemaat yurtlarında değil devlet yurtlarında kontrol altına alınmasıdır.

Tarikat ve cemaatlerin gençleri ölüme sürüklediği ne kadar gerçekse, asıl olarak sistemin ve onun yürütücüsü TC faşizminin gençleri intiharın eşiğine getirdiği de bir o kadar gerçektir. Diğer bir ifadeyle TC devleti ideolojisiyle, uygulamalarıyla, politikalarıyla büyük bir “tarikat” örgütlenmesi değil midir? Bu faşist devlet aygıtı her türlü uygulamasıyla gençleri büyük bir cendere içinde tutmakta, geleceksizleştirmektedir. Bu nedenle doğru olan tutum düzenin toptan yıkılması için mücadele etmektir.

Çökme rejiminin işçi sınıf ve emekçi halk için tam bir yaşamsal tehlike oluşturduğu, sadece açlık ve yoksulluk dayatmasıyla değil örneğin Covid-19 pandemisi karşısındaki tutumuyla da anlaşılabilir. Salgının başından itibaren gerçekleri halktan gizleyen iktidar gelinen aşamada sahte aşı üretmiş durumdadır. Rejim sahipleri bununla kalmayıp TTB’nin bütün uyarılarına rağmen yeni bir genelgeyle aşı olmayanların kalabalık etkinliklere katılım, yolculuk vb. için yaptırmaları gereken PCR test zorunluluğu kaldırmış durumdadır. Salgına karşı tüm sorumluluğu halka yıkan devlet, salgınla mücadeledeki en önemli halkalardan birisini daha ortadan kaldırmış durumdadır. Tam bir halk düşmanı politika izlenmektedir. Faşist D.Bahçeli’nin Tabipler Birliği’nin kapatılması önerisi nedensiz değildir.

Çökme rejiminin çöküşü hızlandıkça, “beka sorunu” daha fazla dillendirilecek, halka yönelik faşist saldırganlıkta artış yaşanacaktır. Bu saldırılar karşısında örgütlenmekten, “birleşirsek kazanırız” deyip mücadele etmekten başka çıkış yolumuz bulunmamaktadır.

Devrim mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi anıyoruz!

Bu mücadele için temel dayanağımız, örnek alacağımız devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimiz olmalıdır. Daha iyi bir dünya için sadece emeklerini değil kanlarını ve canlarını verenler aynı zamanda insanlığın geleceği kurma iradesinin de somut birer örneklerini oluştururlar. Dünya çapında emperyalist kapitalist sistemin, işçi sınıfına ve ezilen halklara reva gördüğü sömürü, açlık ve yoksulluk karşısında direnirken toprağa düşenler aynı zamanda geleceğin kazanılmasının da garantisidirler.

Aynı şekilde Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye halkının daha iyi bir gelecek uğruna, demokratik halk devrimi ve sosyalist devrim uğruna toprağa düşenleri, yeni demokratik Türkiye’nin gerçekleşeceğinin somut birer şahididirler.

Devrim ve komünizm mücadelesinde toprağa düşenler aynı zamanda faşist saldırganlık karşısında işi sınıfının ve ezilen halkın direnişinin somut birer örnekleridirler.

Devrim için ölümsüzleşenlerimiz işçi sınıfına ve emekçi halka dayatılan sömürü, açlık, yoksulluk, zulüm ve ölümü asla ve asla kabul etmeyeceğimizin göstergesidirler.

Başta Ocak ayının son haftası olmak üzere, önümüzdeki mücadele günlerinde onlar her zaman yanı başımızda olmaya devam edecekler bize yol göstermeyi sürdüreceklerdir. Anıları ve mücadele pratikleri yaşıyor ve yaşamaya devam edecektir. Onları selamlayalım, onurlandıralım.

1914

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar